Hakkalyakin Forum

Full Version: Kim Bana Winteri Kış Mevsimini Getirebilir (Kar©glanin 1 Kasım 2016 Vaazi)
You're currently viewing a stripped down version of our content. View the full version with proper formatting.

Süleyman Dediki Kim Bana Belkisin Tahtini Getirebilir
Biz de diyoruz ki
Kim Bana Winteri Kış Mevsimini Getirebilir


(Kar©glanin 1 Kasım 2016 Vaazi)

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَرِيرًا

Muttekiîne fîhâ alâl erâiki, lâ yeravne fîhâ şemsen ve lâ zemherîrâ.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Yakin dercesindeki gözetlemeciler görcekki, ondan başka ne güneşi dogdurebilen (Yaz Mevsimini Getirebilen), nede zemherîyi (Kış Mevsimini) Getirebilen var.

Sadakallahul Aziym İNSAN (DEHR)-13. ayet

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

قَالَ يَا أَيُّهَا المَلَأُ أَيُّكُمْ يَأْتِينِي بِعَرْشِهَا قَبْلَ أَن يَأْتُونِي مُسْلِمِينَ

Kâle yâ eyyuhâl meleu eyyekum ye’tînî bi arşihâ kable en ye’tûnî muslimîn.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

(Süleyman A.S): "Ey ileri gelenler! Onlar teslim olmak üzere bana gelmeden önce, onun tahtını hanginiz bana getirir?" dedi.

Sadakallahul Aziym NEML Suresi 38. ayet


أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ

Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

(Meryem), “Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi. Allah, “Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi.

Sadakallahul Aziym ALİ İMRAN Suresi 47. ayet

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ

Fe lemmâ belega meahus sa’ye kâle yâ buneyye innî erâ fîl menâmi ennî ezbehuke fanzur mâzâ terâ, kâle yâ ebetif’al mâ tu’meru se tecidunî inşâallâhu mines sâbirîn.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.

Sadakallahul Aziym SAFFAT Suresi 102. ayet

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَكِن شُبِّهَ لَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُواْ فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مَا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلاَّ اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا

Ve kavlihim innâ katelnâl mesîha îsâbne meryeme resûlallâh(resûlallâhi), ve mâ katelûhu ve mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum. Ve innellezinahtelefû fîhi le fî şekkin minhu. Mâ lehum bihî min ilmin illâttibâaz zann(zanni), ve mâ katelûhu yakînâ.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Ve biz Allah'ın peygamberi Meryemoğlu ve Mesîh İsa'yı öldürdük demeleri yüzünden cezalarını buldular. Onu öldüremediler de, asamadılar da, onlara öyle göründü. Zâten ihtilâfa düştükleri şeyde de onun hakkında zan içindedir onlar, ona ait bir bilgileri yoktur da ancak şüpheye kapılırlar. Gerçekten de apaçık onu öldüremediler.

Sadakallahul Aziym NİSA Suresi 157. ayet

---oOo---

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

Kureyş, İslam’ı yok etmek için kararlıydı ve İslam’ı yok etmek için bir kez daha bir araya geldi.

Hendek Savaşı’nda Müşriklerin Komutanı
Çeşitli kabileler ve Yahudilerle ittifak kurularak on bin kişilik bir ordu oluşturuldu ve bu ordunun komutanı Muaviyenin Babası Ebu Süfyan idi.

Hendek Kazma Fikri
Hz. Muhammed, savaştan önce savunma taktikleri konusu hakkında ashabıyla istişare etmişti. Bu istişare neticesinde savaşın seyrini değiştirecek olan bir fikir ortaya çıktı. O fikir hendek kazma fikriydi ve bu fikri oraya koyan isim ise Selam-ı Farisi idi.

Kureyş ordusu Medine şehrinin kapısına gelince bir sürpriz ile karşılaştı. Medine’nin çevresinde derin ve tehlikeli hendekler vardı. Bu durum onların korkuya kapılmasına neden oldu. Oysa Kureyş ordusu on bin, müslümanların ordusu iki üç bin kişiden oluşuyordu.

Hz. Ali (as) ve Amr’ın Savaşı
Bazı Kureyş atlıları hendeğin kimi dar noktalarından karşıya geçmeyi başardı. Bunun üzerine Hz. Ali (as) birkaç kişiyle beraber ileri çıktı ve atlıların geçtiği gedikleri kapattı.

Kureyş ordusundan savaşçılıkları ile tanınmış altı kişi hendeğin dar bir tarafından karşıya geçip, savaş meydanına çıktı. Bunlardan bir tanesi Arap Yarımadası’nın en yiğit ve en güçlü savaşçısı olarak bilinen ve “bin savaşçıya bedel” denilen Amr bin Abdül Vedd’i. Yelye bölgesinde bir grup savaşçıyı tek başına yenmişti. Bedir Savaşı’nda yaralandığı için Uhud’a katılamamıştı. Hendek günü ise ilk olarak savaş meydanına çıkmıştı.

