Thread Rating:
  • 10 Vote(s) - 2.8 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Mevlütün Müellifi Süleyman Çelebi Kimdir?
#1
Oku-1 


Mevlütün Müellifi Süleyman Çelebi Kimdir?

Süleyman Çelebi (1351 - 1422), 1409’da Mevlid mesnevisini yazarak Anadolu kültürünün önemli parçalarından mevlid törenlerinin mimarı olmuş şairdir.

Yaşamı

Orhan Gazi döneminde doğmuştur. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmaz. Kimi kaynaklara göre Osmanlı Sultanı I. Murat'ın vezîrlerinden Ahmed Paşa'nın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendi'nin torunudur. Dedesi Mahmûd Bey, Şeyh Edebali'nin torunudur ve 1338'de Süleymân Paşa önderliğinde Rumeli'ye sal ile geçenlerdendir. Süleyman Çelebi'nin 1346-1351 yılları arasında bir tarihte doğduğu, ölüm tarihinin ise 1422 olduğu sanılıyor.[1]

Gençliğinde Bursa'da iyi bir eğitim aldığı sanılmaktadır. O devirde, Çelebi unvanı ilim adamlarına ve Mevlevi tarikatı büyüklerine verilmekteydi. Mevlevi olduğuna dair kanıt yoktur. Bilgili tavırlarıyla Padişah Yıldırım Bayezid’in dikkatini çekmiş ve yapımı 1399’da tamamlanan Ulu Cami’ye imam olarak atanmıştır.Ünlü eseri Vesiletü'n Necat'ı getirildiği bu görev esnasında yaşadığı bir olaydan etkilenerek kaleme aldığı bilinmektedir.

Söylenceye göre Süleyman Çelebi, Muhammed'in diğer peygamberlerden pek farkı olmadığını söyleyen bir İranlı vaize içerleyerek onun diğer peygamberlerden üstün olduğunu dile getirmek için Mevlid'i kaleme aldı. Süleyman Çelebi, Osmanlı Devleti'nin zayıf bir evresi olan ve Anadolu topraklarında her türlü kargaşalığın hüküm sürdüğü Fetret Devri'nde batini görüşler ile ehl-i sünnet arasındaki çekişmede ehl-i sünnetin tarafında yer almıştı. Mevlid'in yazılmasının bir amacının da ehl-i sünnet taraftarlarına destek vermek olduğu ifade edilir. Eserini, 1409 yılında (tahminen 60 yaşında iken) tamamladı. Eserini yazarken, referans aldığı eserlerin, Âşık Paşa’ nın “Garibnâme” si, Erzurumlu Darîr’in “Siyerü’ n- Nebî”'si, Eb’ul Hasan Bekrî’nin “Siyer”'i ve Muhiddîn-i Arabî’nin “Füsûs”'u olduğu tespit edilmiştir[2]. Mevlid, bilinen tek eseridir.

1422'de vefat ettiği düşünülen Süleyman Çelebi'nin mezarı Bursa’da Çekirge yolu üzerindedir. Mezarının bulunduğu yere 1952'de bir türbe yapılmıştır.

Meşhûr Türkçe "Mevlid" kasîdesinin yazarı. Bursa'da doğdu. Kaynaklarda Süleymân Çelebi'nin doğum târihine dâir bir kayda tesâdüf edilmedi. Ancak, Süleymân Çelebi'nin Mevlid'i 60 yaşında yazdığı ve eserin 1409 (H.812) senesinde bittiği, en eski olarak bilinen nüshasında mevcut bir beyte istinâd etmektedir.1422 (H.825) senesinde vefât ettiği bilindiğine göre, onun 1351 (H.752) senesinde doğduğu neticesi çıkmaktadır.

Sultan Birinci Murâd Hanın vezîrlerinden Ahmed Paşa'nın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendinin torunudur. Mahmûd Bey, 1338 (H.738 ) senesinde Sadrâzam Süleymân Paşa ile Rumeli'ye sal ile geçenlerdendir.

Süleymân Çelebi, Bursa'da asrının ileri gelen âlimlerinden ilim tahsîl etti. Büyük bir âlim olarak, Sultan Yıldırım Bâyezîd zamânında Dîvân-ı hümâyûn imâmı, sonra da Bursa'da onun inşâ ve ihyâ ettiği câminin imâmı oldu.

Eldeki bilgilere göre yapılan tahminler, Süleyman Çelebi'nin 1351-1364 arasında doğmuş olduğunu gösteriyor. Tek eseri, Mevlid adı ile bilinen "Vesiletün Necat"dır. Fakat, nazmı bu kadar ustalıkla kullanmasını bilen bir insanın, başka eser yazmadığını düşünmek oldukça güçtür. Belki, Timur'un ordusu Bursa'ya girdiği zaman, yakılıp yıkılanlar arasında Süleyman Çelebi'nin diğer eserleri de yok olmuştur.

Süleyman Çelebi'nin iyi bir eğitim gördüğü ve geniş bir bilgisi olduğunun başka bir kanıtı, Mevlid'de tasavvufî bazı terimlerin kullanılmış oluşudur:

   "Zâtıma mir'at edindim zâtını
   Bile yazdım adın ile adımı."

beytinde görüldüğü gibi Ahmet Yesevi'yi hatırlatan ifadeler, onun sıradan bir kişi olmadığını açıklar. Emir Buhari'den çok şeyler öğrendiği anlaşılıyor. Mevlid'in yazılmasına sebep diye gösterilen bir olay vardır. Söylendiğine göre Süleyman Çelebi, imamlığını yaptığı Ulu Cami'de, İran'dan gelen bir müderrisin vaazını dinlemiş. Bu müderris vaazında, dinler arasında da bir fark olmadığını, bütün kitaplı dinlerin hak din, bütün peygamberlerin hak peygamber olduklarını anlatmış.

