Thread Rating:
  • 25 Vote(s) - 3.08 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Yahya Kemal Beyatlı Şiirleri
#1
Siir-1 


1918



Ölenler öldü, kalanlarla muztarip kaldık.

Vatanda hor görülen bir cemâatiz artık

Ölenler en sonu kurtuldular bu dağdağadan

Ve göz kapaklarının arkasında eski Vatan

Bizim diyâr olarak kaldı tâ kıyâmete dek.





Kalanlar ortada genç, ihtiyar, kadın, erkek

Harâb olup yaşıyor tâli’in azâbıyle;

Vatanda düşmanı seyretmek ıztırâbıyle.

Vatanda korkulu rüya içindeyiz, gerçek.

Fakat bu çok süremez, mutlaka şafak sökecek

Ateş ve kanla siler, bir gün, ordumuz lekeyi,

Bu, insan oğluna bir şeyn olan, Mütareke’yi



AÇIK DENiZ



Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;

Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.

Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl!

Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl,

Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,

Duydum akıncı cedlerimin ihtirâsını,

Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu...

Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...

Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,



Rü’yâma girdi her gece bir fâtihâne zan.

Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular,

Mahzun hudutların ötesinden akan sular,

Gönlümde hep o zanla berâber çağıldadı,

Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!

Bir gün dedim ki istemem artık ne yer ne yâr!

Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar;

Gittim o son diyâra ki serhaddidir yerin,

Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!



Garbin ucunda, son kıyıdan en gürültülü

Bir med zamânı, gökyüzü kurşunla örtülü,

Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;

Gördüm güzel vücûdunu zümrütliyen deri

Keskin bir ürperişle kımıldandı anbean;

Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.

Sonsuz ufuktan âh o ne coşkun gelişti o!

Birden nasıl toparlanarak kükremişti o!

Yelken, vapur, ne varsa kaçışmış limanlara,

Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara!

Yalnız o kalmış ortada, âsi ve bağrı hûn,

Bin mağra ağzı açmış, ulurken uzun uzun,

Sezdim bir âşinâ gibi, heybetli hüznünü!



Rûhunla karşı karşıya kaldım o med günü,

Şekvânı dinledim, ezelî muztarip deniz!

Duydum ki rûhumuzla bu gurbette sendeniz,

Dindirmez anladım bunu hiçbir güzel kıyı;

Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.

AKINCI



Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!



Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!

Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kaafilelerle...



Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan,

Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.



Bir gün yine dolu dizgin boşanan atlarımızla

Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla...



Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de

Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde!



Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

AKŞAM MÛSIKÎSÎ



Kandilli'de eski bahçelerde,

Akşam kapanınca perde perde,

Bir hatıra zevki var kederde.



Artık ne gelen, ne beklenen var;

Tenhâ yolun ortasında rüzgâr

Teşrin yapraklarıyla oynar.



Gittikçe derinleşir saatler,

Rikkatle, yavaş yavaş ve yer yer

Sessizlik daîmâ ilerler.



Ürperme verir hayâle sık sık,

Her bir kapıdan giren karanlık,

Çok belli ayak sesinden artık.



Gözlerden uzaklaşınca dünyâ

Bin bir geceden birinde gûyâ

Başlar rü'yâ içinde rü'yâ.

ALTOR ŞEHRİNDE



Schiller bu karlı dağlara gelmişti genç iken;

Hürriyet özleyişlerinin mûsıkîsini

Duymuş ve söylemişti çelikten sadâ ile.



Hürriyetin o devrini idrâk edenlerin

Hulyâlarında vardı bir efsunlu hâtıra:

Wilhelm Tell, güzel ok atan dağlı kahraman.



Tell şarkısıyla beslenen İsviçre bilmiyor

En zorlu ihtilâlleri hürriyyet uğruna.

Kanlar, bu karlı dağlara aslaa bulaşmamış;



Hiç girmemiş hayâline tek gözlü giyyotin;

Mızrakta, halka gösterilen, kanlı kelleler,

Meydanlarında, hırs ile, hiç gösterilmemiş.

AŞK HİKAYESİ



Âh o akşam o tirenden gülüşün!

O gülüş kalbime aksettiği an

Duymadım ilk ateşin düştüğünü;

Şavka benzer bir ışık zannettim.

Macera başlamak üzereymiş o gün.

Sürecekmiş bu ateş yıllarca.