Amr, çelik bir zırh giymişti ve savaş alanında şöyle bağırıyordu:

Cennet iddiacıları neredeler? İçinizden beni cehenneme göndermeyi veya kendisi cennete gitmeyi isteyen yok mu?

Onun bu meydan okuması herkesin kalbine bir korku düşürmüştü. Sanki kulaklar kapanmış, diller tutulmuştu.

Hz. Muhammed, “Bunun karşısına çıkacak biri yok mu?” buyurdu. O zaman Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Sahabelerin hepsi oradaydı. Ama Kimseden ses çıkmıyordu. Hz. Ali, (as) “Ben çıkarım ya Resulallah” dedi. Resulüllah o’nu oturttu.

Amr ikinci ve üçüncü kez savaşacak er talep etti. Hz. Ali’den başka kimse ona cevap vermedi. Resulüllah her defasında o’nu oturtuyor ve şöyle diyordu: “Ya Ali, bu Amr’dir”.

Resulüllah, “Ya Ali, bu Amr’dir” dediğinde Hz. Ali şöyle cevap verdi. “Olsun, ben de Ali’yim”.

Sonunda Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin bışına kendi sarığını sardı. Kendi kılıcını kuşandırdı. Ve kendi zırhını giydirdi. Ve Amr’in karşısına çıkmasına izin verdi. Ardından ellerini kaldırarak şöyle dua etti:

Allah’ım Ubeyde’yi Bedir günü, Hamza’yı Uhud günü aldın. Bu da kerdeşim ve amcamın oğlu Ali’dir. Beni yalnız bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın.

Hz. Ali savaş meydanına çıktı. Resulüllah şöyle buyurdu:

İmanın tamamı, küfrün tamamının karşısına çıktı.

Amr, Hz. Ali’yi karşısında görünce şaşırdı. Hz. Ali, Amr’i, Allah’tan başka bir ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmeye davet etti. Amr kabul etmedi. Hz. Ali bunun üzerine, “O halde benimle savaşacaksın” dedi. Amr, “Geri dön. Baban arkadaşımdı. Seni öldürmek istemem” deyince, Hz. Ali, “Ama ben, Hakka’a yüz çevirdiğin müddetçe, vallahi seni öldürmek isterim” diye cevap verdi.

Amr, Bedir Savaşı’na katılmış ve Hz. Ali’nin cesaretini ve savaş gücünü yakından görmüştü. Bu yüzden Hz. Ali savaşmaya çekiniyor ve bahaneler uyduruyordu.

Hz. Ali, Amr’e “atından in, vuruşalım” dedi. Amr atından indi. Geri dönmeyeceğini göstermek için de atını öldürdü. Hz. Ali’nin başına bir kılıç darbesi indirdi. Hz. Ali bu saldırıyı kalkanı ile karşıladı. Fakat kalkan ikiye ayrıldı ve miğfer kırıldı. Ayrıca Hz. Ali başından yaralandı. Bu arada Hz. Ali kılıcını Amr’in başına indirdi ve onu öldürdü. Hz. Ali tekbir getiriyordu.

Müşrikler Geri Dönüyor

Amr’in öldüğünü gören arkadaşları korkuya kapıldılar ve kaçtılar. Hz. Ali onları takip etti. Bu sırada Nevfel b. Abdullah hendeğe yuvarlandı. Hz. Ali, hendeğe atlayarak onu öldürdü.

Nevfel’in ölümü diğer askerlerin cesaretini kırdı. Müşrik ordusunu oluşturan Arap kabileleri aralarında anlaşıp, dönme kararı aldılar.

Resulüllah Hz. Ali’yi karşılayıp şöyle buyurdu:

Aferin sana ey Ali! Senin bugünkü şu cihadın, İslam ümmetinin kıyamete kadar yapacağı bütün iyi amellerin toplamından daha üstündür. Zira senin bu zaferin sayesinde kafirler, zillete düşüp alçalmış, Müslümanlar ise izzet, onur ve gurur kazanmıştır.

Hz. Ali’nin İbret Verici DavranışıBu savaşta Hz. Ali’nin ibret verici bir davranışı vardır ki, o’nun yiğitliğinin ve yüce ahlakının bir göstergesidir. Hz. Ali, Amr’i öldürdükten sonra onun cenazesine ve elbiselerine dokunmayarak savaş meydanını terk etti. Amr’in kız kardeşi onun cenazesinin başına gelerek şöyle dedi:

Asla senin için ağlamayacağım. Zira sen kerim bir kişi tarafından öldürüldün. O senin kıymetli elbiselerine ve savaş silahlarına hiç dokunmadı bile.