Süleyman Çelebi, hayranı olduğu Hz. Peygamber'in öteki peygamberler safhında değerlendirilmesine son derecede üzülmüş ve sevgili Peygamber'ine karşı duyduklarını, manzum olarak yazmaya başlamış... İşte bu sonsuz aşktır ki, Mevlid adı ile bilinen "Vesiletün Necat"ı ortaya çıkarmış....

Altı yüz yıldır, bütün İslâm dünyasının her dinî günde, doğumda, ölümde, bayramda okuduğu bu lirik eserin, bugün okunan biçimi ile, Süleyman Çelebi'nin yazdığı biçimin aynı olduğu söylenemez. Zamanla bazı mısralarda kelimeler, bazen da mısralar değiştirilmiş, Türk halkının duygu ve düşünce kalıbı içinde yeniden oluşturulmuştur. Mevlid'in bazı parçaları, ne kadar realist bir üslûpla yazılmışsa, bazı parçaları da sürrealist bir üslûpla kaleme alınmış gibidir:

   "Hem hava üzre döşendi bir döşek
   Adı Sündüz, döşeyen ân ı melek."

beytinde olduğu gibi, doğu sürrealizmini yansıtan birçok parçalar vardır. Süleyman Çelebi'den sonra birçok şairler ve büyük şairler birer mevlid yazdılarsa da hiçbiri Süleyman Çelebi'nin eriştiği noktaya erişemedi. Çünkü Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i "Sehl-i Mümteni" denilen bir sanat örneğidir.Çok kolay yazılmış gibi göründüğü halde, taklidi son derece de güçtür. Bu yüzden taklitleri tutmamış, halk yazılanların hiçbirini benimsememiştir. Oysa yazılan Mevlidlerin arasında, çok sanatkârane olanları vardır.

   Not: Sehl-i Mümteni:
   Hem kolay, hem de güç manasına gelir. Edebiyatta ilk bakışta yapılması kolay göründüğü halde, yapılmaya veya taklit edilmeye kalkışıldığında zorluğu veya benzerinin meydana getirilmesinin imkansızlığı anlaşılan eserleri yazma veya söyleme sanatına denir. Sehl-i mümteni'nin en belirgin özelliği sade oluşudur. Yunus Emre'nin şiirleri, Mehmet Akif'in şiirleri, Süleyman Çelebi'nin Mevlidi, baştan aşağı sehl-i mümteni sanatı ile doludur.

Süleyman Çelebi, 1422'de Bursa'da hayata gözlerini yumdu. Mezarı Bursa'da, Çekirge yolundadır. Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i, Rumca, Bulgarca, Sırpça, Arapça'ya çevrilmiş ve dili konuşan Müslümanlar arasında her dinî günde, bayramda, ölümde, doğumda okunagelmiştir. Süleyman Çelebi, 15. yüzyılı Osmanlı şairlerinin en büyüklerinden biridir.

Eseri:

Vesîlet’ün-Necât (Mevlid)


Vesîlet’ün-Necât (Mevlid)

1700 beyitlik mesnevidir. Kendisinden önce ve sonra yazılan j mevlitlerin en güzeli ve başarılısıdır. Süleyman Çelebi, eserini Ulu Cami’de imamlık yaptığı sırada olan bir olay üzerine i kaleme almıştır. İran’dan gelen bir vaiz bir vaazı sırasında Bakara sûresinin 285. âyeti ile 253. âyetini karıştırmış ve peygamberler arasında fark olmadığı, dolayısıyla Hz. Peygamber’in de Hz. Musa’dan üstün olmadığı şeklinde açıklamada bulunmuştur. Bu olaya çok üzülen Süleyman Çelebi, eserini yazmıştır. Eser, peygamberimize duyulan derin sevginin bir ifadesidir. Sanatçı bu eserini, Hz.Muhammed’in bütün peygamberlerden üstün, en son peygamber olduğunu ispatlamak, şii-batıni akımlara karşı ehl-i sünnet görüşünü savunmak için yazmıştır.


