08-09-2020, 09:33 PM
ŞEYTANIN DÜŞMANLIĞI
إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوّاً إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ:
“Muhakkak ki şeytan sizin için bir düşmandır. Onun için süz de onu düşman olarak ittihaz ediniz.” (FATIR SURESİ – 6. AYET)
Önce şeytan hakkında kısa bir malumat verelim: Şeytan veya İblis’in mahiyeti hakkında ilim adamları çeşitli fikirler ileri sürmekle beraber kesin bir neticeye varamamışlardır. Hakikatte mayası şehvetle yoğrulmuş olan İblis, hayırdan mahrum manasına gelen İBLAS kelimesinden alınmıştır. İblis cinlerdendir. Âdemoğlu yaratılmadan önce Cinin babası olan İBLİS; meleklerin arasındaydı. Bu hususta Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوالِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلاً:
“Hani biz meleklere Âdem için secde edin demiştik te İblis’ten başkası hemen secde etmişlerdi. O ise Cin’den olduğu için Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı.” (KEHF SURESİ – 50. AYET)
İnsanoğlu yaratıldıktan sonra bütün melekler ve cinlere, O’na secde edin denildiğinde şeytan gururuna kapılarak secde etmemiş ve bu suretle lanetlenmiştir. Şeytan, Âdemoğluna secde etmediği gibi, onu iğfal edeceğini ilan etmiştir. Şeytanların reisi olan İBLİS, Allah’ın lanetine uğradıktan başka, iman cihetinden kâfirlerden sayılır. Kur’an bu durumu şöyle ifade eder:
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْلآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ:
“Hani biz meleklere, Âdem’e secde edin demiştik, onlar da hemen secde etmişlerdi. Yalnız İblis bunu yapmamış, kibrine yedirememiştir ki, o zaten kâfirlerdendi.” (BAKARA SURESİ – 34. AYET)
Bu arada şunu ifade edelim ki, İblis ile Şeytan aynı şeydir. Melekler nasıl insanlardaki yüksek liyakatlerle alakadar iseler, şeytan da onun süfli ve hayvani arzuları ile alakalıdır. İblis de insanın kötü arzularını tahrik eder. İnsan aklını iyi kullanmalı, düşmanı olan şeytana uymamalıdır. Netice olarak şunu söyleyebiliriz: İmanı zayıf olan kimse, yakasını şeytana kaptırmış demektir. Şeytan, insan ruhunun derinliklerine, nefsinin bütün hücrelerine ve dimağına yerleşerek insanı doğru yoldan ayırabilmek için çeşitli desiseler icat eder.
Bunun içindir ki, Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:
إن الشيطان يجرىمن ابن آدم مجرىالدم.
“Şeytan, Âdemoğlunun damarında kan dolaşır gibi dolaşır.”
Şeytanın şerrinden kurtulmanın tek çaresi: Allah’ın emirlerini tutmak, ibadet, hayır ve hasenat ile şeytanın belini kırmaktır. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur: “Namaz, şeytanın yüzünü karartır, sadaka belini kırar, Allah için birbirini sevmek ve amelde muhabbet, şeytanın kökünü kazır. Bunları yaparsanız, şeytan sizden şark ile garp arası kadar uzaklaşır.”
İnsan yaratılı itibarıyla hayra da şerre de, iyiliğe de kötülüğe de müsaittir. Hayrı da şerri de yadırgamaz bir yaratılıştadır. Böyle olmakla beraber insana, fücurun kötülüğü, takvanın iyiliği de bildirilmiştir. Fücur; Hakk’tan uzaklaşmak, hakk yolunu bırakıp fısk ve isyana düşmektir. Takva; masiyetten sakınmak, Allah’a kulluğa devam etmektir. Gerçekten insanın kalbine her zaman, melek ve şeytan tarafından bazı şeyler getirilir. Eğer kalpte kötülüğe doğru belli belirsiz bir gizli ses işitilirse, bilinmelidir ki, o fısıltıyı yapan şeytandır. Gizli ses te onun vesvesesidir. Bundan hemen Allah’a sığınmak gerekir. Eğer gelen ses, hak ve hayra, iyiliğe çağırıyorsa bilinmelidir ki, o ses melek tarafındandır, Allah’tandır. Bundan dolayı da Allah’a hamd etmek ve o yolu tutmak gerekir.
İnsan, yaratılışı itibarıyla şehvete düşkün, bütün kuvvet ve cihazlarını o yolda kullanmaya haristir. İnsanın varlığına nefis hükmedecek olursa, onu kötülüklere sürükleyeceği muhakkaktır. Şeytanın bu konuda mühim bir rolü vardır. Şeytanın insana düşmanlığı, Hz Âdem (AS) ile başlamıştır ve onunla yaşıttır. Allah, bu konuda şöyle buyuruyor:
وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداًحَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَـذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ:فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُواْبَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ:
“Ve biz demiştik ki, ey Âdem, sen eşinle cennette sakin ol. Onun nimetlerinden ikiniz de bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa (nefislerine) zulmedenlerden olursunuz. Nihayet onları (Âdem’le Havva’yı) şeytan bir (desiseyle) cennetten kaydırdı ve içinde bulundukları nimetten onları çıkardı. Biz de: Birbirinize düşman olarak buradan (yere) inin, yeryüzünde sizin için bir vakte (ömrünüzün sonuna kadar) yerleşmek ve menfaatlanmak vardır demiştik.” (BAKARA SURESİ – 35/36. AYETLER)
Allah, Âdem’le Havva’ya, yalnız bir ağaçtan başka her ağacın meyvelerinden yemelerinden müsaade etti. Bu suretle insana, nefsine hâkim olmayı ve iradesini kuvvetlendirmeyi öğretmek istedi. Onlar da Allah’ın emrini tuttular, cennetin bütün nimetlerinden faydalanarak saadet ve neşe içinde orada yaşadılar. Allah, Âdem (AS)’a şeytandan sakınmasını, onun şaşırtıcı sözlerine kanmamasını bildirdi. Çünkü Allah, şeytanın Âdem ve Havva’dan hoşlanmadığını, onlar için daima kötü şeyler düşündüğünü biliyordu.
Allah, Âdem (AS)’a: Ey Âdem! Şeytan senin ve eşinin düşmanıdır, bu düşmanlığı yüzünden sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht ve perişan olursunuz. Sizin için cennette aç kalmak, açıkta kalmak, susuz kalmak yoktur. Rahatınızı bozacak bir sıcaklık ta yoktur.” dedi. Âdem’le Havva, cennette rahat yaşadılar. Şeytan ise onları oradan uzaklaştırmak için durmadan tuzaklar kuruyor, dolaplar çeviriyordu. Nihayet bir fırsatını buldu ve onların yanına sokuldu:
“Ey Âdem! Sana, seni cennetle ebedi kılacak ağaca, zeval bulmaz bir devlete rehberlik ve kılavuzluk edeyim mi?” dedi. Âdem (AS) ona döndü ve ne demek istediğini sordu. Şeytan Hz Âdem (AS), Allah’ın yaklaşmamalarını emrettiği ağacı gösterdi. Hz Âdem (AS), şeytanın bu sözüne kulak vermedi, lakin şeytan yılmadı, ümidini kesmedi ve tekrar döndü: “Rabbiniz melek olurlar veya cennette ebedi kalırlar diye bu ağaca yaklaşmaktan sizi men etti. Bunu biliyor musunuz?” dedi. Hz Âdem (AS) yine kulak asmadı ve hemen oradan uzaklaştı. Şeytan arkasından koştu ve yemin etti: “Bana inanınız. Ben size öğüt ve nasihat verenlerdenim.” dedi. Şeytan bu kadar kuvvetli yemin edince, Hz Âdem ve Hz Havva düşünmeye başladılar: “Nasıl olur da bir kimse yalan yere Allah adına yemin edebilir, herhalde doğru söylüyor.” dediler. Daha sonra da Allah’ın: “Sakın yaklaşmayın.” Dediği ağacın meyvesinden yediler. Meyve daha midelerine varmamıştı ki, çırılçıplak kaldılar. Üzerlerinde elbise namına bir şey kalmadı, çok utandılar. Utandıklarından muz ağacının geniş yapraklarıyla örtündüler. Allah’tan utandılar, nereye kaçacaklarını şaşırdılar. Çünkü Allah onları görüyordu. O’nun emrine karşı gelmişlerdi. Allah, Hz Âdem (AS)’ın kaçtığını görünce ona:
“Ey Âdem! Benden mi kaçıyorsun?”dedi. Hz Âdem (AS): “Hayır ya Rabbi. Senden nereye kaçabilirim? Senden utanıyorum.” dedi. Allah, Hz Âdem (AS)’a: “Ey Âdem! Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi? O ağaçtan yemeyeceksiniz dediğim halde niçin yediniz? Dedi. Hz Âdem ve Hz Havva: “Bizi bağışla, kusurumuzu affet ya Rabbi.” dediler. Allah onlara: “Ben size emrettim. Benim emrimi dinlemediniz.” buyurunca, Hz Âdem ve Hz Havva:
قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ:
“Ey Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen herhalde (maddi manevi en büyük) zarara uğrayanlardan olacağız.” dediler. (A’RAF SURESİ – 23. AYET)
Allah Hz Âdem’e:“Ey Âdem! Sana cenneti verdim, her istediğini orada ihsan ettim. Verdiğim bunca nimetler sana yetmiyor muydu da o ağaçtan yedin?” dedi. Hz Âdem (AS): “Yüce şanına and olsun ey Rabbim! Bir kimsenin senin yüce ismini anarak yalan yere yemin edeceğine ihtimal vermemiştim.” dedi. Allah ona: “Yüce şanıma yemin olsun ki ey Âdem, sen artık yeryüzüne ineceksin. Orada sıkıntı ve güçlükler çekeceksin. Çalışarak hayatını kazanacaksın.” buyurdu. Hz Âdem (AS): “Ey Rabbimiz, senin affına sığınırız. Bizi bağışla.” diye yalvardı, mahzun oldu. Çok ağladı, yaptığına pişman oldu. Nihayet Allah ona merhamet etti. Hz Âdem (AS), tevbe istiğfar etmesi için Rabbinden emir aldı. Onları yerine getirdi. Allah tevbesini kabul ederek onu affetti.
