02-15-2024, 08:02 PM
ANNE BABA RIZASI: CENNETE GÖTÜREN KESTİRME YOL
Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara yönelik saldırılarını iyice arttırınca Allah Resulü (s.a.s.), şehrin ileri gelenlerini İslam’a davet etmek ve desteklerini almak amacıyla Taif’e gitmişti. Ne var ki Taif halkı, hidayet mesajına kulak tıkamışlar; Hz. Peygamber’i ve yanında bulunan Zeyd b. Harise’yi taşlamışlar, yollara attıkları dikenlerle ayaklarını kan revan içinde bırakmışlar, pek çok ağır söz söyleyip hakaretler etmişlerdi. Bu elim hadiseden sonra Mekke’ye dönüşte karşısına çıkan Cebrail’in, Taif’in başına dağları geçirip ahalisini helak etme talebini geri çevirmiş; bu halde bile onların hidayetini düşünmüş ve onlara beddua etmemişti. (İbni Hişâm, Sîre, II/60-63). Ama gelin görün ki âlemlere rahmet olarak gönderilen ve hayatı boyunca bedduayı ağzına almamaya çalışan Hz. Peygamber (s.a.s.), söz konusu anne baba hakkı olunca meselenin ehemmiyetine vurgu yapmak, bu konuda ihmalkârlık yapılmasını önlemek adına şu ağır sözleri sarf etmişti:
“Yazıklar olsun! Bir kez daha yazıklar olsun! Ve bir kez daha yazıklar olsun!” ‘Kime yazıklar olsun ey Allah’ın elçisi?’ diye sorulunca Hz. Peygamber (s.a.s.) şu cevabı vermişti:
“İhtiyarlık zamanlarında anne-babasından birine yahut her ikisine yetişip de (kendilerine gereken hürmeti göstermediği için) cennete giremeyen kimseye…” (Müslim, Birr, 9.)
Bu hadiste geçen ve “yazıklar olsun” diye çevirmeyi uygun gördüğümüz “ ” tabiri meşhur muhaddis ve Buhari şârihi İbn Hacer’e göre rezil rüsva olma anlamında bir nevi bedduadır. (İbn Hacer, Fethu’l-bârî, I/124.) Bu ifade, beddua anlamına geldiği gibi anne babaya iyilik ve ihsanda bulunulmadığı için cenneti kaçırmak suretiyle gerçek manada rezil rüsva olma anlamına da gelmektedir. Nitekim anne babaya hürmet gösterip onların rızasını kazanan, Yüce Allah’ın da rızasını kazanacak ve ebedi mutluluğa kavuşmuş olacaktır. Ancak anne babasının kadr ü kıymetini bilmeyip onların rızasını kazanamayan, Yüce Allah’ın rızasına da nail olamayacak ve cennetten mahrum olmak gibi büyük bir hüsrana duçar olacaktır. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber (s.a.s.) “Allah’ın rızası, anne babanın rızasında, gazabı da anne babanın gazabındadır.” buyurmuştur.
Yüce Allah ise Kur’an-ı Kerim’de “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.” (İsrâ, 17/23.) buyurmak suretiyle hem anne babaya söylenecek en ufak incitici bir söze bile müsaade etmemiş hem de anne baba hakkını, kendisine kulluk edilmesinden hemen sonra zikrederek onlara hak ettikleri değeri vermiştir. Esasında insanın, kendisini yaratan Allah’ı inkâr etmesi, O’na başka varlıkları eş koşması (şirk) Allah nezdinde ne kadar kötü bir tutum ise dünyaya gelmesine vesile olan, büyütüp yetiştirilmesinde sayılamayacak kadar emekleri olan anne babasına hürmetsizlik ve itaatsizlik etmesi de aynı şekilde kötüdür ve her iki tutum da nankörlüktür.
Dinimizde anne babaya verilen değer, ayetlerde ve hadislerde açıkça görülmekle birlikte Allah’a itaat her şeyden ve herkesten önce gelmektedir. Bundan dolayıdır ki Hâlik’a isyan konusunda -anne baba da dâhil- hiçbir mahlûka itaat olmaz. Bu ve benzeri hâller dışında imkân dâhilinde anne-babaları kıracak ve üzecek her türlü söz ve davranıştan uzak olunmalıdır. Zira biz Müslümanlar olarak inanmayan babasına bile “babacığım” diye hitap eden (Meryem, 19/42) nezaket timsali Hz. İbrahim’in (a.s.) milletindeniz; yaşlı anne babaya bakmayı Allah yolunda cihattan daha faziletli gören (Buhari, Cihad, 1; Müsned, XI/102) Hz. Muhammed’in (s.a.s.) ümmetindeniz. Bu itibarla herhangi bir konuda haksız olsalar bile evladın anne babasına küsmeye, onlarla irtibatını koparmaya hakkı yoktur. Ne var ki çoğu kez anne babayla evlatlar arasında incir çekirdeğini doldurmayacak meseleler yüzünden küslükler olabilmektedir. Evlatlar genelde “Bana az, kardeşime çok verildi.”, “Ona alındı, bana alınmadı.” gibi parayla ve malla ilgili dünyalık konularda böylesine tavırlar sergileyebilmektedirler. Fakat evlatların göz ardı ettikleri husus şudur: Sırf dünyaya gelmelerine vesile olmaları, anne babanın hukukunu gözetmeyi ve onlara hürmet göstermeyi zorunlu kılmaktadır. Şayet anne baba, çocukları arasında ayırım yapar veya onlara gerektiği gibi annelik babalık yapmazlarsa elbette bu davranışının hesabını Yüce Allah’a verecek ve ahirette evlatlarıyla hesaplaşmak zorunda kalacaklardır. Ancak onların bu yanlış tutumu evlatlara da yanlış yapma hakkı tanımamaktadır.