Süleyman Çelebi


Meşhûr Türkçe “Mevlid” kasîdesinin yazarı. Bursada doğdu. Kaynaklarda Süleyman Çelebinin doğum tarihine dair bir kayda tesadüf edilmedi. Ancak, Süleyman Çelebinin Mevlidi 60 yaşında yazdığı ve eserin 1409 (H.812) senesinde bittiği, en eski olarak bilinen nüshasında mevcut bir beyte istinad etmektedir.1422 (H.825) senesinde vefat ettiği bilindiğine göre, onun 1351 (H.752) senesinde doğduğu neticesi çıkmaktadır. Sultan Birinci Murad Hanın vezîrlerinden AhmedPaşanın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendinin torunudur. Mahmûd Bey, 1338 (H.738 ) senesindeSadrazam Süleyman Paşa ile Rumeliye sal ile geçenlerdendir. Süleyman Çelebi, Bursada asrının ileri gelen alimlerinden ilim tahsîl etti. Büyük bir alim olarak, Sultan Yıldırım Bayezîd zamanında Dîvan-ı hümayûn imamı, sonra da Bursada onun inşa ve ihya ettiği caminin imamı oldu. Resûlullah efendimize olan muhabbeti, Vesîlet-ün-Necat isimli mevlid kasîdesini yazmasına vesîle oldu. Eserini yazmasının sebebi olarak gösterilen hadise hakkında; Künh-ül-Ahbar, Güldeste, Tezkire-i Latîfî ve başka kaynaklarda geniş bilgi vardır. Süleyman Çelebinin vefatı için düşürülen tarih, “Rahat-ı ervah”tır. Mezarı, Bursada Çekirge yolu üzerindedir.İyi bir tahsîl gören Süleyman Çelebi,Bursadaki Ulu Caminin baş imamlığına getirildi. Bu camideki imamlığı sırasında, birgünİranlı bir vaiz, vaz ve nasîhat ederken, Bakara sûresinin iki yüz seksen beşinci ayet-i kerîmesinin; “Biz Allahü tealanın peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırd etmeyiz (hepsine inanırız). Duyduk ve itaat ettik.” meal-i şerîfini tefsîr ederken de; “Hazret-i Muhammed ile hazret-i Îsa arasında hiçbir farklılık, üstünlük yoktur.” diye, kendi kafasına, bozuk inanışına göre tefsîr etti. Cemaat arasında bulunan bir kimse dayanamayıp, ayağa kalktı ve; “Ey cahil! Kendi kafana göre nasıl tefsîr edebilirsin? Sen bu ilimde çok gerilerdesin. Hiç peygamberler (aleyhimüsselam) arasında üstünlük farkı olmaz olur mu? Elbette peygamberimiz Muhammed (aleyhisselam), bütün peygamberlerden daha üstündür. Burada fark yoktur demek, nübüvvet ve risalet yönünden fark yoktur demektir. Üstünlükler, mertebeler yönünden değildir. Burada; “Birinin peygamberliğini kabûl edip, diğerini kabûl etmiyerek aralarında bir ayrılık gütmeyiz. Herbirini kendi derecelerine göre peygamber olarak kabûl ederiz” buyurulmaktadır. Bundan, derece ve fazîletleri aynıdır anlamı çıkmaz. Bunun isbatı ise, yine Bekara sûresinin iki yüz elli üçüncü ayet-i kerîmesidir. Burada mealen; “Bu (sûrede sözü geçen) peygamberlerin bir kısmını, kendilerine verilen özelliklerle diğerlerinden üstün kıldık.” buyurulmaktadır. Görüldüğü gibi, bu iki ayet-i kerîme, bizim alimlerimizin tefsîr ettiği gibi birbirlerini doğrulamaktadır. Halbuki, senin bozuk düşüncene göre birbirlerini tekzib etmektedir ki, haşa bu olamaz!” gibi pekçok sözler söyledi, pekçok delîller getirdi. Neticede İranlı vaiz, yanlış düşündüğünü kabûl etti. Bütün bunlara şahid olan Ulu Cami baş imamı Süleyman Çelebi, bu hadiseden dolayı çok duygulanmış ve meşhûr Mevlid-i Şerîfini yazmıştır. Mevlid-i Şerîfinde, hep Ehl-i sünnet îtikadını anlatmıştır. Bu bozuk îtikadlı vaizin sözüne cevap olarak:”Ölmeyüb Îsa göğe bulduğu yol,Ümmetinden olmak için idi ol.”beytini söyledikten sonra, Resûlullah efendimizin fazîletlerini şöyle îzah etmiştir:”Dahî hem Mûsa elindeki asa,Oldu Onun izzetine ejderha.Çok temennî kıldılar Hakdan bunlar,Kim Muhammed ümmetinden olalar.Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur.Lakin Ahmed efdal-ü-ekmel durur.Zîra efdalliğe ol elyak durur,Ânı öyle bilmeyen ahmak durur.”Süleyman Çelebi, Mevlidinde; Allahü tealanın mutlak iradesini, yoktan var ettiğini ve Muhammed aleyhisselamın hiçbir mahlûkda bulunmayan üstün, yüksek ve emsalsiz vasıflarını anlatır. Her kelimesinde, gönlü Resûlullah aşkı ile yanan bir müminin engin aşk ve muhabbet kokuları vardır. Hazret-i Muhammedin diğer peygamberlere olan bütün üstünlükleri, en güzel kelimeler ve en vecîz ifadelerle anlatılmıştır.Mevlid; münacaat (Allahü tealaya yalvarma), veladet (Peygamberimizin doğumu), risalet (Peygamberliğin bildirilişi), mîrac (Göklere çıkışı, Cenneti ve Cehennemi görmesi), rıhlet (Peygamberimizin vefatı) ve dua bölümlerinden ibarettir.Söze Allahü tealanın ism-i şerîfi ile başlayan Süleyman Çelebi, Âdem aleyhisselamdan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama kadar bütün dedeleri olan Peygamberlerin alınlarında nûr parladığını ve bu nûrun Muhammed aleyhisselama intikal ettiğini anlatır. Peygamber efendimizin doğuşuna geniş bir yer ayırarak, O doğarken annesinin neler duyup, neler gördüğünü, bu anda bütün varlıkların engin bir neşe içinde kaldıklarını, bütün zerrelerin Onu büyük neşe içinde karşıladığını söyler. Mevlidde bundan sonra, Muhammed aleyhisselama peygamberliğinin nasıl bildirildiğini ve mirac hadisesinin nasıl olduğunu anlatır. Derin üzüntü içinde yazdığı rıhlet ve daha sonra dua ile Mevlidini bitirir. Peygamber efendimizin her varlığın yaratılışı sebebi, bütün yaratılmışların en şereflisi ve Onu bütün peygamberlere üstün kılanAllahü tealaya şükürler etmektedir.Eserde çok olgun fikirler ve kompozisyon bütünlüğü vardır. Mevlid, mesnevî şeklinden ziyade, kasîde şeklinde tertiblenmiştir. Bazı yerlere gazel parçaları da ilave edilmiştir. Arûz vezni ile yazılmış, (failatün, failatün, failün) kalıbı kullanılmıştır. Yalnız bir yerde (Mefûlü, failatü, mefaîlü, failün) kalıbına yer verilmiştir.Kafiyeler güzel ve sağlamdır. Süleyman Çelebi, Mevlidin mısralarının mükemmel olması için çok titizlik göstermiş, bu sebeple Mevlid, üstün sanat sahibi dîvan şairlerince dahî sevilip beğenilmiştir.Mevlidde hem olayların, hem de düşüncelerin anlatıldığı yerlerde, en kısa, en uygun ve mümkün olan en sade anlatım şekli kullanılmıştır. Mevlidde, hemen her türlü söz ve ifade sanatına rastlanır. En çok cinas, teşbîh ve tekrîr gibi sanatlara önem verilmiştir. Bölümlerin ve kitabın bütünlüğüne titizlik gösterildiği kadar, her mısraın ayrı ayrı güzelliği de gözden kaçmamaktadır. Mevlid, lirizm (içlilik) ve öğreticiliği (didaktizmi) iyice kaynaştırmış bir şiir kitabıdır. Kuruluktan uzak olduğu gibi, sırf coşkunluktan da ibaret değildir. Görünüşte kolay, fakat denendiğinde benzerinin yazılmasının çok zor olduğu görülür.
MUHAMMED ALEYHİSSELÂMI SEVMEK
Süleyman Çelebi hazretleri, Mevlidine Arabî olarak bir önsöz yazarak, şöyle buyurmaktadır: “Rahman ve Rahîm olan Allahü tealanın ismiyle başlarım. Muhammed aleyhisselamı bütün yaratılmışların sebebi, en şereflisi ve en azîzi yapan, makam-ı Mahmûd ile şefaat hakkını vererek Onu bütün Peygamberlerden üstün kılan, ismini Onun ismiyle yanyana yazarak, hasedci şeytanın burnunu sürtüp, Onun şanını yücelten Allahü tealaya hamd-ü-senalar olsun. Muhammed aleyhisselam, Allahü tealanın indinde çok makbûldür. Allahü tealanın melekleri Onun yardımcılarıdır. Ağaçlar, toprak ve taşlar, Onunla konuştular. Onu sevenler dünyada ve ahirette sevilip kurtulurlar. Ona düşman olanlar kovulup, Cehenneme atılırlar. Bizi Muhammed aleyhisselamın ümmeti yapmakla şereflendiren Allahü tealaya hamd ederim. Şerîki ve benzeri olmayan, mekandan münezzeh bulunan Allahü tealanın bir olduğuna şehadet ederim. O, herkesin kendisine muhtac olduğu, ibadet ettiği ve yöneldiği Allahü tealadır. O, şanı yüce, kullarını merhametle bağışlayandır. Güzel ahlak ve cömertlik gibi pekçok meziyetleri ortaya çıkaran, vadedilen kıyamet gününde, her tarafta şefaati kabûl edilir bir şefaatçi olan Muhammed aleyhisselamın, Allahü tealanın kulu, resûlü ve habîbi olduğuna şehadet ederim. Allahü teala, Ona seçilmişlerin en üstünleri olan temiz aline ve Eshab-ı kiramına sonsuz rahmet etsin.”