Bu ibret verici olay, şeytanın insana ne derece düşman olduğunu göstermeye kâfi gelir. Aslında şeytan, insanoğlunun ihlâslı ve iyi niyetli olanlarından başkasını kandırmak için elinden geleni yapacağına yemin etmiştir. Bu konuda Kur’an şöyle buyurur:
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ:إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ:
“Senin izzetine (mutlak kudretine, kahrına) yemin ederim ki, ben de artık onların hepsini mutlaka azdıracağım. İçlerinden ihlâsa erdirilmiş (mümin) kulların müstesna. Dedi.” (SA’D SURESİ – 82–83. AYETLER)
Görüldüğü gibi şeytan insanları kandırmak, azdırmak, haktan uzaklaştırmak, Allah’a isyan ettirmek hususunda yemin etmiştir. Vakıa ve hadiseler, şeytanın bu husustaki azim ve sebatına delalet etmektedir. İnsan şeytanı en büyük düşmanı olarak bilmeli, onun vesvesesine ve iğvasına kapılmamalı ve şeytanın şerrinden daima Allah’a sığınmalıdır.
Allah, bir ayette şöyle buyurur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَداً وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاءُ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ:
“Ey iman edenler! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa bilsin ki, o hayâsızlığı ve fenalığı emreder. Allah’ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiç biriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.” (NUR SURESİ – 21. AYET)
Müslümanların üzerine, âlimleri ve salihleri sevmesi, onların meclislerinde bulunması, kendisine lüzumlu olan hususları sorması, nasihatlerini tutması ve şeytanı düşman kabul etmesi vaciptir. Allah şöyle buyurur:
إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوّاً إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ:
“Şüphesiz şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin; o, kendi taraftarlarını çılgın alevli cehennem yaranı olmaya çağırır.” (FATIR SURESİ – 6. AYET)
Yani Allah’a ibadet etmek suretiyle şeytana düşmanlık edin. Allah’a isyan etmekle ona tabi olmayın. Bütün hareketlerinizde, fiillerinizde ve inançlarınızda kalbi bir samimiyetle ondan kaçınınız. Bir iş işlediğiniz zaman onu iyi belleyin. Çünkü şeytan çok kere yaptığınız işe riya sokar ve size çirkin olan şeyleri güzelleştirir. Şeytanın şerrinden kurtulmak için Allah’tan yardım dileyin. Bu hususta Allah’ın yardımına çok ihtiyacınız vardır.
Akıllı insan odur ki, şeytanı düşman bilir ve ona isyan eder. Şeytanın emir ve tavsiyelerini dinlemez, vesvesesine kapılmaz. Şeytan ne emrederse onun tersini yapar. Yine akıllı insan odur ki, kendisini yoktan var eden Allah’ı bilir ve O’na itaat eder.
Peygamberimiz (SAV) yere bir çizgi çizdi ve şöyle buyurdu: “Bu Allah’ın yoludur.” Sonra o çizdiği çizginin sağında solunda birçok çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: “Bunlar da yollardır. Bu yolların her birinde şeytan vardır ki, bu yola çağırır.”
Peygamberimiz (SAV) bu sözleriyle şeytanın yollarının çokluğunu anlatmış oluyor. Şunu iyi bilmeliyiz ki, kalp bir kale gibidir. Şeytan da oraya girip işgal etmek suretiyle sahip olmak isteyen düşman gibidir. Kalenin düşmandan korunması, ancak kalenin kapıları, giriş yolları ve gediklerinin korunmasıyla mümkün olur. Kalenin kapılarını korumasını bilmeyen kimsenin kaleyi muhafaza etmeye gücü yetmez. Kalbin, şeytanın vesvesesinden korunması vaciptir. Şeytanın iğvasına def etmek, ancak onun giriş yollarını bilmekle olur. Öyleyse şeytanın giriş yolları ve kapıları kulun sıfatlarıdır. Bunların sayısı da oldukça çoktur. Bunlar da şunlardır:
1-) ÖFKE VE ŞEHEVİ İSTEKLER: Öfke, aklı giderir, zayıflatır. Akıl zayıfladığı zaman, şeytanın vesvesesi oraya hücum eder. İnsan her zaman öfkelenirse, küçük çocuğun topla oynadığı gibi şeytan da onunla oynar. Rivayet edilir ki: Velilerden bazısı şeytana: “Âdemoğluna nasıl galebe çalarsın?” diye sorarlar. Şeytan şu cevabı verir: “Onu öfkelendiği, heva ve hevesine kapıldığı zaman yakalarım.” cevabını verir.
2-) HIRS VE HASET: Kul her şeye haris olduğu zaman hırsı onu sağır ve kör yapar. İşte bu anda şeytan ona vesvese vermeye fırsat bulur. Böylece kişiye, hırslandığı şey, haram ve yasak bile olsa güzel görünür.
Rivayet edilir ki: “Hz Nuh (AS), Allah’ın emri üzerine her canlıdan bir çift alıp gemiye bindiği zaman, gemide tanımadığı bir ihtiyar görür. Bunun üzerine Hz Nuh (AS) ona der ki: “Seni buraya kim soktu?” İhtiyar: “Ben buraya senin ashabının kalplerine vesvese vermek için girdim. Onları kalpleri benimle bedenleri seninle olur.” dedi. Hz Nuh (AS): “Gemiden çık ey Allah’ın düşmanı! Çünkü sen Allah’ın lanetine uğrayan şeytansın.” der. Bunun üzerine şeytan der ki :“Beş şey vardır ki, ben onlarla insanları sapıtır, helak ederim. Onların üçünü sana söylerim, ikisini söylemem.” Tam bu sırada Allah, Hz Nuh (AS)’a şöyle vahyeder: “Senin o üçe ihtiyacın yoktur. Sana ikisini söylesin yeter.” Bunun üzerine Hz Nuh (AS) şeytana sorar: “O iki nelerdir?” Şeytan der ki: “Onlar öyle iki şeydir ki, beni yalancı çıkarmazlar. Onlar öyle iki şeydir ki, beni geride bırakmazlar. Ben onlarla insanları helak ederim. Onlar, hırs ve hasettir. Haset sebebiyle ben Allah’ın lanetine uğrayıp kovuldum. Hırsa gelince, Hz Âdem(AS)’a cennette bir ağaç hariç her şey mübah kılındı. Hz Âdem (AS)’a hırs sebebiyle dilediğimi yaptırdım. Bu yüzden Hz Âdem (AS) kendisine yasak kılınan meyveye yaklaştı.”
3-) DOYASIYA YEMEK YEMEK: Yenen gıdalar tertemiz, helal olsa da tokluk daima faydalanarak insanları yoldan çıkarır, Allah’a isyan ettirir.
Rivayet edilir ki: Şeytan Hz Yahya (AS)’a görünür. Hz Yahya (AS) şeytanın elinde her şeyden yapılmış ucu çengelli şeyler görür ve sorar: “Bu çengeller nedir? Şeytan cevap verir: “Âdemoğlunun sapıttığım şehevi istekleridir.” Hz Yahya (AS) tekrar sorar: “Onların içinde bana ait bir şey var mıdır?” Şeytan cevap verdi:“Bazı kereler çok yemek yedin de sana namazdan ve zikirden ağırlık verdik.” Hz Yahya (AS) sordu: “Başka bir eş var mıdır?” Şeytan: “Hayır” dedi. Hz Yahya (AS): “Allah’a yemin ederim ki, bir daha midemi ebediyen yemekle doldurmam.” dedi. Bunun üzerine şeytan da dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki, ben de bunu bir daha ebediyen kimseye söylemem.”
Şu halde mide tıka-basa doldurulmamalıdır. Her şeyde israf olduğu gibi, yemek yemede de israf, normalin üzerinde fazla yemek yemek te doğru olmaz. Şeytan bundan faydalanır ve insanı doğru yoldan sapıtır, azdırır ve isyan ettirir.
Ebu Süleyman Darani der ki: “Kim çok yerse altı afete maruz kalır:
1-) İbadetten zevk alamaz.
2-) Hikmetli şeyleri hıfzetmesi güçleşir.
3-) Mahlûkata şefkatli olma gibi yüksek bir insani duygudan mahrum kalır. Çünkü kendisi tok olunca, herkesin ve her canlının da kendisi gibi tok olduğunu sanır.
4-) Vücudu ağırlaştığı için ibadet ağır gelir.
5-) Nefsanî heves ve arzuları artar.
6-) Diğer müminler ibadethanelerin etrafında dolaşırken, o mezbeleliklerde dolaşır.
4-) İŞLERDE TEENİYİ TERKETMEK, ACELECİ OLMAK: Bütün işlerde itidalli hareket edilmelidir. Teenniyle ve temkinli hareket edilmelidir. Kesinlikle acele edilmemelidir. Acelecilik, şeytanı sevindirir, mümini ise yerindirir. Peygamberimiz (SAV) bu hususta şöyle buyurur:
ألتأنىمن الله والعجلة من الشيطان.
“Teenni Allah’tan, acelecilik ise şeytandandır.”
Başka bir hadislerinde de: “Acele şeytandandır. Teenni ise Rahman’dandır. Acele edildiği zaman şeytan insana idrak edemediği yerden şerrini kabul ettirir.” buyurmuşlardır.
Rivayet olunur ki, Hz İsa (AS) doğduğu zaman, şeytanlar reislerine yani İblis’e gelerek derler ki: “Bugün putların başları aşağı eğilip yıkılmıştır.” İblis te: “Siz yerinizde durun, bu yeni bir hadisedir.” der. Yeryüzünü dolaşır, fakat İsa (AS)’ın doğması ve meleklerin onu ziyaret etmesinden başka bir şey bulamaz. Geri döner ve şeytanlara der ki: “Dün gece bir peygamber doğdu. Benim bir kadın hamile kalıp, doğumunu yaptığında yanında bulunmamam vaki değildir. Ancak bundan haberim olmadı.” İsa (AS)’ın doğduğu bu geceden sonra putlara taptırmaktan meyus olan şeytanlara İblis şöyle der: “Âdemoğullarına acelecilik, hafifmeşreplik yönünden girin, onları bu yoldan yakalayın.”
4-) MAL, MÜLK, PARA: Şeytan insanları mal, mülk ve para vasıtasıyla da kandırır, yoldan çıkarır, isyan ettirir. İnsanın ihtiyacından fazla olan mal, mülk ve para, binitler, akarlar v.s. şeylerin hepsi şeytanın karargâh kurduğu şeylerdir. Bunlar vasıtasıyla insanı saptırır, Allah’tan uzaklaştırır.
Sabit El- Bennani der ki: “Peygamberimiz (SAV) peygamber olarak gönderildiği zaman İblis, şeytanlara dedi: “Bir hadise vardır, bakın bakalım o nedir?” Şeytanlar giderler, dolaşırlar fakat bir şey bulamazlar. Sonra İblis’e gelerek şöyle derler: “Biz bir şey anlayamadık.” İblis: “Ben size hayırlı bir haberle gelirim.” diyerek ayrılır gider. Döndükten sonra şeytanlara der ki: “Allah, Hz Muhammed (SAV)’i peygamber olarak göndermiştir.” Bundan sonra İblis duramaz, şeytanlarını Hz Peygamber (SAV)’in Ashabına gönderir. Onları sapıtmak için. Fakat her defasında şeytanlar başarısızlığa düşerek dönerler ve İblis’e şöyle derler: “Biz hiçbir gün böylelerini görmedik. Bunlara günah işletiriz, sonra bunlar kalkıp namazlarını kılarlar. Kıldıkları namazları, bizim işlettiğimiz günahları yok eder, silip atar.” Bunun üzerine İblis onlara şöyle der: “Yavaş olun, umulur ki Allah onlara dünya fetheder (onlara dünyalık mal, mülk ve para verir de biz onlardan istediklerimizi elde ederiz.”