Bir taraftan Yakacık, mor dağlar...

Bir taraftan da deniz, şûh adalar...

O gün ömrümde, kader,

Geçecek aşkı resimleştirmiş

Bu güzel çerçevede.



Yine dün geçtim o yoldan;

Aynı raylarda tirenler geçiyor...

Karşı dağlar, hep o dağlar...

Kıyı hep aynı kıyı

Ve deniz aynı deniz;

O gülüşten bir eser yok yalnız;

O güzel çerçeve bomboş!

Belki kalbim daha boş!

ATİK-VALDE'DEN İNEN SOKAKTA



Nihad Sami Banarlı'ya



İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,

Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,

Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti

Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;

Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,

Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;

Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları

Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.

Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;

Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.

Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,

Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri.

Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!



Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı

Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.

Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;

Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:

"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;

Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür."

BAHÇELERDEN UZAK



-Ahmed Hamdi Tanpınar’a –


İstemem artık ışık, râyiha, renk âlemini,

Koklamam yosma karanfille, güzel yâsemini.



Beni bir lâhza müsâit bulamaz idlâle,

Ne beyaz bâkire zambak, ne ateşten lâle.



Beklemem fecrini leylâklar açan nîsânın,

Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın.



Her sabah başka bahâr olsa da ben uslandım,

Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım.

BEDRİ'YE MISRALAR



- Bedri Tahir Şaman'a zarif dostluk havasının ilhamiyle -


Gelmek’çün ikinci bir hayâta,

Bir gün dönüş olsa âhiretten;

Her rûh açılıp da kâinâta,

Keyfince semâda bulsa mesken;

Tâlih bana dönse, nâzikâne;

Bir yıldızı verse mâlikâne;

Bîgâne kalır o iltifâta,

İstanbul’a dönmek isterim ben.



Bin bir tepe yükselen Boğaz’dan

Baktıkça vatan görünsün engin;

Her yıl, bin ömür boyunca, yazdan,

Yelkenler açılsa ufka gergin.

Lâkin bu ikinci varlığımda,

Son devrede, ihtiyarlığımda,

Artık çekilince söz ve sazdan,

Ömrüm İç-Erenköyü’nde geçsin.

BERGAMA HEYKELTRAŞLARI



- Muhtar Tevfikoğlu’na -


Pek tâze penbe tenlere benzer bu taşları

Yontarken eski Bergama heykeltraşları



İlham eden vucûdun edâsıyle mest imiş;

Heykeltraş demek o zaman putperest imiş.



İnsan vücûdu bazan açık, bazan örtülü,

Her çizgisiyle san’atı canlandıran büyü.



Artık dehâya eski güzellikte sinmiyor.

Gördük ki yer yüzünde ilâhlar gezinmiyor.

BİR BAŞKA TEPEDEN



Sana dün bir tepeden baktım azîz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer.



Nice revnaklı şehirler görünür dünyâda,

Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.

Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yâda

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

BİR DOSTA MISRÂLAR



Kâmildir o insan ki yaşar hâtıralarla;

Bir başka kerem beklemez artık gelecekten;

Her an doludur gözleri cânan ve baharla,

Kâm aldı bilir kendini, ömründe, felekten.



Bir kerre sevip vuslata erdiyse cihanda,

Ömrün iyi rü’yâsına dalsın, uyusun rûh.

Bin zevk aramak kaydına düşmekle zamanda,

Her gün yorulup, nafile bin yıl yaşamış Nûh.

BİR TEPEDEN



Rü’yâ gibi bir akşamı seyretmeğe geldin

Çok benzediğin memleketin her tepesinde.

Baktım: Konuşurken daha bir kerre güzeldin,

İstanbul’u duydum daha bir kerre sesinde.



Irkın seni iklîmine benzer yaratırken,

Kaç fethe koşan tuğlar ufuklarla yarışmış.

Târîhini aksettirebilsin diye çehren,

Kaç fâtihin altın kanı mermerle karışmış.

BİR YILDIZ AKTI



Bir yıldız aktı, gök ve deniz sarmaşır gibi,

Vuslatta ilk öpüşmeyi andırdı ansızın,

Birden kamaştı gözlerimiz, baktık engine.

Hulyâlı mâvilikte bu ânî parıldayış,

Tek bir dakîka sürmedi, kayboldu, sır gibi.



Sandık ki uçtu gitti bir altın kanatlı kuş.