Kaynaklar

1) Sefînet-ül-Evliya; c.5, s.1442) İslam Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.513) Vefeyat-ı Baldırzade4) Güldeste-i Riyaz-ı İrfan5)


Mevlid-i Şerif


Allah adın zikredelim evvela,
Vacib oldu cümle işte her kula.

Kim ki, Allah adını önce ana,
Her işi kolay eder Allah ona.

Allah adı olsa her işin önü,
Asla ebter olmaz o işin sonu.

Bir kez Allah dese aşkla lisanın,
Kalmayıp dökülür bütün günahın.

Zikri tekrar eyle mütemadiyen!
Her murada erişir Allah diyen.

Haramı bırakıp, helal yemeli,
Şükredip her zaman Allah demeli.

Kerimdir, rahimdir, O ilâhımız,
Bize rahmet kıla yüce şahımız!

Varlığına, birliğine şek yoktur,
Ne yazık, üç tanrı diyen pek çoktur.

Varlığına edilse de çok hayret,
Cümle âlem yokken O vardı elbet.

O varken yok idi, insan, cin, melek,
Arş, dünya, güneş, gezegen ve felek.

Bunların hepsini, O var eyledi,
Birliğine hepsi ikrar eyledi.

Kudretini göstererek O Celil,
Birliğine kıldı bunları delil.

Ol dedi bir kere var oldu cihan,
Olma derse, mahvolur hemen o an.

Resulullah’tır bu varlığa sebep,
Onun rızasını, aşkla et talep!

Resulullahın nuru

Hak teâlâ yaratınca Âdem’i,
Âdem’le süsledi bütün âlemi.

Mustafa nurunu alnına koydu,
Habibimin nuru, bil bu nur dedi.

Kıldı o nur, onun alnında karar,
Kaldı onun ile nice zamanlar.

Daha sonra Havva alnına geçti,
Ondan oğlu Şit’e bu nur nakletti.

Erdi İbrahim’e, İsmail’e hem,
Söz uzayıp gider, hepsini dersem.

Doğunca O rahmeten lil-alemin,
Vardı nur onda karar etti hemin.

Doğumu


Âmine hatundur onun annesi,
O sedeften doğdu O dürdanesi.

Rebiulevvel ayının nicesi,
On ikinci pazartesi gecesi.

O gece ki doğdu, O hayr-ul beşer,
Annesi onda neler gördü neler.

Dedi gördüm, O Habib’in annesi,
Bir acep nur ki, güneş pervanesi.

Fırlayıp evimden çıktı nagehan,
Göklere dek nur ile doldu cihan.

Gökler açıldı, yok oldu karanlık,
Üç melek gördüm, elinde üç ışık.

Biri doğu biri batıda onun,
Biri damında, dikildi Kâbe’nin.