Şu halde mal, mülk ve para sahiplerinin çok dikkatli olmaları gerekir. Devamlı surette malı helal yoldan kazanıp meşru şekilde harcamalı, şeytanın kendilerini sapıtmalarına fırsat vermemelidirler.
5-) CİMRİLİK VE FAKİR OLMA KORKUSU: Şeytan cimrilik ve fakir olma korkusuyla da insanları hak yoldan uzaklaştırır. Cimrilik ve fakir olma korkusu, Allah yolunda harcamayı engeller. Bu hastalığa müptela olan insanlar daima mal ve mülkü stok yapmayı, parayı kasalamayı severler. Şeytanların yuvası olan Pazaryerleri ve sokakları devamlı olarak mal toplamak için dolaşmayı adet haline getirmek ise cimrilik ve hırsın afetlerindendir. Peygamberimiz (SAV) bir hadislerinde şöyle buyurur:
ولايجتمع الشح والإيمان فىقلب عبدأبدا
“Cimrilikle iman hiçbir zaman bir kulun kalbinde toplanmaz.”
Cimrilik, kötü hasletlerin başında gelir. Cimriliği ifrada varan kimse, helal-haram ayırt etmez, zekât vermez, hayır ve hasenata koşmaz. Aç ve çıplakları gözetmez. Bütün derdi ve düşüncesi, para ve madde olur. Bu duruma düşenin yeri ise cehennem olur. Şeytanın tuzağından kurtulamaz, hakkı bulamaz.
Mümin helalinden kazanmalı, meşru bir şekilde harcamalı. Aile fertlerinin ihtiyaçlarını normal şekilde karşılamalı, hayır-hasenat yapmalı, açları doyurmalı, çıplakları giydirmelidir. Bilmeli ki, Allah yolunda harcanan paralar artar, eksilmez. Buna inanmalı ve iman etmeli…
ŞEYTANI YOK EDEN SİLAH
Her insanın mutlaka bir şeytanı vardır. İnsanı yoldan çıkartmak, sapıtmak, Allah’a isyan ettirmek ister. Bunun yanında müminin yapacağı ibadetler, taatlar, hayır ve hasenatlar şeytanı kahreder, öldürür. Nitekim İbni Abbas (RA) şöyle anlatıyor:
“Bir gün Hz Peygamber (SAV) camiden çıkarken, kapıda birden bire şeytanla karşılaştı. Şeytana: “Benim camimin kapısında ne arıyorsun?” diye sordu. Şeytan da:“Ey Muhammed (SAV)! Beni buraya Allah gönderdi.” diye cevap verdi. Hz Peygamber (SAV): “Neden?” diye sorunca, Şeytan: “Bana bir takım sorular sorman için. Dilediğini sorabilirsin. Hepsini cevaplayacağım.” dedi.
İbni Abbas (RA) diyor ki: “Evvela namaza ait bir soruyla konuya giren Peygamberimiz (SAV) ile mel’un şeytan arasında şu soru ve cevaplar cereyan etmiştir:
Hz Peygamber (SAV):“Ey şeytan! Ümmetimin camiye gelip cemaat halinde namaz kılmalarına neden engel oluyorsun?” diye sordu.
Şeytan şöyle cevap verdi: “Ey Muhammed (SAV)! Ümmetin namaz kılmak üzere camilere akın ettiğinde beni şiddetli bir sıtma nöbeti tutuyor. Bu nöbet ta camiden cemaat dağılıncaya kadar geçmiyor ve beni tir tir titretiyor. Ne yapayım? Böyle bir sıtmaya tutulmamak için camiye akın eden her müminin karşısına dikiliyor ve camiye gitmemesi için bütün hile ve tuzaklarımla engel olmaya çalışıyorum.”
Hz Peygamber (SAV): “Ey Şeytan! Ümmetimin Kur’an okumasına neden mani oluyorsun?” diye sordu.
Şeytan şöyle cevap verdi: “Ey Muhammed (SAV)! Hiç sorma. Müminler Kur’an okurken ben kalayın ateşte eridiği gibi cızır cızır ediyorum. İçim gidiyor. Nasıl karşı çıkmam? Elbette karşı çıkarım.”
Hz Peygamber (SAV): “Ey Şeytan! Ümmetimin Allah yolunda cihat etmesine neden engel oluyorsun?” diye sordu.
Şeytan şöyle cevap verdi: “Ey Muhammed (SAV)! Ümmetin Allah yolunda cihada tutuştuğunda benim ayaklarıma sanki köstek vuruluyor. Bu köstek onlar savaş alanından dönünceye kadar çözülmüyor. İşte bu yüzden müminlerin cihat etmesine engel oluyorum.”
Peygamberimiz (SAV): “Ey Şeytan! Ümmetimin hac vazifelerini yapmalarına neden engel oluyorsun?” diye sordu.
Şeytan şöyle cevap verdi: “Ey Muhammed (SAV)! Ümmetin hac borcunu ödemek gayesiyle yola çıktığında sanki ben zincire vuruluyorum. O sebeple hacca gidenlere bütün gücümle engel oluyorum.”
Hz Peygamber (SAV): “Ey Şeytan! Ümmetimin zekât ve sadaka vermelerine neden engel oluyorsun?” diye sordu.
Şeytan şu cevabı verdi: “Ey Muhammed (SAV)! Senin ümmetin zekât ve sadaka vermeye kalkıştığında sanki boynuma büyük ve keskin bir testere çekiliyor. Beni tahta biçer gibi parçalıyor. O yüzden zekât ve sadaka verenlere engel oluyorum.”
Şu halde namaz kılalım, Kur’an-ı Kerim’i bol bol okuyalım, Allah yolunda cihat edelim, hacca gidelim, zekât ve sadakayı bol verelim. Allah’ı çok zikredelim de şeytanın bizi kandırmasına engel olalım…
DUALAR NEDEN KABUL EDİLMİYOR?
Âlimlerden biri dedi ki: “İyilik yapanı iyiliğiyle tanıdıktan sonra, ona karşı isyan eden şeytanı saldırganlığıyla tanıdıktan sonra o mel’una itaat eden kimse ne acayiptir? Böyle bir kimsenin haline acımamak elde değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah şöyle buyuruyor:
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ:
“Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin size karşılığını vereyim (duanızı kabul edeyim.) (MÜ’MİN SURESİ – 60. AYET)
Hâlbuki sen Allah’a dua ediyorsun o sana cevap vermiyor. Allah’ı anıyorsun ama şeytan senden kaçmıyor. Zira zikrin ve duanın şartları ortada yoktur.”
İbrahim Ethem Hazretleri, Basra çarşısından geçiyordu. İnsanlar onu bulmuşken etrafında toplandılar ve sordular: “Ey Ebu İshak! Biz Allah’a dua ediyoruz ama Allah dualarımızı kabul etmiyor. Niçin?” İbrahim Ethem şu cevabı verdi: “Sizin kalpleriniz şu on şeydan dolayı ölmüş:” Tekrar sordular: “Acaba kalplerimizi öldüren şeyler nedir?” İbrahim Ethem cevap verdi: “Kalplerinizi öldüren on haslet şunlardır:
1-) Allah’ın hakkını bildiğiniz halde yerine getirmediniz.
2-) Kur’an-ı Kerim’i okudunuz, fakat hükümleriyle amel etmediniz.
3-) Biz Allah’ın Resulünü (SAV) seviyoruz dediniz, fakat sünnetini terk ettiniz.
4-) Allah’ın nimetini yersiniz; ama onun şükrünü eda etmezsiniz.
5-) Ölüm haktır dediğiniz halde, ölüm için hazırlık yapmadınız.
6-) Şeytanın düşman olduğunu iddia ettiğiniz halde, günah işlemede ona itaat ettiniz.
7-) Biz ateşten (cehennemden) korkarız dediğiniz halde nefis ve şeytana uymak suretiyle kendi nefsinizi elinizle ateşe attınız.
8-) Biz cenneti seviyoruz dediniz, fakat cennet için hiçbir amel yapmadınız.
9-) Ölüleriniz gömersiniz; ama onlardan ibret almazsınız.
10-) Yataklarınızdan kalktığınız zaman, ayıplarınızı sırtınızın arkasına atıyorsunuz, halkın ayıplarını getirip önünüze seriyorsunuz. Böylece Rabbinizin gazaba getiriyorsunuz. Durum böyleyken Rabbiniz sizin dualarınızı nasıl kabul edecektir?”
Hülasa; Dualarımızın Allah katında kabule şayan olabilmesi için, Allah’ın nimetlerine karşı şükür görevimizi yerine getirmeliyiz. Emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmalıyız. Kur’an-ı Kerim’i çok okumalıyız. Hz Peygamber (SAV)’e karşı olan sevgimizin nişanesi olarak sünnetine tabi olmalıyız. Sünnete mugayir davranışlardan, bid’atlerden ve hurafelerden kaçınmalıyız. Ölümün hak olduğuna inanmalıyız ki iyi ameller işlemek suretiyle ölüme hazırlanmalıyız. Son nefeste imanla gitmenin çarelerine başvurmalıyız.
Cehennem ateşinden korkmalıyız, bizi cehenneme götürecek her türlü isyankâr davranıştan, günahları işlemekten sakınmalıyız. Sık sık işlediğimiz günahların affı için tevbe ve istiğfara başvurmalıyız. Cennete ve cennetteki ebedi nimetlere kavuşmak için gereken hazırlığı yapmalıyız. İbadet, taat, hayır ve hasenatla meşgul olmalıyız. Allah ve Resulü (SAV)’in yolundan bir saniye bile olsa ayrılmamalıyız.
İnsanlara karşı din kardeşliği görevlerimizi noksansız yapmalıyız. Herkesin yardımına koşmalıyız. Bütün müminleri sevmeli ve saymalıyız. Kimseye kırıcı davranış ve harekette bulunmamalıyız. Hiç kimsenin arkasından konuşmamalı, ayıplarını sayıp dökmemeliyiz.