Bir yıldızın zevâlini gördük de böylece;

Yârab; dedik, nedir bu muammâsı hilkatin?

Fânîlik ortasında yüzen sâde-dil beşer

Herhangi bir şekilde umar bir bakaa buluş.

CİN’LER



- “İyi saatte olsunlar” Atalar sözü –


Kızgın benizleriz ki parıldar görünmeden,

Titrer yanında bizleri bir lâhza vehmeden.



Vicdanların azâbıyız onlar tanır bizi;

Tâzîb için ziyârete gelmiş sanır bizi.



Her suçlunun başında hayâlî cezâsıyız,

Her âşık aldatan kadının kalb ezâsıyız.



Bir cinsimiz azâb ise vicdan ve hislere,

Bir cinsimiz de var ki belâdır nefislere.



Lâkin bu cinsimiz daha dişlek ve zorludur,

Vicdânı olmıyanları nefsinde korkutur.



Dünyâda korku nâmına bizler de olmasak,

Bilmezdi âdem-oğlu nedir şerr için yasak.



Bir def’a hisseden bizi! Bildin mi kimleriz?

Cinler veyâhut onlara benzer vehimleriz.

ÇİN KÂSESİ



Gel ey mahbûbe Çin’den!

O şîrin köşk içinden



Ki pek durgun sularda,

Uyurken bambularda,



Taşır çok yüklü dallar

Alevden potakallar.



Görün ey sevdiğim sen

Ki bir Çin kâsesinden



Gülümser bir resimdin,

Muhayyel sevgilimdin.



Bahârın neş’esinden

Uçan kuşlarla eğlen



Ve kırlangıçlarıyle,

Semâ dalgıçlarıyle,



Ya mektup yolla Çin’den,

Ya gel hulyâm içinden.

DENİZ



Bir gün deniz ölgündü. Bir oltayla balıkta,

Kuşlar gibi yalnız, yapayalnızdım açıkta.

Şehrin eleminden bir uzak merhaledeydim,

Fânîleri gökten ayıran perdeye değdim.

Rüzgârlara benzer bir uğultuyla sulardan,

Sesler geliyor sandım ilâhî kuğulardan.

Her an daha coşkun, daha yüksek, daha gergin,

Binlerce ağızdan bir ilâhî gibi engin

Sesler denizin ufkunu uçtan uca sardı,



Benzim, ölümün şi'ri yayıldıkça, sarardı.

Kalbimse bu hengâmede kuşlar gibi ürkek,

Kalbim heyecandan dedi: "Artık dönelim, çek!

Kâfî!.. Ölülerden gelen âhenge kapılma!"

Birdenbire hissettim ufuktan bir atılma.

Baktım ki deniz insanı durgun suyu yardı,

Bir dev gibi mûnis ve yosun saçları vardı.

Durdum, dedi:



"Mâdam ki deniz rûhuna sır verdi sesinden.

Gel kurtul o dar varlığının hendesesinden!

Son zevkin eğer aşk ise ummâna karış, tat!

Boynundan o cânan dediğin lâşeyi silk, at!

Kirpikleri süzgün o ihânet dolu gözler,

Rikkatle bakarken bile bir fırsatı özler.



Aldanma ki sen bir susamış rûh, o bir aç;

Sen bir susamış rûh, o bütün ten ve biraz saç.

Ummâna çıkar burda bugün beklediğin yol,

At kalbini girdâba, açıl engine, rûh ol!"

DENİZ TÜRKÜSÜ



Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!

Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.

Ömrünün geçtiği sâhilden uzaklaştıkça

Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,

Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık

Başka bir çerçevedir, git gide, dünyâ artık.

Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;

Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ...



Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala

O saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.

Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;

Hilkatin gördüğü rü'yâ biter, etrâf ağarır.

Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri,

Tâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri...

Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;

Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.



Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,

Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: "Yol nereye?"

Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,

Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan!

Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,

Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.



Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,

Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,

Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...



İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.

DUYUŞ VE DÜŞÜNÜŞ



Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer birer

Ay geçmiyor ki almayayım gamlı bir haber.



Kalbim zaman zaman bu haberlerle burkulu;

Zihnim düşünceden dağınık, gözlerim dolu.



Kaybetti asrımızda ölüm eski hüznünü,

Lâkayd olan mühimsemiyor gamlı bir günü.



Çok şey bilen diyor: "Gidecek her gelen nesil!