Üzülerek belirtmemiz gerekir ki günümüzde yaygınlaşmaya başlayan uygulamalardan biri de anne babaların, evlatlarına en çok ihtiyaç duydukları düşkünlük çağlarında evlatların, “Meğer vefa İstanbul’da bir semt adıymış!” ifadesini haklı çıkaracak mahiyette bir vefasızlık yaparak onları kendi başlarına bırakmaları veya huzur (!) adı verilen evlere terk etmeleridir. Hazine dolu bir sandığın üstünde oturup da o sandığı açmadığı için yoksulluk çeken kişi nasıl içler acısı bir hâldeyse yaşlanmış anne babasını yüzüstü bırakıp Allah’ın rızasından mahrum olan kişinin hâli de aynıdır. Bu kişiler, dünyalık geçici hazları önceleyip anne babalarını kendi hâllerine bırakmakla, kendilerine altın tepside sunulan cennet anahtarını reddettiklerinin ne yazık ki farkında değillerdir.
İşte bu hakikati unutmayalım diye günde beş defa kıldığımız namazda “Rabbenâ” dualarını okuyarak “Rabbim, beni, anne babamı ve bütün müminleri bağışla.” diye onlar için niyazda bulunuyoruz. Namazında bu niyaza yer vermesine rağmen anne babasını yalnız ve kimsesiz bırakarak cennet yoluna bariyer koyan bir müminin, hiç şüphesiz önce imanını sonra ahlakını daha sonra da namazını gözden geçirmesi isabetli olacaktır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Anne babanın rızasını almak, Rabbin rızasını ve cennete giden yolu kolaylaştıracaktır.
2. Anne babadan yüz çevirmek ve onları kendi hallerinde çaresiz bir şekilde bırakmak tıpkı kendisini yaratanı inkâr etmek gibi büyük bir nankörlüktür.
Kaynak
Türk Diyanet
Halil Kılıç
Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara yönelik saldırılarını iyice arttırınca Allah Resulü (s.a.s.), şehrin ileri gelenlerini İslam’a davet etmek ve desteklerini almak amacıyla Taif’e gitmişti. Ne var ki Taif halkı, hidayet mesajına kulak tıkamışlar; Hz. Peygamber’i ve yanında bulunan Zeyd b. Harise’yi taşlamışlar, yollara attıkları dikenlerle ayaklarını kan revan içinde bırakmışlar, pek çok ağır söz söyleyip hakaretler etmişlerdi. Bu elim hadiseden sonra Mekke’ye dönüşte karşısına çıkan Cebrail’in, Taif’in başına dağları geçirip ahalisini helak etme talebini geri çevirmiş; bu halde bile onların hidayetini düşünmüş ve onlara beddua etmemişti. (İbni Hişâm, Sîre, II/60-63). Ama gelin görün ki âlemlere rahmet olarak gönderilen ve hayatı boyunca bedduayı ağzına almamaya çalışan Hz. Peygamber (s.a.s.), söz konusu anne baba hakkı olunca meselenin ehemmiyetine vurgu yapmak, bu konuda ihmalkârlık yapılmasını önlemek adına şu ağır sözleri sarf etmişti:
“Yazıklar olsun! Bir kez daha yazıklar olsun! Ve bir kez daha yazıklar olsun!” ‘Kime yazıklar olsun ey Allah’ın elçisi?’ diye sorulunca Hz. Peygamber (s.a.s.) şu cevabı vermişti:
“İhtiyarlık zamanlarında anne-babasından birine yahut her ikisine yetişip de (kendilerine gereken hürmeti göstermediği için) cennete giremeyen kimseye…” (Müslim, Birr, 9.)
Bu hadiste geçen ve “yazıklar olsun” diye çevirmeyi uygun gördüğümüz “ ” tabiri meşhur muhaddis ve Buhari şârihi İbn Hacer’e göre rezil rüsva olma anlamında bir nevi bedduadır. (İbn Hacer, Fethu’l-bârî, I/124.) Bu ifade, beddua anlamına geldiği gibi anne babaya iyilik ve ihsanda bulunulmadığı için cenneti kaçırmak suretiyle gerçek manada rezil rüsva olma anlamına da gelmektedir. Nitekim anne babaya hürmet gösterip onların rızasını kazanan, Yüce Allah’ın da rızasını kazanacak ve ebedi mutluluğa kavuşmuş olacaktır. Ancak anne babasının kadr ü kıymetini bilmeyip onların rızasını kazanamayan, Yüce Allah’ın rızasına da nail olamayacak ve cennetten mahrum olmak gibi büyük bir hüsrana duçar olacaktır. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber (s.a.s.) “Allah’ın rızası, anne babanın rızasında, gazabı da anne babanın gazabındadır.” buyurmuştur.