İndiler göklerden melekler saf saf,
Kâbe gibi kılındı evim tavaf.

Yarılıp çıktı duvardan nagehan,
Geldi üç huri bana oldu ayan.

Bu hususta derler o üç dilberin,
Asiye’ydi biri o mehpeykerin.

Biri Meryem hatun idi aşikâr,
Birisi hem hurilerden bir nigâr.

Çevre yanıma gelip oturdular,
Mustafa’yı birbirine muştular.

Dediler oğlun gibi hiçbir oğul,
Yaratılalı cihan, gelmiş değil.

Bu senin oğlun gibi kadri cemil,
Bir anaya vermemiştir O Celil.

Ulu devlet buldun, ey Âmine sen,
Doğacaktır senden O hulk-i hasen

Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır,
Bu gelen tevhid-i irfan kânıdır.

Bir adı Mahmud, bir adı Ahmed’dir,
Varlığı cümle âleme rahmettir.

Âmine eder vakit oldu tamam,
Ki vücuda gele O hayr-ül enam.

Susadım gayet hararetten katı,
Sundular bir cam dolusu şerbeti.

Şerbeti karşımda tuttu huriler,
Bunu Rabbimiz gönderdi dediler.

Kardan ak idi ve hem soğuk idi,
Lezzeti dahi şekerde yok idi.

İçtim onu oldu, cismim nura gark,
Edemedim kendimi ben nurdan fark.

Geldi bir ak kuş kanadıyla revan,
Arkamı sıvadı kuvvetle heman.

Doğdu o saatte O sultan-ı din,
Nura gark oldu, semavat ü zemin.

Kim olmak isterse ateşten necat,
Aşk ile, şevk ile etsin salevat!

Essalatü vesselamü aleyke ya Resulallah!
Essalatü vesselamü aleyke ya Habiballah!
Essalatü vesselamü aleyke ya Seyyidel-evveline vel-âhirin.

Mahlûkatın hepsi sevindi o an,
Dirilip âlem yeniden buldu can.

Kâinattaki her şey edip seda,
Çağrışarak dediler ki, merhaba!

Merhaba, ey âl-i sultan merhaba!
Merhaba, ey kân-i irfan merhaba!

Merhaba, ey sırr-ı furkan merhaba!
Merhaba, ey derde derman merhaba!

Merhaba, ey rahmeten lil-âlemin!
Merhaba, sensin şefial müznibin!

Bütün dertlilerin dermanı sensin,
Cümle âlemlerin sultanı sensin.

Çünkü nurun ruşen etti âlemi,
Gül cemalin gülşen etti âlemi.

Âmine hatun artmış idi hayreti,
Bir zaman aklı gidip geldi geri.

Gördü gitmiş huriler hiç kimse yok,
Görmedi oğlunu yalvarırdı çok.

Bir an şöyle düşünceye dalmıştı,
Huriler onu götürdü sanmıştı.

Dört tarafa bakıp edince nazar,
Gördü ki bir köşede hayrül-beşer.

O ulu, Kâbe’ye karşı duruyor,
Yüzün yere koymuş secde ediyor.

Secdede diliyle tahmid ediyor,
Kaldırmış parmağın tevhid ediyor.

Dudaklar kıpırdardı, söylerdi kelâm
Anlayamazdım, ne derdi o hümam

Kulağım ağzına verdim, dinledim,
Söylediği sözü o an anladım.

Derdi ki, ya Rab yüzüm tuttum sana,
Ya İlahi ümmetimi ver bana!

Ümmetim dedi sana, O Mustafa,
Ver salevat sen de ona, bul safa.

Essalatü vesselamü aleyke ya Resulallah!
Essalatü vesselamü aleyke ya Habiballah!
Essalatü vesselamü aleyke ya Seyyidel-evveline vel-âhirin.

Miraca gitmesi

Dinle miracını o şahın ayan,
Âşıksan aşk ateşine durma yan!

Pazartesi gecesi gerçek haber,
Leyle-i kadirdi o gece meğer.

O mübarek bahtı, o kadri yüce,
Ümmühanin evine vardı gece.

Orda iken nagehan o yüzü ak,
Cebrail Cennete git dedi Hak.

Bir sırmalı taç ve bir hulle kemer,
Hem dahi al bir burak-ı muteber.

Habibime ilet de, ona binsin!
Arşımı seyreylesin, beni görsün!

Cebrail cennete olunca revan,
Gördü ki, kırk Burak otluyor o an.

İçlerinden bir Burak ağlar katı,
Yiyip, içmez, kalmamış hiç takati.

Gözlerinden yaşlar eylemiş revan,
Ciğerini dertle etmiş perişan.

Dedi Cebrail, niçin ağlıyorsun?
Hüzünle ciğerini dağlıyorsun?

Arkadaşların yiyip içip gezer,
Sen inliyorsun, canını ne üzer?

Dedi, kırk bin yıl vardır ki ya emin,
Aşktır bana yemek ve içmek hemin,

Nagehan bir ses işitti kulağım,
O zamandan bilemem sağı solum.

Nedense yüksek sesle bağırdılar,
Ya Muhammed diyerek çağırdılar.

O andan beri bilemem, n’olmuşam,
O adın ismine âşık olmuşam.

Yüreğim içinde eridi yağım,
Âşık oldu görmeden bu kulağım.

Cenneti başıma bu aşk, dar eder,
Gece gündüz işlerimi zâr eder.

Gerçi cennet içinde duruyorum,
Hep cehennem azabı görüyorum.

Hazret-i Cebrail der ki, ey Burak,
Ağlama hep, verdi muradını Hak.

Bir kimsede, aşkın nişanı olur,
Akıbet maşuk, er geç onu görür.

Gel beri maşukuna götüreyim,
Yarana merhem vurup bitireyim.