Şeytanı düşman bilmeliyiz. Dualarımızın kabulüne mani olacağını, çeşitli vesveselerle ve desiselerle bizi hak yoldan uzaklaştıracağını, isyan ve tuğyanlarımızı çoğaltmak suretiyle bizi ateşe atmak için gayret göstereceğini gözden ve gönülden uzak tutmamalıyız. Yüce Rabbimizin şu emrine kulak verelim:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَداً وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاءُ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ:
“Ey iman edenler! Şeytanın izi ardınca gitmeyin. Kim şeytanın izine uyarsa bilsin ki o, kötülüğü ve meşru olmayan şeyi emreder. Eğer üzerinizde Allah’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiç biri ebediyen (günah kirinden) temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, her şeyi işitir, her şeyi bilir.”(NUR SURESİ – 21. AYET)
Şeytanın insanoğluna olan düşmanlığını bu kadar izah ettikten sonra, insanın zihninde iz bırakacak bir kıssaya kulak verelim: Hz Peygamber (SAV)’in şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“İSRAİL OĞULLARINDAN OLAN BİR RAHİBİN, BİR KIZLA, DOLAYISIYLA ŞEYTANLA OLAN HİKÂYESİ”
ŞEYTAN’A TABİ OLANLAR
İnsanların maddi ve manevi sahada çok düşmanları vardır. Zehirden şifa beklenemeyeceği gibi, düşmandan da vefa beklenmez. Maddi sahadaki düşmanlarımız memleketimize, vatanımıza, hürriyetimize, din ve mukaddesatımıza saldıranlardır. Namusumuza, şeref ve haysiyetimize göz dikenlerdir. Malımızda ve canımızda gözü olanlardır. Bunlar sinsi emellerini, hayallerindeki düşüncelerini gerçekleştirmek için zaman zaman birleşerek harekete geçmek, güzel yurdumuzu işgal etmek, büyük milletimizi esir almak, istiklal ve hürriyetimizi, namus ve şerefimizi yok etmek ve ortadan kaldırmak sevdasına kapılırlar. Eğer günün birinde bu hainler güzel vatanımıza saldıracak olurlarsa bu mütecaviz düşmanları yok etmek için, yediden yetmişe kadar hepimiz cihat ederiz. Çünkü bu durumda cihat etmek üzerimize farz olur.
Manevi düşmanlarımız ise; şeytan ve ona tabi olanlardır. Manevi sahadaki düşmanlarla mücadele etmek te üzerimize düşen bir vecibedir. Şeytan manevi hayatımıza kastettiği, imanımıza saldırdığı, dolayısıyla bizi Allah’ın rızasından uzaklaştırmak istediği için en büyük düşmanımızdır.
Şeytana tabi olanlara gelince: Mukaddes mefhumlardan soyulmuş, Peygamber, din iman, kur’an… Tanımayan, dalalet ve rezaletin verdiği sersemlikle hak ve hakikatten ayrılan, bunlara yüz çeviren, batılı hak olarak kabul eden, başkalarının da kendisi gibi olmasını arzu eden nasipsizlerdir ki, Bunlar da insan kılığına girmiş olan şeytanlardır. Bunların her ikisinin şerrinden de Allah’a sığınırız.
Nitekim Allah Nas suresinde şöyle buyuruyor:
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ:مَلِكِ النَّاسِ:إِلَهِ النَّاسِ:مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ:الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ:مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ:
“(Ey Resulüm) de ki: Sığınırım insanların Rabbine, İnsanların melikine (hükümdarlar hükümdarına), insanların ilahına; o sinsi şeytanın şerrinden… Öyle bir şeytan ki, insanların kalplerine vesvese verir. (O şeytan), cinlerden de olur, insanlardan da.” (NAS SURESİ – 1–6. AYETLER)
Bu azılı düşmana karşı daima hazırlıklı bulunmak, onu mağlup etmek için her zaman tedbirli olmamız lazım. Zira Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor:
وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْإِنسَانِ خَذُولاً:
“Şeytan, insanı (başına bir bela gelince) yapayalnız ve yardımsız bırakandır.”(FURKAN SURESİ – 29. AYET)
Dünyada insanı azdırıp başına bir türlü bela ve felaket indiğinde insanı yapayalnız bırakır. Ona en ufak bir yardımda bulunmaz. Ahirette, yine insanın kendisine uymasından dolayı çeşitli azaplara düçar olduğunda yine yalnız bırakır. Azaplar içerisinde kıvranan insan, şeytandan medet ve yardım bekleyince, Şeytan: “Beni kınamayın, kendi nefsinizi kınayın. Zira beni görmediniz, sesimi işitmediniz. Ancak kalbinize verdiğim vesveseye kapıldınız, bana uydunuz, itaat ettiniz. Hâlbuki size peygamber geldi, din geldi, Kur’an geldi. Onu gördüğünüz, duyduğunuz halde onlara uymadığınız için kendinizi suçlayın, beni suçlamayın.” der. Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurur:
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم مَّا أَنَاْبِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَاأَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ:
“İş bitince (cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme girince), şeytan ateşte olanlara der ki: Doğrusu Allah size gerçeği vaat etti. Ben de size vaat ettim ama yalancı çıktım. Aslında sizin üzerinizde bir hâkimiyetim yoktu; ancak sizi (batıla) çağırdım, siz de hemen uydunuz. Artık beni kötülemeyiniz, nefislerinizi kötüleyiniz. Ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Doğrusu ben bundan önce sizin beni Allah’a ortak koşmanıza inanmamıştım.” (İBRAHİM SURESİ – 22. AYET)
İnsan o zaman şeytana uymanın ne kadar büyük bir felaket olduğunu anlar. Ama iş işten geçmiş, son pişmanlık fayda vermez olmuştur, ateş ona dokunmuştur.
O halde ey Müslüman! Dostunu düşmanını tanı. Seni dininden, imanından, her türlü manevi ve mukaddes değerlerinden mahrum etmek, ebedi cehennemlik yapmak isteyen şeytanın arkasından gitme, ona tabi olma. Şeytana uyanlara, ona hizmet edenlere de aldırma. Şeytanın dostları da kendisi gibi ebedi düşmanlarındır, bunu iyi bil ve asla aklında çıkarma.
ŞEYTANIN DOSTLARI ŞUNLARDIR:
1-) Baş düşmanı Hz Muhammed (SAV)’dir.
2-) Mütevazı, alçakgönüllü zengindir.
3-) Adaletli hükümdardır.
4-) Doğru olup, yalan söylemeyen tüccardır.
5-) Nasihat ve öğüt kabul eden mümindir.
6-) Merhametli ve şefkatli mümindir.
7-) Haram ve şüpheli şeylerden sakınan kişidir.
8-) Temizliğe devam eden mümindir.
9-) Tevbe eden ve tevbesinde sebat gösteren, tevbesini asla bozmayan kimsedir.
10-) İlmiyle amel eden âlimdir.
11-) Allah rızası için sadaka veren kimsedir.
12-) Güzel ahlak sahibi olan mümindir.
13-) İnsanlara faydalı olan kimsedir.
14-) Hafız olup, Kur’an-ı Kerim’i devamlı okuyan kimsedir.
15-) İnsanlar uyurken gece kalkıp Allah rızası için nafile ibadet yapan kimsedir.
İşte bunlar şeytanın düşmanları, asla sevmediği kimselerdir.
ŞEYTANIN DOSTLARI VE ARKADAŞLARI:
1-) Baş dostu ve arkadaşı zalim hükümdarlardır.
2-) Kibirli ve gururlu olan zengindir.
3-) Hain, yalancı ve ihtikâr yapan tüccardır.
4-) İçki içen ve kumar oynayan kimselerdir.
5-) Riyakâr ve dalkavuk olan kimselerdir.
6-) İftira eden ve yalan söyleyen kimselerdir.
7-) Yetimin malını haksız olarak yiyen kimselerdir.
8-) Namaz kılmayan kimselerdir.
9-) Zekât vermeyen kimselerdir.
10-) Hırs ve tamah sahibi olan kimselerdir.
İşte bunlar şeytanın dost ve arkadaşlarıdır. Şeytan bunları çok sever. Onları azdırır, uçuruma sürükler, neticede onları yine de yalnız bırakır, yardım etmez.
Gerçek Müslüman’a yakışan, şeytana düşmanı olmasıdır. Şeytan düşman olunca da kazançlı olur. Dost olunca ise zararlı olur. Zira şeytanın düşmanları, Allah ve Rasülü (SAV)’in dostlarıdır. Şeytana dost ve arkadaş olmak Müslüman için büyük bir felakettir. Her fırsatta şeytanın şerrinden Allah’a sığınalım.
ŞEYTANA UYANIN DİNİ GİDER
Hz Ebu Bekir Sıddık (RA) şöyle buyurur:
“Şüphesiz İblis senin önünde durmuş, nefsin sağında, heva solunda, dünya arkanda, uzuvların etrafında, Allah mekândan münezzeh olarak kudretiyle üstünde… İblis seni dinini terk etmeye davet ediyor. Nefis, seni günahlara çağırıyor. Heva, seni şehvete davet ediyor. Dünya, seni ahiret üzerine kendisini tercih etmeye çağırıyor. Azaların, seni günahlara doğru davet ediyor. Cebbar olan Allah ise seni cennete ve mağfirete çağırıyor:
وَاللّهُ يَدْعُوَ إِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِإِذْنِهِ وَيُبَيِّنُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ:
“Allah ise kendi izni ve iradesiyle cennete, mağfirete çağırıyor.” (BAKARA SURESİ – 221. AYET)
O halde İblisin çağrısına, davetine icabet edenin, ona uyanın dini gider. Nefsin davetine icabet edenin aklı gider. Dünyanın davetine icabet edenin ahireti gider. Azaların davetine icabet edenin cennetin gider. Allah’ın davetine icabet edenin kötülük ve günahları gider ve bütün hayırlara nail olur.”
İnsan her an hata yapabilir, günah işleyebilir. Hemen akabinde pişmanlık duyması, kusurunu itiraf ederek tevbe ve istiğfarda bulunması gerekir. Tevbe etmede ve af dilemede acele etmesi lehine olur, günahları affa uğrar.