Yüce Allah ise Kur’an-ı Kerim’de “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.” (İsrâ, 17/23.) buyurmak suretiyle hem anne babaya söylenecek en ufak incitici bir söze bile müsaade etmemiş hem de anne baba hakkını, kendisine kulluk edilmesinden hemen sonra zikrederek onlara hak ettikleri değeri vermiştir. Esasında insanın, kendisini yaratan Allah’ı inkâr etmesi, O’na başka varlıkları eş koşması (şirk) Allah nezdinde ne kadar kötü bir tutum ise dünyaya gelmesine vesile olan, büyütüp yetiştirilmesinde sayılamayacak kadar emekleri olan anne babasına hürmetsizlik ve itaatsizlik etmesi de aynı şekilde kötüdür ve her iki tutum da nankörlüktür.
Dinimizde anne babaya verilen değer, ayetlerde ve hadislerde açıkça görülmekle birlikte Allah’a itaat her şeyden ve herkesten önce gelmektedir. Bundan dolayıdır ki Hâlik’a isyan konusunda -anne baba da dâhil- hiçbir mahlûka itaat olmaz. Bu ve benzeri hâller dışında imkân dâhilinde anne-babaları kıracak ve üzecek her türlü söz ve davranıştan uzak olunmalıdır. Zira biz Müslümanlar olarak inanmayan babasına bile “babacığım” diye hitap eden (Meryem, 19/42) nezaket timsali Hz. İbrahim’in (a.s.) milletindeniz; yaşlı anne babaya bakmayı Allah yolunda cihattan daha faziletli gören (Buhari, Cihad, 1; Müsned, XI/102) Hz. Muhammed’in (s.a.s.) ümmetindeniz. Bu itibarla herhangi bir konuda haksız olsalar bile evladın anne babasına küsmeye, onlarla irtibatını koparmaya hakkı yoktur. Ne var ki çoğu kez anne babayla evlatlar arasında incir çekirdeğini doldurmayacak meseleler yüzünden küslükler olabilmektedir. Evlatlar genelde “Bana az, kardeşime çok verildi.”, “Ona alındı, bana alınmadı.” gibi parayla ve malla ilgili dünyalık konularda böylesine tavırlar sergileyebilmektedirler. Fakat evlatların göz ardı ettikleri husus şudur: Sırf dünyaya gelmelerine vesile olmaları, anne babanın hukukunu gözetmeyi ve onlara hürmet göstermeyi zorunlu kılmaktadır. Şayet anne baba, çocukları arasında ayırım yapar veya onlara gerektiği gibi annelik babalık yapmazlarsa elbette bu davranışının hesabını Yüce Allah’a verecek ve ahirette evlatlarıyla hesaplaşmak zorunda kalacaklardır. Ancak onların bu yanlış tutumu evlatlara da yanlış yapma hakkı tanımamaktadır.
Üzülerek belirtmemiz gerekir ki günümüzde yaygınlaşmaya başlayan uygulamalardan biri de anne babaların, evlatlarına en çok ihtiyaç duydukları düşkünlük çağlarında evlatların, “Meğer vefa İstanbul’da bir semt adıymış!” ifadesini haklı çıkaracak mahiyette bir vefasızlık yaparak onları kendi başlarına bırakmaları veya huzur (!) adı verilen evlere terk etmeleridir. Hazine dolu bir sandığın üstünde oturup da o sandığı açmadığı için yoksulluk çeken kişi nasıl içler acısı bir hâldeyse yaşlanmış anne babasını yüzüstü bırakıp Allah’ın rızasından mahrum olan kişinin hâli de aynıdır. Bu kişiler, dünyalık geçici hazları önceleyip anne babalarını kendi hâllerine bırakmakla, kendilerine altın tepside sunulan cennet anahtarını reddettiklerinin ne yazık ki farkında değillerdir.
İşte bu hakikati unutmayalım diye günde beş defa kıldığımız namazda “Rabbenâ” dualarını okuyarak “Rabbim, beni, anne babamı ve bütün müminleri bağışla.” diye onlar için niyazda bulunuyoruz. Namazında bu niyaza yer vermesine rağmen anne babasını yalnız ve kimsesiz bırakarak cennet yoluna bariyer koyan bir müminin, hiç şüphesiz önce imanını sonra ahlakını daha sonra da namazını gözden geçirmesi isabetli olacaktır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Anne babanın rızasını almak, Rabbin rızasını ve cennete giden yolu kolaylaştıracaktır.
2. Anne babadan yüz çevirmek ve onları kendi hallerinde çaresiz bir şekilde bırakmak tıpkı kendisini yaratanı inkâr etmek gibi büyük bir nankörlüktür.
Kaynak
Türk Diyanet
Halil Kılıç