Aldı Cebrail Burak’ı o zaman,
Resulullaha ulaştırdı o an.

Hak selam etti sana ey Mustafa,
Ki mübarek hatırın bulsun safa.

Buyurdu gelsin misafirim olsun,
Arşımı seyreylesin, beni görsün!

Bu gece zahir olur esrar-ı Hak,
Gösterecektir sana didar-ı Hak.

Zemzemle doldu bütün âlem o an,
Arşa varır dediler Fahr-i Cihan.

Hem sekiz cennet kapısı açtılar,
Âlemin üstüne rahmet saçtılar.

Gel gidelim Hazrete, ya Mustafa!
Şu anda bekliyor eshab-ı safa!

Sana cennetten getirdim bir Burak,
Davet-i Rahmandır edesin idrak.

Çekti o anda Burak’ı Cebrail,
Önüne düştü ona oldu delil.

Göz açıp kapamadan Kudüs’e vardı,
Etrafını bütün nebiler sardı.

Enbiya ervahı karşı geldiler,
Mustafa’ya izzet ikram kıldılar.

Geçerek mihraba O hayr-ül-enam,
Enbiya ervahına oldu imam.

Gece durmadı yola oldu revan,
Bütün göklerden geçip etti seyran.

Her birinde türlü hikmetler gördü,
Cebrail’le varıp Sidre’ye erdi.

Cebrail’in durağıdır o makam,
Yerle gök ta ki tutalıdan nizam.

Gelip Cebrail makamında durdu
Rahmeten lil-âlemin ona sordu:

Bilemem, bu yolları ben nideyim,
Burada garibim, nere gideyim?

Cebrail dedi, sen ki Habibsin,
Sanma bu yerlerde öyle garipsin,

Burada bitti benim seyrangâhım,
İlerisinden dahi yok âgâhım.

Eğer geçsem zerre kadar ileri,
Yanarım hemen ey Hakkın serveri.

Dedi Cebrail’e o şah-ı cihan:
O halde sen yerinde kal bir zaman.

Söyleşirken Cebrail ile kelam,
Geldi Refref önüne, verdi selam.

Aldı o şah-ı cihanı o zaman,
Sidre’ye giderek getirdi heman.

Gördü gök ehli ibadette hepsi,
Her biri bir türlü taatte hepsi.

Hep gök ehli cümle karşı geldiler,
Mustafa’ya izzet ikram kıldılar.

Merhaba ya Muhammed dediler,
Ey şefaat kân-ı Ahmed dediler.

Her biri kutladı miracını,
Dediler giydin saadet tacını.

Yürü artık meydan senin bu gece,
Sultan ile sohbet senin bu gece.

Hepsi ile görüşüp geçti öte,
Varıp erişti O ulu hazrete.

Rabbimiz harfsiz, kelimesiz ve sessiz
Konuştu Mustafa ile şüphesiz.

Dedi ki mahbub-u matlubun benim,
Sevdiğin can ile mabudun benim.

Gece gündüz durmayıp istiyordun,
Bir kez görsem cemalini diyordun.

Gel Habibim sana âşık oldum ben,
Cümle halkı sana köle kıldım ben.

Ne muradın var ise kılam reva,
Eyleyem bir derde bin türlü deva.

Mustafa dedi ya Rabbel-âlemin.
Ey affı ve hediyesi çok kerim,

O zayıf ümmetimin hali ne ola,
Hazretine nice onlar yol bula?

Ya İlahi hazretinden hacetim,
Şu dur ki, ola en makbul ümmetim.

Hak tealadan duyuldu bir nida,
Ya Habibim ben sana kıldım atâ.

Ümmetini sana verdim ey Habib,
Cennetimi onlara kıldım nasib.

Ey Habibim nedir, o ki diledin,
Bir avuç toprağa minnet eyledin.

Zatıma ayna edindim zatını,
Beraber yazdım adımla adını.

Ya Habibim anlıyorum ben seni,
Görmeğe hiç doyamazsın sen beni.

Tez varıp davet et kullarımı,
Ta gelip de göreler didarımı.

Göz açıp kapamadan Fahri cihan,
Ümmühanın evine geldi heman.

Her ne gelmişse Mirac’da başına,
Cümlesin haber verdi eshabına.

Dediler ey kıble-i İslam-ı din,
Kutlu olsun sana Mirac-ı güzin.

Hepimiz kullarız, sen ise şahsın,
Gönlümüzde daim parlayan mahsın.

Bize, ümmet olmak devleti yeter,
Müslüman olmanın izzeti yeter.

Süleyman Çelebi



Kelimeler:


Ebter: Güdük, neticesiz, kısır
Mütemadiyen: Devamlı
Felek: Gök
Rahmeten lil-âlemin: Âlemlere rahmet olan Resulullah
Necat: Kurtuluş
Dürdane: İnci
Hayrülbeşer: İnsanların en iyisi
Nagehan: Hemen
Dilber: Güzel
Mehpeyker: Ay yüzlü
Nigâr: Güzel yüzlü sevgili
Muştu: Müjde
Hulk-i hasen: Güzel ahlak
İlm-i ledün: Bâtın ilmi
Kân: Menba, kaynak
Şefi-ül-müznibin: Günahlara şefaatçısı
Revan: Akan, uçan
Heman: Hemen
Semavat ü zemin: Yer ve gökler
Furkan: Kur’an-ı kerim
Ruşen: Parlak aydın
Gülşen: Gül bahçesi
Tahmid: Hamd
Tevhid: La ilahe illallah demek
Hümam: Himmetli
Hulle: Cennet elbisesi
Burak: Resulullahı miraca götüren hayvan
Burak-ı muteber: Uygun bir burak
Hayrülenam: İnsanlarını en iyisi
Seyrangah: Gezme yeri
Agâh: Haberdar
Mahbub: Sevilen
Matlub: İstek
Rabbelâlemin: Âlemlerin rabbi
Hacet: İstek
Atâ: Hediye
Güzin: Seçilmiş, beğenilmiş
Mah: Gökteki ay, mahveden, peygamberlik nuru. Küfür karanlıklarını mahvettiğinden, Resulullah’a mah da denmiştir