Muhammed b. Duri demiştir ki: “İblis 5 şeyden dolayı bedbaht olmuştur:
1-) İşlediği günahı ikrar etmediğinden
2-) Nedamet duymadığından
3-) Nefsini kınayıp ayıplamadığından
4-) Tevbe etmeye azmetmediğinden
5-) Allah’ın rahmetinden ümidini kesip, ümitsiz olduğundan
Hz Âdem (AS) ise şu 5 şeyden dolayı mesut olmuştur:
1-) Günahını itiraf ve ikrar ettiğinden
2-) İşlediği günah üzerine pişmanlık duyduğundan
3-) Nefsini kınayıp ayıpladığından
4-) Tevbe etmede acele ettiğinden
5-) Allah’ın rahmetinden ümidini kesmediğinden, ümitsiz olmadığından
إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوّاً إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ:
“Muhakkak ki şeytan sizin için bir düşmandır. Onun için süz de onu düşman olarak ittihaz ediniz.” (FATIR SURESİ – 6. AYET)
Önce şeytan hakkında kısa bir malumat verelim: Şeytan veya İblis’in mahiyeti hakkında ilim adamları çeşitli fikirler ileri sürmekle beraber kesin bir neticeye varamamışlardır. Hakikatte mayası şehvetle yoğrulmuş olan İblis, hayırdan mahrum manasına gelen İBLAS kelimesinden alınmıştır. İblis cinlerdendir. Âdemoğlu yaratılmadan önce Cinin babası olan İBLİS; meleklerin arasındaydı. Bu hususta Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوالِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلاً:
“Hani biz meleklere Âdem için secde edin demiştik te İblis’ten başkası hemen secde etmişlerdi. O ise Cin’den olduğu için Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı.” (KEHF SURESİ – 50. AYET)
İnsanoğlu yaratıldıktan sonra bütün melekler ve cinlere, O’na secde edin denildiğinde şeytan gururuna kapılarak secde etmemiş ve bu suretle lanetlenmiştir. Şeytan, Âdemoğluna secde etmediği gibi, onu iğfal edeceğini ilan etmiştir. Şeytanların reisi olan İBLİS, Allah’ın lanetine uğradıktan başka, iman cihetinden kâfirlerden sayılır. Kur’an bu durumu şöyle ifade eder:
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْلآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ:
“Hani biz meleklere, Âdem’e secde edin demiştik, onlar da hemen secde etmişlerdi. Yalnız İblis bunu yapmamış, kibrine yedirememiştir ki, o zaten kâfirlerdendi.” (BAKARA SURESİ – 34. AYET)
Bu arada şunu ifade edelim ki, İblis ile Şeytan aynı şeydir. Melekler nasıl insanlardaki yüksek liyakatlerle alakadar iseler, şeytan da onun süfli ve hayvani arzuları ile alakalıdır. İblis de insanın kötü arzularını tahrik eder. İnsan aklını iyi kullanmalı, düşmanı olan şeytana uymamalıdır. Netice olarak şunu söyleyebiliriz: İmanı zayıf olan kimse, yakasını şeytana kaptırmış demektir. Şeytan, insan ruhunun derinliklerine, nefsinin bütün hücrelerine ve dimağına yerleşerek insanı doğru yoldan ayırabilmek için çeşitli desiseler icat eder.
Bunun içindir ki, Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:
إن الشيطان يجرىمن ابن آدم مجرىالدم.
“Şeytan, Âdemoğlunun damarında kan dolaşır gibi dolaşır.”
Şeytanın şerrinden kurtulmanın tek çaresi: Allah’ın emirlerini tutmak, ibadet, hayır ve hasenat ile şeytanın belini kırmaktır. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur: “Namaz, şeytanın yüzünü karartır, sadaka belini kırar, Allah için birbirini sevmek ve amelde muhabbet, şeytanın kökünü kazır. Bunları yaparsanız, şeytan sizden şark ile garp arası kadar uzaklaşır.”
İnsan yaratılı itibarıyla hayra da şerre de, iyiliğe de kötülüğe de müsaittir. Hayrı da şerri de yadırgamaz bir yaratılıştadır. Böyle olmakla beraber insana, fücurun kötülüğü, takvanın iyiliği de bildirilmiştir. Fücur; Hakk’tan uzaklaşmak, hakk yolunu bırakıp fısk ve isyana düşmektir. Takva; masiyetten sakınmak, Allah’a kulluğa devam etmektir. Gerçekten insanın kalbine her zaman, melek ve şeytan tarafından bazı şeyler getirilir. Eğer kalpte kötülüğe doğru belli belirsiz bir gizli ses işitilirse, bilinmelidir ki, o fısıltıyı yapan şeytandır. Gizli ses te onun vesvesesidir. Bundan hemen Allah’a sığınmak gerekir. Eğer gelen ses, hak ve hayra, iyiliğe çağırıyorsa bilinmelidir ki, o ses melek tarafındandır, Allah’tandır. Bundan dolayı da Allah’a hamd etmek ve o yolu tutmak gerekir.
İnsan, yaratılışı itibarıyla şehvete düşkün, bütün kuvvet ve cihazlarını o yolda kullanmaya haristir. İnsanın varlığına nefis hükmedecek olursa, onu kötülüklere sürükleyeceği muhakkaktır. Şeytanın bu konuda mühim bir rolü vardır. Şeytanın insana düşmanlığı, Hz Âdem (AS) ile başlamıştır ve onunla yaşıttır. Allah, bu konuda şöyle buyuruyor:
وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداًحَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَـذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ:فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُواْبَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ:
“Ve biz demiştik ki, ey Âdem, sen eşinle cennette sakin ol. Onun nimetlerinden ikiniz de bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa (nefislerine) zulmedenlerden olursunuz. Nihayet onları (Âdem’le Havva’yı) şeytan bir (desiseyle) cennetten kaydırdı ve içinde bulundukları nimetten onları çıkardı. Biz de: Birbirinize düşman olarak buradan (yere) inin, yeryüzünde sizin için bir vakte (ömrünüzün sonuna kadar) yerleşmek ve menfaatlanmak vardır demiştik.” (BAKARA SURESİ – 35/36. AYETLER)
Allah, Âdem’le Havva’ya, yalnız bir ağaçtan başka her ağacın meyvelerinden yemelerinden müsaade etti. Bu suretle insana, nefsine hâkim olmayı ve iradesini kuvvetlendirmeyi öğretmek istedi. Onlar da Allah’ın emrini tuttular, cennetin bütün nimetlerinden faydalanarak saadet ve neşe içinde orada yaşadılar. Allah, Âdem (AS)’a şeytandan sakınmasını, onun şaşırtıcı sözlerine kanmamasını bildirdi. Çünkü Allah, şeytanın Âdem ve Havva’dan hoşlanmadığını, onlar için daima kötü şeyler düşündüğünü biliyordu.
Allah, Âdem (AS)’a: Ey Âdem! Şeytan senin ve eşinin düşmanıdır, bu düşmanlığı yüzünden sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht ve perişan olursunuz. Sizin için cennette aç kalmak, açıkta kalmak, susuz kalmak yoktur. Rahatınızı bozacak bir sıcaklık ta yoktur.” dedi. Âdem’le Havva, cennette rahat yaşadılar. Şeytan ise onları oradan uzaklaştırmak için durmadan tuzaklar kuruyor, dolaplar çeviriyordu. Nihayet bir fırsatını buldu ve onların yanına sokuldu:
“Ey Âdem! Sana, seni cennetle ebedi kılacak ağaca, zeval bulmaz bir devlete rehberlik ve kılavuzluk edeyim mi?” dedi. Âdem (AS) ona döndü ve ne demek istediğini sordu. Şeytan Hz Âdem (AS), Allah’ın yaklaşmamalarını emrettiği ağacı gösterdi. Hz Âdem (AS), şeytanın bu sözüne kulak vermedi, lakin şeytan yılmadı, ümidini kesmedi ve tekrar döndü: “Rabbiniz melek olurlar veya cennette ebedi kalırlar diye bu ağaca yaklaşmaktan sizi men etti. Bunu biliyor musunuz?” dedi. Hz Âdem (AS) yine kulak asmadı ve hemen oradan uzaklaştı. Şeytan arkasından koştu ve yemin etti: “Bana inanınız. Ben size öğüt ve nasihat verenlerdenim.” dedi. Şeytan bu kadar kuvvetli yemin edince, Hz Âdem ve Hz Havva düşünmeye başladılar: “Nasıl olur da bir kimse yalan yere Allah adına yemin edebilir, herhalde doğru söylüyor.” dediler. Daha sonra da Allah’ın: “Sakın yaklaşmayın.” Dediği ağacın meyvesinden yediler. Meyve daha midelerine varmamıştı ki, çırılçıplak kaldılar. Üzerlerinde elbise namına bir şey kalmadı, çok utandılar. Utandıklarından muz ağacının geniş yapraklarıyla örtündüler. Allah’tan utandılar, nereye kaçacaklarını şaşırdılar. Çünkü Allah onları görüyordu. O’nun emrine karşı gelmişlerdi. Allah, Hz Âdem (AS)’ın kaçtığını görünce ona:
“Ey Âdem! Benden mi kaçıyorsun?”dedi. Hz Âdem (AS): “Hayır ya Rabbi. Senden nereye kaçabilirim? Senden utanıyorum.” dedi. Allah, Hz Âdem (AS)’a: “Ey Âdem! Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi? O ağaçtan yemeyeceksiniz dediğim halde niçin yediniz? Dedi. Hz Âdem ve Hz Havva: “Bizi bağışla, kusurumuzu affet ya Rabbi.” dediler. Allah onlara: “Ben size emrettim. Benim emrimi dinlemediniz.” buyurunca, Hz Âdem ve Hz Havva:
قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ:
“Ey Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen herhalde (maddi manevi en büyük) zarara uğrayanlardan olacağız.” dediler. (A’RAF SURESİ – 23. AYET)
Allah Hz Âdem’e:“Ey Âdem! Sana cenneti verdim, her istediğini orada ihsan ettim. Verdiğim bunca nimetler sana yetmiyor muydu da o ağaçtan yedin?” dedi. Hz Âdem (AS): “Yüce şanına and olsun ey Rabbim! Bir kimsenin senin yüce ismini anarak yalan yere yemin edeceğine ihtimal vermemiştim.” dedi. Allah ona: “Yüce şanıma yemin olsun ki ey Âdem, sen artık yeryüzüne ineceksin. Orada sıkıntı ve güçlükler çekeceksin. Çalışarak hayatını kazanacaksın.” buyurdu. Hz Âdem (AS): “Ey Rabbimiz, senin affına sığınırız. Bizi bağışla.” diye yalvardı, mahzun oldu. Çok ağladı, yaptığına pişman oldu. Nihayet Allah ona merhamet etti. Hz Âdem (AS), tevbe istiğfar etmesi için Rabbinden emir aldı. Onları yerine getirdi. Allah tevbesini kabul ederek onu affetti.