Ey sâde-dil! bu bahsi hayâtında böyle bil!



Hiç durmadan, hayat öğütür devreden bu çark,

Ölmek sırayladır, sıralanmakta varsa fark!"



İlmin derin görüşleri, aklın hükümleri

Doldurmuyor boşalmış olan hisli bir yeri.

DÜŞÜNCE



Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,

Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?

İnsanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok,

Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok

En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.



Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!



"Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur

"Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.



Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,

Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.

Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?



Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!



Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,

Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.

DÜŞÜNÜŞ



Zahmetli yolculukla yaşım vardı yetmişe

Zihnim, bulunduğum tepeden, daldı geçmişe.



Milyonla yıl dönen küse üstünde bir kişi

Yetmiş yılın hikâyesi bilsin mi geçmişi?



Her yerde var hayâtı birer türlü nakleden

Lâkin derin görenler usanmış hikâyeden



Derler bilir hakîkati yüzlerce feylesof;

Bir kısmı şek ve şüphede, bir kısmı hayli kof;



Aksetmiyor çoğunda fikirler ayan beyan.

Hayyâm imiş hakîkati az çok fısıldayan.

ENDÜLÜS'TE RAKS



Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı...

Şevk akşamında Endülüs üç def'a kırmızı...



Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.

İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.



Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri,

İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri...



Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;

İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.



Alnında halka halkadır âşüfte kâkülü,

Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü...



Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir;

İspanya varlığıyle bu akşam bu güldedir.



Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;

Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...



Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli...

Şeytan diyor ki sarmalı, yüz kerre öpmeli..



Gözler kamaştıran şala, meftûm eden güle,

Her kalbi dolduran zile, her sîneden: 'Ole!'

ERENKÖYÜ'NDE BAHAR



Cânan aramızda bir adındı,

Şîrin gibi hüsn ü âna unvan,

Bir sahile hem şerefti hem şan,

Çok kerre hayâlimizde cânan

Bir şi'ri hatırlatan kadındı.



Doğmuştu içimde tâ derinden

Yıldızları mâvi bir semânın;

Hazzıyla harâb idim edânın,

Hâlâ mütehayyilim sadânın

Gönlümde kalan akislerinden.



Mevsim iyi, kâinât iyiydi;

Yıldızlar o yanda, biz bu yanda,

Hulyâ gibi hoş geçen zamanda

Sandım ki güzelliğin cihanda

Bir saltanatın güzelliğiydi.



İstanbul'un öyledir bahârı;

Bir aşk oluverdi âşinâlık...

Aylarca hayâl içinde kaldık;

Zannımca Erenköyü'nde artık

Görmez felek öyle bir bahârı.

ESKİ PARİS



- 1903 – 1912 –


Eski Pâris’de bir ömür geçti;

Jaurés’in gür sadâsı devrinde,

Tuncu canlandıran ilâh’tı Rodin;

Verlaine absent’i Baudelaire afyonuna

Karışan bir sihirli haz’dı şiir.

Ayılıp hoş geçen bu rü’yâdan

Uğradık bin dokuz yüz on dörde.

İlk ateşlerle can verince Péguy

Varmışız eski âlemin sonuna.

Yaşamış olmıyan bilir mi bunu?

Eski Pâris’de bir ömür geçti,

İdeal rüzgâriyle hür geçti.



Başka yıldızda bir hayât imiş o.

Yaşamak zevki her saatte esen,

Dâimâ nurlu bir gece’ydi zaman.

Dinliyen söyliyen kadar ârif,

Seyreden oynıyan kadar hassas.

“Chat – Noir” neş’esiyle “Lune Rousse” da,

O devir, Gölgeler – Tiyatrosu’nun

Kararan perdesinde bitti gibi.

Başka yıldızda bir hayât imiş o.

His ve haz yüklü kâinât imiş o.

ESKİ MEKTUP



Adalardan gelen bu mektupta,

Oradan, bir sihirli râyiha var;

İşveler sezdiren bir üslûpta,

Bir güzel şarkı söylüyor rüzgâr,

Adalardan gelen bu mektupta.



Ben o rüzgârla şimdi baş başayım;

Gaalibâ yol göründü sevdâya;

Kendi gönlümce bir saat yaşayım;

Girmesin başka bir hayâl araya;

Ben o rüzgârla şimdi baş başayım.





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)