-----------------

Mevlidi Şerif

Mevlidi Şerif okuma
Mevlidi Şerif okunuşu

Tevhid bahri

Seyyidi kainât Hazret-i Fahr-i Âlem
Muhammed Mustafâ râ Salevât
Allah âdın zikredelim evvelâ
Vâcib oldur cümle işde her kulâ
Allah âdın her kim ol evvel anâ
Her işi âsân ider Allah anâ
Allah âdı olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaya ânın sonu
Her nefesde Allah âdın di müdâm
Allah âdıyle olur her iş tamâm
Bir kez Allah dese aşk ile lisân
Dökülür cümle günah misl-i hazân
İsm-i pâkin pâk olur zikr eyleyen
Her murâda erişür Allah diyen
Aşk ile gel imdi Allah diyelim
Dert ile göz yaş ile âh îdelim
Ola kim rahmet kıla ol pâdişah
Ol kerîm-ü ol rahîm-ü ol ilâh
Birdir ol birliğine şek yokdürür
Gerçi yanlış söyleyenler çokdürür
Cümle-âlem yoğ iken ol var idi
Yaradılmışdan ganî cebbâr idi
Vâr iken ol yok idi ins-ü melek
Arş-ü ferş-ü ay-ü gün hem nüh felek
Sun' ile bunlârı ol vâr eyledi
Birliğine cümle ikrar eyledi
Kudretin izhâr edüp hem ol celîl
Birliğine bunları kıldı delîl
"Ol !" dedi bir kerre vâr oldu cihân
"Olma !" derse mahv olur ol dem hemân
Pes Muhammeddir bur varliğa sebeb
Sıdk ile ânın rızasın kıl taleb
Ey azizler işte başlarız söze
Bir vasıyyet kılarız illâ size
Ol vasıyyet ki direm her kim tuta
Misk gibi kokûsu canlardâ tüte
Hak-Teâlâ rahmet eyleye anâ
Kim beni ol bir dua ile anâ
Her kim ki diler bu duada buluna
Fâtiha ihsân ede ben kûluna
El-Fâtiha *
Mevlid-i Şerif-in müellifi Merhum Süleyman Süleyman Çelebi Hazretleri'nin ruhu için ve bu satırları okuyan dinleyen okumasına sebep olanlardan yaşayanların ruhu makamlarına ahirete göçmüş olanlarınında ruhlarına El-Fatiha

Veladet bahri

Âmine hâtun Muhammed ânesi
Ol sadeften doğdu ol dür dânesi
Çünkî Abdullah'tan oldu hâmile
Vakt erişdi hefte vü eyyam ile
Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn
Çok alâmetler belirdi gelmeden

Allâhümme salli alâ Muhammediv
Ve alâ âli Muhammed

Ol Rebiûl evvel âyın nîcesi
On ikinci gîce isneyn gîcesi
Ol gîce kim doğdu ol hayrûl-beşer
Ânesi anda neler gördü neler
Dedi gördüm ol habîbin ânesi
Bir acep nûr kim güneş pervânesi
Berk urup çıktı evimden nâgehân
Göklere dek nûr ile doldu cihân
Gökler âçıldı ve feth oldu zulem
Üç melek gördüm elinde üç âlem
Bîri meşrik bîri mağribde anın
Bîri dâmında dikildi Kâbenin
Bildim anlardan kim ol halkın yeği
Kim yakîn oldu cihâna gelmeği
İndiler gökden melekler sâf sâf
Kâbe gibi kıldılar evim tavaf
Hûriler geldi bölük bölük
Buğûr yüzleri nûrundan evim doldu nûr
Çevre yânıma gelip oturdular
Mustafâ'yı birbirine muştular
Dediler oğlun gibi hiç bir oğul
Yâradılâlı cihân gelmiş değil
Bû senin oğlun gibi kadr-ı cemîl
Bir anâya vermemiştir ol Celîl
Ûlu devlet buldun ey dildâr sen
Doğiserdir senden ol hulk-ı hasen
Bû gelen "ilm-î ledün" sultânıdır
Bû gelen tevhîd ü irfân kânıdır
Bû gîce ol gîcedir kim ol şerîf
Nûr ile âlemleri eyler latîf

Allâhümme salli alâ Muhammediv
Ve alâ âli Muhammed

Bû gîce şâdân olur erbâb-ı dil
Bû gîceye can verir eshâb-ı dil
Yâ Resulâllah
Rahmeten lil'âlemindir Mustafâ
Hem şefîal müznibîndir Mustafa
Vasfınî bû resme tertib ettiler
Ol mübârek nûru terğib etdiler
Âmine eder çü vakt oldu tamâm
Kim vücûda gele ol hayrül enâm
Sûsadım gâyet harâretden katî
Sundular bir câm dolusu şerbeti

Allâhümme salli alâ Muhammediv
Ve alâ âli Muhammed

Şerbeti sunduk tâbânâ hûriler
Bûnu sana verdi Allâh dediler
Kardan ak îdi ve hem soğuk idi
Lezzeti dâhi şekerde yok idi
İçdim ânı oldu cismim nûra gark
İdemezdim kendimi nûrdan fark
Geldi bir akkuş kanâd ile revân
Arkamı sığâdı kuvvetle hemân
Doğdu ol sâatde ol sultân-ı dîn
Nûra gark oldu semâvât-ü zemîn
Sallû Aleyhi ve Sellimû teslimâ
Hatta tenâlû cenneten ve naîmâ