Bu ibret verici olay, şeytanın insana ne derece düşman olduğunu göstermeye kâfi gelir. Aslında şeytan, insanoğlunun ihlâslı ve iyi niyetli olanlarından başkasını kandırmak için elinden geleni yapacağına yemin etmiştir. Bu konuda Kur’an şöyle buyurur:
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ:إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ:
“Senin izzetine (mutlak kudretine, kahrına) yemin ederim ki, ben de artık onların hepsini mutlaka azdıracağım. İçlerinden ihlâsa erdirilmiş (mümin) kulların müstesna. Dedi.” (SA’D SURESİ – 82–83. AYETLER)
Görüldüğü gibi şeytan insanları kandırmak, azdırmak, haktan uzaklaştırmak, Allah’a isyan ettirmek hususunda yemin etmiştir. Vakıa ve hadiseler, şeytanın bu husustaki azim ve sebatına delalet etmektedir. İnsan şeytanı en büyük düşmanı olarak bilmeli, onun vesvesesine ve iğvasına kapılmamalı ve şeytanın şerrinden daima Allah’a sığınmalıdır.
Allah, bir ayette şöyle buyurur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَداً وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاءُ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ:
“Ey iman edenler! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa bilsin ki, o hayâsızlığı ve fenalığı emreder. Allah’ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiç biriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.” (NUR SURESİ – 21. AYET)
Müslümanların üzerine, âlimleri ve salihleri sevmesi, onların meclislerinde bulunması, kendisine lüzumlu olan hususları sorması, nasihatlerini tutması ve şeytanı düşman kabul etmesi vaciptir. Allah şöyle buyurur:
إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوّاً إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ:
“Şüphesiz şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin; o, kendi taraftarlarını çılgın alevli cehennem yaranı olmaya çağırır.” (FATIR SURESİ – 6. AYET)
Yani Allah’a ibadet etmek suretiyle şeytana düşmanlık edin. Allah’a isyan etmekle ona tabi olmayın. Bütün hareketlerinizde, fiillerinizde ve inançlarınızda kalbi bir samimiyetle ondan kaçınınız. Bir iş işlediğiniz zaman onu iyi belleyin. Çünkü şeytan çok kere yaptığınız işe riya sokar ve size çirkin olan şeyleri güzelleştirir. Şeytanın şerrinden kurtulmak için Allah’tan yardım dileyin. Bu hususta Allah’ın yardımına çok ihtiyacınız vardır.
Akıllı insan odur ki, şeytanı düşman bilir ve ona isyan eder. Şeytanın emir ve tavsiyelerini dinlemez, vesvesesine kapılmaz. Şeytan ne emrederse onun tersini yapar. Yine akıllı insan odur ki, kendisini yoktan var eden Allah’ı bilir ve O’na itaat eder.
Peygamberimiz (SAV) yere bir çizgi çizdi ve şöyle buyurdu: “Bu Allah’ın yoludur.” Sonra o çizdiği çizginin sağında solunda birçok çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: “Bunlar da yollardır. Bu yolların her birinde şeytan vardır ki, bu yola çağırır.”
Peygamberimiz (SAV) bu sözleriyle şeytanın yollarının çokluğunu anlatmış oluyor. Şunu iyi bilmeliyiz ki, kalp bir kale gibidir. Şeytan da oraya girip işgal etmek suretiyle sahip olmak isteyen düşman gibidir. Kalenin düşmandan korunması, ancak kalenin kapıları, giriş yolları ve gediklerinin korunmasıyla mümkün olur. Kalenin kapılarını korumasını bilmeyen kimsenin kaleyi muhafaza etmeye gücü yetmez. Kalbin, şeytanın vesvesesinden korunması vaciptir. Şeytanın iğvasına def etmek, ancak onun giriş yollarını bilmekle olur. Öyleyse şeytanın giriş yolları ve kapıları kulun sıfatlarıdır. Bunların sayısı da oldukça çoktur. Bunlar da şunlardır:
1-) ÖFKE VE ŞEHEVİ İSTEKLER: Öfke, aklı giderir, zayıflatır. Akıl zayıfladığı zaman, şeytanın vesvesesi oraya hücum eder. İnsan her zaman öfkelenirse, küçük çocuğun topla oynadığı gibi şeytan da onunla oynar. Rivayet edilir ki: Velilerden bazısı şeytana: “Âdemoğluna nasıl galebe çalarsın?” diye sorarlar. Şeytan şu cevabı verir: “Onu öfkelendiği, heva ve hevesine kapıldığı zaman yakalarım.” cevabını verir.
2-) HIRS VE HASET: Kul her şeye haris olduğu zaman hırsı onu sağır ve kör yapar. İşte bu anda şeytan ona vesvese vermeye fırsat bulur. Böylece kişiye, hırslandığı şey, haram ve yasak bile olsa güzel görünür.
Rivayet edilir ki: “Hz Nuh (AS), Allah’ın emri üzerine her canlıdan bir çift alıp gemiye bindiği zaman, gemide tanımadığı bir ihtiyar görür. Bunun üzerine Hz Nuh (AS) ona der ki: “Seni buraya kim soktu?” İhtiyar: “Ben buraya senin ashabının kalplerine vesvese vermek için girdim. Onları kalpleri benimle bedenleri seninle olur.” dedi. Hz Nuh (AS): “Gemiden çık ey Allah’ın düşmanı! Çünkü sen Allah’ın lanetine uğrayan şeytansın.” der. Bunun üzerine şeytan der ki :“Beş şey vardır ki, ben onlarla insanları sapıtır, helak ederim. Onların üçünü sana söylerim, ikisini söylemem.” Tam bu sırada Allah, Hz Nuh (AS)’a şöyle vahyeder: “Senin o üçe ihtiyacın yoktur. Sana ikisini söylesin yeter.” Bunun üzerine Hz Nuh (AS) şeytana sorar: “O iki nelerdir?” Şeytan der ki: “Onlar öyle iki şeydir ki, beni yalancı çıkarmazlar. Onlar öyle iki şeydir ki, beni geride bırakmazlar. Ben onlarla insanları helak ederim. Onlar, hırs ve hasettir. Haset sebebiyle ben Allah’ın lanetine uğrayıp kovuldum. Hırsa gelince, Hz Âdem(AS)’a cennette bir ağaç hariç her şey mübah kılındı. Hz Âdem (AS)’a hırs sebebiyle dilediğimi yaptırdım. Bu yüzden Hz Âdem (AS) kendisine yasak kılınan meyveye yaklaştı.”
3-) DOYASIYA YEMEK YEMEK: Yenen gıdalar tertemiz, helal olsa da tokluk daima faydalanarak insanları yoldan çıkarır, Allah’a isyan ettirir.
Rivayet edilir ki: Şeytan Hz Yahya (AS)’a görünür. Hz Yahya (AS) şeytanın elinde her şeyden yapılmış ucu çengelli şeyler görür ve sorar: “Bu çengeller nedir? Şeytan cevap verir: “Âdemoğlunun sapıttığım şehevi istekleridir.” Hz Yahya (AS) tekrar sorar: “Onların içinde bana ait bir şey var mıdır?” Şeytan cevap verdi:“Bazı kereler çok yemek yedin de sana namazdan ve zikirden ağırlık verdik.” Hz Yahya (AS) sordu: “Başka bir eş var mıdır?” Şeytan: “Hayır” dedi. Hz Yahya (AS): “Allah’a yemin ederim ki, bir daha midemi ebediyen yemekle doldurmam.” dedi. Bunun üzerine şeytan da dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki, ben de bunu bir daha ebediyen kimseye söylemem.”
Şu halde mide tıka-basa doldurulmamalıdır. Her şeyde israf olduğu gibi, yemek yemede de israf, normalin üzerinde fazla yemek yemek te doğru olmaz. Şeytan bundan faydalanır ve insanı doğru yoldan sapıtır, azdırır ve isyan ettirir.
Ebu Süleyman Darani der ki: “Kim çok yerse altı afete maruz kalır:
1-) İbadetten zevk alamaz.
2-) Hikmetli şeyleri hıfzetmesi güçleşir.
3-) Mahlûkata şefkatli olma gibi yüksek bir insani duygudan mahrum kalır. Çünkü kendisi tok olunca, herkesin ve her canlının da kendisi gibi tok olduğunu sanır.
4-) Vücudu ağırlaştığı için ibadet ağır gelir.
5-) Nefsanî heves ve arzuları artar.
6-) Diğer müminler ibadethanelerin etrafında dolaşırken, o mezbeleliklerde dolaşır.
4-) İŞLERDE TEENİYİ TERKETMEK, ACELECİ OLMAK: Bütün işlerde itidalli hareket edilmelidir. Teenniyle ve temkinli hareket edilmelidir. Kesinlikle acele edilmemelidir. Acelecilik, şeytanı sevindirir, mümini ise yerindirir. Peygamberimiz (SAV) bu hususta şöyle buyurur:
ألتأنىمن الله والعجلة من الشيطان.
“Teenni Allah’tan, acelecilik ise şeytandandır.”
Başka bir hadislerinde de: “Acele şeytandandır. Teenni ise Rahman’dandır. Acele edildiği zaman şeytan insana idrak edemediği yerden şerrini kabul ettirir.” buyurmuşlardır.
Rivayet olunur ki, Hz İsa (AS) doğduğu zaman, şeytanlar reislerine yani İblis’e gelerek derler ki: “Bugün putların başları aşağı eğilip yıkılmıştır.” İblis te: “Siz yerinizde durun, bu yeni bir hadisedir.” der. Yeryüzünü dolaşır, fakat İsa (AS)’ın doğması ve meleklerin onu ziyaret etmesinden başka bir şey bulamaz. Geri döner ve şeytanlara der ki: “Dün gece bir peygamber doğdu. Benim bir kadın hamile kalıp, doğumunu yaptığında yanında bulunmamam vaki değildir. Ancak bundan haberim olmadı.” İsa (AS)’ın doğduğu bu geceden sonra putlara taptırmaktan meyus olan şeytanlara İblis şöyle der: “Âdemoğullarına acelecilik, hafifmeşreplik yönünden girin, onları bu yoldan yakalayın.”
4-) MAL, MÜLK, PARA: Şeytan insanları mal, mülk ve para vasıtasıyla da kandırır, yoldan çıkarır, isyan ettirir. İnsanın ihtiyacından fazla olan mal, mülk ve para, binitler, akarlar v.s. şeylerin hepsi şeytanın karargâh kurduğu şeylerdir. Bunlar vasıtasıyla insanı saptırır, Allah’tan uzaklaştırır.
Sabit El- Bennani der ki: “Peygamberimiz (SAV) peygamber olarak gönderildiği zaman İblis, şeytanlara dedi: “Bir hadise vardır, bakın bakalım o nedir?” Şeytanlar giderler, dolaşırlar fakat bir şey bulamazlar. Sonra İblis’e gelerek şöyle derler: “Biz bir şey anlayamadık.” İblis: “Ben size hayırlı bir haberle gelirim.” diyerek ayrılır gider. Döndükten sonra şeytanlara der ki: “Allah, Hz Muhammed (SAV)’i peygamber olarak göndermiştir.” Bundan sonra İblis duramaz, şeytanlarını Hz Peygamber (SAV)’in Ashabına gönderir. Onları sapıtmak için. Fakat her defasında şeytanlar başarısızlığa düşerek dönerler ve İblis’e şöyle derler: “Biz hiçbir gün böylelerini görmedik. Bunlara günah işletiriz, sonra bunlar kalkıp namazlarını kılarlar. Kıldıkları namazları, bizim işlettiğimiz günahları yok eder, silip atar.” Bunun üzerine İblis onlara şöyle der: “Yavaş olun, umulur ki Allah onlara dünya fetheder (onlara dünyalık mal, mülk ve para verir de biz onlardan istediklerimizi elde ederiz.”
Şu halde mal, mülk ve para sahiplerinin çok dikkatli olmaları gerekir. Devamlı surette malı helal yoldan kazanıp meşru şekilde harcamalı, şeytanın kendilerini sapıtmalarına fırsat vermemelidirler.
5-) CİMRİLİK VE FAKİR OLMA KORKUSU: Şeytan cimrilik ve fakir olma korkusuyla da insanları hak yoldan uzaklaştırır. Cimrilik ve fakir olma korkusu, Allah yolunda harcamayı engeller. Bu hastalığa müptela olan insanlar daima mal ve mülkü stok yapmayı, parayı kasalamayı severler. Şeytanların yuvası olan Pazaryerleri ve sokakları devamlı olarak mal toplamak için dolaşmayı adet haline getirmek ise cimrilik ve hırsın afetlerindendir. Peygamberimiz (SAV) bir hadislerinde şöyle buyurur:
ولايجتمع الشح والإيمان فىقلب عبدأبدا
“Cimrilikle iman hiçbir zaman bir kulun kalbinde toplanmaz.”
Cimrilik, kötü hasletlerin başında gelir. Cimriliği ifrada varan kimse, helal-haram ayırt etmez, zekât vermez, hayır ve hasenata koşmaz. Aç ve çıplakları gözetmez. Bütün derdi ve düşüncesi, para ve madde olur. Bu duruma düşenin yeri ise cehennem olur. Şeytanın tuzağından kurtulamaz, hakkı bulamaz.
Mümin helalinden kazanmalı, meşru bir şekilde harcamalı. Aile fertlerinin ihtiyaçlarını normal şekilde karşılamalı, hayır-hasenat yapmalı, açları doyurmalı, çıplakları giydirmelidir. Bilmeli ki, Allah yolunda harcanan paralar artar, eksilmez. Buna inanmalı ve iman etmeli…
ŞEYTANI YOK EDEN SİLAH
Her insanın mutlaka bir şeytanı vardır. İnsanı yoldan çıkartmak, sapıtmak, Allah’a isyan ettirmek ister. Bunun yanında müminin yapacağı ibadetler, taatlar, hayır ve hasenatlar şeytanı kahreder, öldürür. Nitekim İbni Abbas (RA) şöyle anlatıyor:
“Bir gün Hz Peygamber (SAV) camiden çıkarken, kapıda birden bire şeytanla karşılaştı. Şeytana: “Benim camimin kapısında ne arıyorsun?” diye sordu. Şeytan da:“Ey Muhammed (SAV)! Beni buraya Allah gönderdi.” diye cevap verdi. Hz Peygamber (SAV): “Neden?” diye sorunca, Şeytan: “Bana bir takım sorular sorman için. Dilediğini sorabilirsin. Hepsini cevaplayacağım.” dedi.
İbni Abbas (RA) diyor ki: “Evvela namaza ait bir soruyla konuya giren Peygamberimiz (SAV) ile mel’un şeytan arasında şu soru ve cevaplar cereyan etmiştir:
Hz Peygamber (SAV):“Ey şeytan! Ümmetimin camiye gelip cemaat halinde namaz kılmalarına neden engel oluyorsun?” diye sordu.
Şeytan şöyle cevap verdi: “Ey Muhammed (SAV)! Ümmetin namaz kılmak üzere camilere akın ettiğinde beni şiddetli bir sıtma nöbeti tutuyor. Bu nöbet ta camiden cemaat dağılıncaya kadar geçmiyor ve beni tir tir titretiyor. Ne yapayım? Böyle bir sıtmaya tutulmamak için camiye akın eden her müminin karşısına dikiliyor ve camiye gitmemesi için bütün hile ve tuzaklarımla engel olmaya çalışıyorum.”
Hz Peygamber (SAV): “Ey Şeytan! Ümmetimin Kur’an okumasına neden mani oluyorsun?” diye sordu.
Şeytan şöyle cevap verdi: “Ey Muhammed (SAV)! Hiç sorma. Müminler Kur’an okurken ben kalayın ateşte eridiği gibi cızır cızır ediyorum. İçim gidiyor. Nasıl karşı çıkmam? Elbette karşı çıkarım.”
Hz Peygamber (SAV): “Ey Şeytan! Ümmetimin Allah yolunda cihat etmesine neden engel oluyorsun?” diye sordu.
Şeytan şöyle cevap verdi: “Ey Muhammed (SAV)! Ümmetin Allah yolunda cihada tutuştuğunda benim ayaklarıma sanki köstek vuruluyor. Bu köstek onlar savaş alanından dönünceye kadar çözülmüyor. İşte bu yüzden müminlerin cihat etmesine engel oluyorum.”
Peygamberimiz (SAV): “Ey Şeytan! Ümmetimin hac vazifelerini yapmalarına neden engel oluyorsun?” diye sordu.
Şeytan şöyle cevap verdi: “Ey Muhammed (SAV)! Ümmetin hac borcunu ödemek gayesiyle yola çıktığında sanki ben zincire vuruluyorum. O sebeple hacca gidenlere bütün gücümle engel oluyorum.”
Hz Peygamber (SAV): “Ey Şeytan! Ümmetimin zekât ve sadaka vermelerine neden engel oluyorsun?” diye sordu.
Şeytan şu cevabı verdi: “Ey Muhammed (SAV)! Senin ümmetin zekât ve sadaka vermeye kalkıştığında sanki boynuma büyük ve keskin bir testere çekiliyor. Beni tahta biçer gibi parçalıyor. O yüzden zekât ve sadaka verenlere engel oluyorum.”
Şu halde namaz kılalım, Kur’an-ı Kerim’i bol bol okuyalım, Allah yolunda cihat edelim, hacca gidelim, zekât ve sadakayı bol verelim. Allah’ı çok zikredelim de şeytanın bizi kandırmasına engel olalım…
DUALAR NEDEN KABUL EDİLMİYOR?
Âlimlerden biri dedi ki: “İyilik yapanı iyiliğiyle tanıdıktan sonra, ona karşı isyan eden şeytanı saldırganlığıyla tanıdıktan sonra o mel’una itaat eden kimse ne acayiptir? Böyle bir kimsenin haline acımamak elde değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah şöyle buyuruyor:
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ:
“Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin size karşılığını vereyim (duanızı kabul edeyim.) (MÜ’MİN SURESİ – 60. AYET)
Hâlbuki sen Allah’a dua ediyorsun o sana cevap vermiyor. Allah’ı anıyorsun ama şeytan senden kaçmıyor. Zira zikrin ve duanın şartları ortada yoktur.”
İbrahim Ethem Hazretleri, Basra çarşısından geçiyordu. İnsanlar onu bulmuşken etrafında toplandılar ve sordular: “Ey Ebu İshak! Biz Allah’a dua ediyoruz ama Allah dualarımızı kabul etmiyor. Niçin?” İbrahim Ethem şu cevabı verdi: “Sizin kalpleriniz şu on şeydan dolayı ölmüş:” Tekrar sordular: “Acaba kalplerimizi öldüren şeyler nedir?” İbrahim Ethem cevap verdi: “Kalplerinizi öldüren on haslet şunlardır:
1-) Allah’ın hakkını bildiğiniz halde yerine getirmediniz.
2-) Kur’an-ı Kerim’i okudunuz, fakat hükümleriyle amel etmediniz.
3-) Biz Allah’ın Resulünü (SAV) seviyoruz dediniz, fakat sünnetini terk ettiniz.
4-) Allah’ın nimetini yersiniz; ama onun şükrünü eda etmezsiniz.
5-) Ölüm haktır dediğiniz halde, ölüm için hazırlık yapmadınız.
6-) Şeytanın düşman olduğunu iddia ettiğiniz halde, günah işlemede ona itaat ettiniz.
7-) Biz ateşten (cehennemden) korkarız dediğiniz halde nefis ve şeytana uymak suretiyle kendi nefsinizi elinizle ateşe attınız.
8-) Biz cenneti seviyoruz dediniz, fakat cennet için hiçbir amel yapmadınız.
9-) Ölüleriniz gömersiniz; ama onlardan ibret almazsınız.
10-) Yataklarınızdan kalktığınız zaman, ayıplarınızı sırtınızın arkasına atıyorsunuz, halkın ayıplarını getirip önünüze seriyorsunuz. Böylece Rabbinizin gazaba getiriyorsunuz. Durum böyleyken Rabbiniz sizin dualarınızı nasıl kabul edecektir?”
Hülasa; Dualarımızın Allah katında kabule şayan olabilmesi için, Allah’ın nimetlerine karşı şükür görevimizi yerine getirmeliyiz. Emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmalıyız. Kur’an-ı Kerim’i çok okumalıyız. Hz Peygamber (SAV)’e karşı olan sevgimizin nişanesi olarak sünnetine tabi olmalıyız. Sünnete mugayir davranışlardan, bid’atlerden ve hurafelerden kaçınmalıyız. Ölümün hak olduğuna inanmalıyız ki iyi ameller işlemek suretiyle ölüme hazırlanmalıyız. Son nefeste imanla gitmenin çarelerine başvurmalıyız.
Cehennem ateşinden korkmalıyız, bizi cehenneme götürecek her türlü isyankâr davranıştan, günahları işlemekten sakınmalıyız. Sık sık işlediğimiz günahların affı için tevbe ve istiğfara başvurmalıyız. Cennete ve cennetteki ebedi nimetlere kavuşmak için gereken hazırlığı yapmalıyız. İbadet, taat, hayır ve hasenatla meşgul olmalıyız. Allah ve Resulü (SAV)’in yolundan bir saniye bile olsa ayrılmamalıyız.
İnsanlara karşı din kardeşliği görevlerimizi noksansız yapmalıyız. Herkesin yardımına koşmalıyız. Bütün müminleri sevmeli ve saymalıyız. Kimseye kırıcı davranış ve harekette bulunmamalıyız. Hiç kimsenin arkasından konuşmamalı, ayıplarını sayıp dökmemeliyiz.