Essalâtü vesselâmü aleyke
Ya Resûlallah
Esselâtü vesselâmü aleyke
Ya Habîballah
Essalâtü vesselâmü aleyke
Ya Seyyidel-evvelîne velâhirin

Merhaba bahri


Yâradılmış cümle oldu şâdümân
Gam gidûp âlem yenîden buldu cân
Cümle zerrat-ı cihân idûb nidâ
Çağrışûben dediler kim merhabâ
Merhabâ ey âli sultân merhabâ
Merhabâ ey kân-ı irfan merhabâ
Merhabâ ey sırr-ı fürkân merhabâ
Merhabâ ey nûru râhman merhabâ
Merhabâ ey bülbül-i bâğ-ı Cemâl
Merhabâ ey âşinâ-yi Zülcelâl
Merhabâ ey cân-ı bâki merhabâ
Merhabâ uşşâkâ sâki merhabâ
Merhabâ ey cân-ı cânan merhabâ
Merhabâ ey derde dermân merhabâ
Merhabâ ey cümlenin matlâbu sen
Merhabâ ey Hâlikın mahbâbu sen
Merhabâ ey Pâdişah-i dû cihân
Senin için oldu kevn île mekân
Merhabâ ey rahmeten lil-âlemîn
Merhabâ sensin şefîa'l-müznibîn
Ey gönüller derdinin dermânı sen
Ey yarâdılmışların sultânı sen
Sensin ol sultân-i cümle enbiyâ
Nûr-i çeşm-i evliyâ vü asfiyâ
Yâ habîballâh bize imdâd kîl
Son nefes didârın ile şâd kîl

Allâhümme salli alâ seyyidinâ
Muhammedinillezî câe bilhakkıl mübîn
Ve erseltehû rahmetel lil âlemin

Mirac bahri 1-2

Seyyidi kainât Hazret-i Fahr-i Âlem
Muhammed Mustafâ râ Salevât
Söyleşürken Cebrâil ile kelâm
Geldi Refref önüne verdi selâm
Aldı ol şâh-ı cihânı ol zamân
Sidre'den gitti ve götürdü hemân
Bir fezâ oldu o demde rûnümâ
Ne mekân var anda ne arz-u semâ
Kim ne hâlidir ne mâli ol mahal
Akl ü fikr etmez o hâli fehmü hal
Ref' olup ol şâha yetmiş bin hicâb
Nûr-u tevhîd açtı vechinden nikâb
Her birisinden geçerken îlerû
Emr olundu Yâ Muhammed gel berû
Gel habîbim sâna aşık olmuşam
Cümle halkı sâna bende kılmışam
Ne murâdın vâr ise îdem revâ
Eyleyem bir derde bin türylü devâ
Mustafâ dedi: Eyâ Rabbe'r-Rahîm
Vey hatâ pûş ü atâsı çok kerîm
Ol zaîf ümmetlerim hâlî nola
Hazretîne nîce anlar yol bula
Hak-Teâlâdan nidâ geldi emin
Yâ Muhammed dedi Rabbü'l-Âlemin
Gam yeme kim Yâ Muhammed olma melul
Her ne kim dîledin oldu kabul
Ümmetini sâna verdim ey habîb
Cennetîmi anlara kıldım nasîb
Ey habîbim nedir ol kim dîledin
Bir avuç toprağa minnet meyledin
Zâtıma mir'at edindim zâtını
Bîle yazdım âdım ile âdını
Hem dedi kim: "Yâ Muhammed ben seni
Bilûrem görmeğe doymazsın beni
Avdet edûp davet et kullarımı
Tâ gelûben göreler dîdârımı
Sen ki mi'râc eyleyûb etdin niyâz
Ümmetin mîrâcını kıldım namâz"
Tarfetül-ayn içre ol Fahr-i cihân
Ümmühân'ın evine geldi hemân
Her ne vâki oldu ise serteser
Cümlesin eshâbına verdi haber
Dediler: "Ey Kıble-i İslâmü dîn
Kutlu olsun sâna mîrâc-i güzîn
Biz kamûmuz kullarız sen şâhsın
Gönlümüz îçinde rûşen mâhsın
Ümmetin olduğumuz devlet yeter
Hizmetin kıldığımız izzet yeter !"

Allâhümme salli alâ seyyidinâ
Muhammedinillezî câe bilhakkıl mübîn
Ve erseltehû rahmetel lil âlemin

Münacat bahri
İlâhî cennete evine girenlerden eyle bizi
Cennet içre cemâlini görenlerden eyle bizi
Yâ Hayyûl Yâ Kayyûm Sâmed
İhsanınâ yoktur adêt
Firdevs bahçesinde ebet
Kalanlardan eyle bizi
Yâ İlâhî ol Muhammed hakkı çün
Ol şefâat kân-ı Ahmed hakkı çün
Sırr-ı fürkân nûr-i âzam hakkı çün
Kuds ü Kâbe Merve Zemzem hakkı çün
Aşk odundan ciğeri püryân içün
Derd ile kan ağlayan giryan içün
Yâ İlâhi saklagıl îmânımız
Verelim îman ile tâ cânımız
Sâna lâyık kullarınla hemdem et
Ehl-i derdin sohbetine mahrem et
Hem Süleymân-ı fakîre rahmet et
Yoldaşın îmân makâmın cennet et
Yâ İlâhi kılma bizi dâllîn
Bu dûâya cümleniz deyin âmîn âmîn
Ümmetinden râzı olsun ol muîn
Rahmetullâhi aleyhim ecmâin (Mevlidi Şerif )







Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)