Şeytanı düşman bilmeliyiz. Dualarımızın kabulüne mani olacağını, çeşitli vesveselerle ve desiselerle bizi hak yoldan uzaklaştıracağını, isyan ve tuğyanlarımızı çoğaltmak suretiyle bizi ateşe atmak için gayret göstereceğini gözden ve gönülden uzak tutmamalıyız. Yüce Rabbimizin şu emrine kulak verelim:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَداً وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاءُ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ:
“Ey iman edenler! Şeytanın izi ardınca gitmeyin. Kim şeytanın izine uyarsa bilsin ki o, kötülüğü ve meşru olmayan şeyi emreder. Eğer üzerinizde Allah’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiç biri ebediyen (günah kirinden) temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, her şeyi işitir, her şeyi bilir.”(NUR SURESİ – 21. AYET)
Şeytanın insanoğluna olan düşmanlığını bu kadar izah ettikten sonra, insanın zihninde iz bırakacak bir kıssaya kulak verelim: Hz Peygamber (SAV)’in şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“İSRAİL OĞULLARINDAN OLAN BİR RAHİBİN, BİR KIZLA, DOLAYISIYLA ŞEYTANLA OLAN HİKÂYESİ”
ŞEYTAN’A TABİ OLANLAR
İnsanların maddi ve manevi sahada çok düşmanları vardır. Zehirden şifa beklenemeyeceği gibi, düşmandan da vefa beklenmez. Maddi sahadaki düşmanlarımız memleketimize, vatanımıza, hürriyetimize, din ve mukaddesatımıza saldıranlardır. Namusumuza, şeref ve haysiyetimize göz dikenlerdir. Malımızda ve canımızda gözü olanlardır. Bunlar sinsi emellerini, hayallerindeki düşüncelerini gerçekleştirmek için zaman zaman birleşerek harekete geçmek, güzel yurdumuzu işgal etmek, büyük milletimizi esir almak, istiklal ve hürriyetimizi, namus ve şerefimizi yok etmek ve ortadan kaldırmak sevdasına kapılırlar. Eğer günün birinde bu hainler güzel vatanımıza saldıracak olurlarsa bu mütecaviz düşmanları yok etmek için, yediden yetmişe kadar hepimiz cihat ederiz. Çünkü bu durumda cihat etmek üzerimize farz olur.
Manevi düşmanlarımız ise; şeytan ve ona tabi olanlardır. Manevi sahadaki düşmanlarla mücadele etmek te üzerimize düşen bir vecibedir. Şeytan manevi hayatımıza kastettiği, imanımıza saldırdığı, dolayısıyla bizi Allah’ın rızasından uzaklaştırmak istediği için en büyük düşmanımızdır.
Şeytana tabi olanlara gelince: Mukaddes mefhumlardan soyulmuş, Peygamber, din iman, kur’an… Tanımayan, dalalet ve rezaletin verdiği sersemlikle hak ve hakikatten ayrılan, bunlara yüz çeviren, batılı hak olarak kabul eden, başkalarının da kendisi gibi olmasını arzu eden nasipsizlerdir ki, Bunlar da insan kılığına girmiş olan şeytanlardır. Bunların her ikisinin şerrinden de Allah’a sığınırız.
Nitekim Allah Nas suresinde şöyle buyuruyor:
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ:مَلِكِ النَّاسِ:إِلَهِ النَّاسِ:مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ:الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ:مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ:
“(Ey Resulüm) de ki: Sığınırım insanların Rabbine, İnsanların melikine (hükümdarlar hükümdarına), insanların ilahına; o sinsi şeytanın şerrinden… Öyle bir şeytan ki, insanların kalplerine vesvese verir. (O şeytan), cinlerden de olur, insanlardan da.” (NAS SURESİ – 1–6. AYETLER)
Bu azılı düşmana karşı daima hazırlıklı bulunmak, onu mağlup etmek için her zaman tedbirli olmamız lazım. Zira Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor:
وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْإِنسَانِ خَذُولاً:
“Şeytan, insanı (başına bir bela gelince) yapayalnız ve yardımsız bırakandır.”(FURKAN SURESİ – 29. AYET)
Dünyada insanı azdırıp başına bir türlü bela ve felaket indiğinde insanı yapayalnız bırakır. Ona en ufak bir yardımda bulunmaz. Ahirette, yine insanın kendisine uymasından dolayı çeşitli azaplara düçar olduğunda yine yalnız bırakır. Azaplar içerisinde kıvranan insan, şeytandan medet ve yardım bekleyince, Şeytan: “Beni kınamayın, kendi nefsinizi kınayın. Zira beni görmediniz, sesimi işitmediniz. Ancak kalbinize verdiğim vesveseye kapıldınız, bana uydunuz, itaat ettiniz. Hâlbuki size peygamber geldi, din geldi, Kur’an geldi. Onu gördüğünüz, duyduğunuz halde onlara uymadığınız için kendinizi suçlayın, beni suçlamayın.” der. Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurur:
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم مَّا أَنَاْبِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَاأَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ:
“İş bitince (cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme girince), şeytan ateşte olanlara der ki: Doğrusu Allah size gerçeği vaat etti. Ben de size vaat ettim ama yalancı çıktım. Aslında sizin üzerinizde bir hâkimiyetim yoktu; ancak sizi (batıla) çağırdım, siz de hemen uydunuz. Artık beni kötülemeyiniz, nefislerinizi kötüleyiniz. Ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Doğrusu ben bundan önce sizin beni Allah’a ortak koşmanıza inanmamıştım.” (İBRAHİM SURESİ – 22. AYET)
İnsan o zaman şeytana uymanın ne kadar büyük bir felaket olduğunu anlar. Ama iş işten geçmiş, son pişmanlık fayda vermez olmuştur, ateş ona dokunmuştur.
O halde ey Müslüman! Dostunu düşmanını tanı. Seni dininden, imanından, her türlü manevi ve mukaddes değerlerinden mahrum etmek, ebedi cehennemlik yapmak isteyen şeytanın arkasından gitme, ona tabi olma. Şeytana uyanlara, ona hizmet edenlere de aldırma. Şeytanın dostları da kendisi gibi ebedi düşmanlarındır, bunu iyi bil ve asla aklında çıkarma.
ŞEYTANIN DOSTLARI ŞUNLARDIR:
1-) Baş düşmanı Hz Muhammed (SAV)’dir.
2-) Mütevazı, alçakgönüllü zengindir.
3-) Adaletli hükümdardır.
4-) Doğru olup, yalan söylemeyen tüccardır.
5-) Nasihat ve öğüt kabul eden mümindir.
6-) Merhametli ve şefkatli mümindir.
7-) Haram ve şüpheli şeylerden sakınan kişidir.
8-) Temizliğe devam eden mümindir.
9-) Tevbe eden ve tevbesinde sebat gösteren, tevbesini asla bozmayan kimsedir.
10-) İlmiyle amel eden âlimdir.
11-) Allah rızası için sadaka veren kimsedir.
12-) Güzel ahlak sahibi olan mümindir.
13-) İnsanlara faydalı olan kimsedir.
14-) Hafız olup, Kur’an-ı Kerim’i devamlı okuyan kimsedir.
15-) İnsanlar uyurken gece kalkıp Allah rızası için nafile ibadet yapan kimsedir.
İşte bunlar şeytanın düşmanları, asla sevmediği kimselerdir.
ŞEYTANIN DOSTLARI VE ARKADAŞLARI:
1-) Baş dostu ve arkadaşı zalim hükümdarlardır.
2-) Kibirli ve gururlu olan zengindir.
3-) Hain, yalancı ve ihtikâr yapan tüccardır.
4-) İçki içen ve kumar oynayan kimselerdir.
5-) Riyakâr ve dalkavuk olan kimselerdir.
6-) İftira eden ve yalan söyleyen kimselerdir.
7-) Yetimin malını haksız olarak yiyen kimselerdir.
8-) Namaz kılmayan kimselerdir.
9-) Zekât vermeyen kimselerdir.
10-) Hırs ve tamah sahibi olan kimselerdir.
İşte bunlar şeytanın dost ve arkadaşlarıdır. Şeytan bunları çok sever. Onları azdırır, uçuruma sürükler, neticede onları yine de yalnız bırakır, yardım etmez.
Gerçek Müslüman’a yakışan, şeytana düşmanı olmasıdır. Şeytan düşman olunca da kazançlı olur. Dost olunca ise zararlı olur. Zira şeytanın düşmanları, Allah ve Rasülü (SAV)’in dostlarıdır. Şeytana dost ve arkadaş olmak Müslüman için büyük bir felakettir. Her fırsatta şeytanın şerrinden Allah’a sığınalım.
ŞEYTANA UYANIN DİNİ GİDER
Hz Ebu Bekir Sıddık (RA) şöyle buyurur:
“Şüphesiz İblis senin önünde durmuş, nefsin sağında, heva solunda, dünya arkanda, uzuvların etrafında, Allah mekândan münezzeh olarak kudretiyle üstünde… İblis seni dinini terk etmeye davet ediyor. Nefis, seni günahlara çağırıyor. Heva, seni şehvete davet ediyor. Dünya, seni ahiret üzerine kendisini tercih etmeye çağırıyor. Azaların, seni günahlara doğru davet ediyor. Cebbar olan Allah ise seni cennete ve mağfirete çağırıyor:
وَاللّهُ يَدْعُوَ إِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِإِذْنِهِ وَيُبَيِّنُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ:
“Allah ise kendi izni ve iradesiyle cennete, mağfirete çağırıyor.” (BAKARA SURESİ – 221. AYET)
O halde İblisin çağrısına, davetine icabet edenin, ona uyanın dini gider. Nefsin davetine icabet edenin aklı gider. Dünyanın davetine icabet edenin ahireti gider. Azaların davetine icabet edenin cennetin gider. Allah’ın davetine icabet edenin kötülük ve günahları gider ve bütün hayırlara nail olur.”
İnsan her an hata yapabilir, günah işleyebilir. Hemen akabinde pişmanlık duyması, kusurunu itiraf ederek tevbe ve istiğfarda bulunması gerekir. Tevbe etmede ve af dilemede acele etmesi lehine olur, günahları affa uğrar.
Muhammed b. Duri demiştir ki: “İblis 5 şeyden dolayı bedbaht olmuştur:
1-) İşlediği günahı ikrar etmediğinden
2-) Nedamet duymadığından
3-) Nefsini kınayıp ayıplamadığından
4-) Tevbe etmeye azmetmediğinden
5-) Allah’ın rahmetinden ümidini kesip, ümitsiz olduğundan
Hz Âdem (AS) ise şu 5 şeyden dolayı mesut olmuştur:
1-) Günahını itiraf ve ikrar ettiğinden
2-) İşlediği günah üzerine pişmanlık duyduğundan
3-) Nefsini kınayıp ayıpladığından
4-) Tevbe etmede acele ettiğinden
5-) Allah’ın rahmetinden ümidini kesmediğinden, ümitsiz olmadığından