Resulullah (s.a.a)’ın Hz. Ali (a.s)’ı kendinden emin bir şekilde meydanda görmesi, nurlu gözlerine ışık getirmiş ve ümitli bir ifadeyle tarihe kaydedilecek meşhur cümlesini işte böyle bir anda sahabelerine söylemişti: “İmanın bütünüyle şirkin bütünü karşı karşıyadır.”[1]

Bu zaferden dolayı sevincini izhar eden Resulullah (s.a.a) Hz. Ali (a.s)’a hitaben şöyle buyurdu: “Senin bu zaferin, Muhammed ümmetinin amellerinin tümüyle kıyas edildiğinde, şüphesiz senin bu müthiş zaferin ağır gelecektir. Çünkü Amr’ın öldürülmesiyle, zilletin girmediği müşrik evi ve izzetin girmediği Müslüman evi kalmamıştır.”[2]

Ehl-i Sünnet âlimlerinden Hâkim-i Nişaburî bu sözü başka bir tabirle şöyle naklediyor: “Ali b. Ebu Talib’in Hendek günü, Amr b. Ahduved ile yaptığı savaş, ümmetimin kıyamete kadar yapacağı amellerden daha üstündür.”[3]
[1] – Bihar’ul-Envar, c.20, s.215; İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehc’ül-Belâğa, c.4, s.244, İhkak’ul-Hak’tan naklen.
[2] – Bihar’ul-Envar; c.20, s.216.
[3] – Müstedrek-i Hâkim, c.3, s.32.

( Hadis-i Şerif , Bazı Hadis Kitaplarında ittifak halinde)

"Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"
"Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârakte alâ ibrahîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"

Yolculugumuza başliyoruz :

Evet zaman ve vakit Kış Mevsimine Geldi, amma bazi yerlere her ne kadar kar yagsada, bazi yerlere Kış Mevsimi gelmeyecek diye haber veriyorlar, meteroloji mühendisleri.
Halbuki insan suresinde Allah Buyuruyor ki : yeryüzüden bir halife varki

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Yakin dercesindeki gözetlemeciler görcekki, ondan başka ne güneşi dogdurebilen (Yaz Mevsimini Getirebilen), nede zemherîyi (Kış Mevsimini) Getirebilen var.

Sadakallahul Aziym İNSAN (DEHR)-13. ayet

ve öyle olunca gecen sene ögrettikki soguk veya sicak iklim, tamamen matematik hesabi, ve insanlarin frekansiyla alakali dedik. ve eksi ile arti carpişinca, eger eksi olan dominant cikarsa hava soguk ve kiş olur, kar yagar buz olur , amma eger kavgada arti olan kazanirda, dominant olursa, o zaman ise, güneş dogar ve sicak olur dedik. ve bununda burclarla alakali oldgunu, ve evliliklerin genellikle, Allahin dogal seleksiyonda kutuplu olarak birleştridigini, ve hanimi yaz burcu ise, kocasi kış burcu oldugunu, veya bunun tam tersi olarak da evli kimseler cok. ve öyle olunca, bu hikmeti duyan ve bizden birkac tatbikat ve uygulama gören Avusturyalilar gecen sene, sevdiklerine eşlerine vardilar, ve birer tokat cikattiriverdiler, ve cogu zaayif kadinlar oldugundan, ve erkekler sert davrandiklarindan, ve gercek gibi cok ciddi yaptiklarindan, bayanlar bir tokatta yerle bir oldular, yikildilar. veya kolu kirilanlar, kafaasi kirilanlar olmuşki, biz de Avusturyada bir ara bir soguk oldu, "The day after the tomorrow" daki gibi ani bir soguk hava geldi, ve ober östereich denen bölgedeki, nerdeyse bütün cam agaclarinin belini kirdi gecdi. aynen o hanimlari dövenlerin, onlarin kalplerini kollarini kirmalari gibi, dallari budaklari kiran bir soguk oldu bir kac gün, sonra dedik bu kadarda ciddi olmayin, ve sonra bircok aile nerdeyse boşanma arefesine geldi bu yüzden, sonra barişip sarildilar ve havalar birden tekrar yumuşadi, ve biz mevsim tarikiyiz, ve bu yolu biz talim edeniz diye yola cikdik, ve bu sene ise tarikimize katilanlara bir yol ögrettik, "agzinin genişligi, dibinin derinliginden geniş olan tasdan, soguk süte karişmiş, sulu misli süt için." dedik ve denediler oldu, Türkiye gibi bazi bölgelerde kar yagdi, ancak amma daha bize kadar ulaşmadi soguk, cünkü cabuk tüketiyor insanlar, ve bunada bön bön bakan insanlar cogalinca, ve münkirler meydana cikinca, bununda tesiri sanki kaybolur gibi oldu, halbuki iman ile inanmak ile, çivilere basan, dogu mistizmi sahibi bir rahibin ayaklarina bile civi batmiyor, cünkü o öyle bir inaniyorki, derisine civi gecmiycek diye, yani iman, yani inanc. ve biz bunu (Kar yagmasi meselesini) böyle anlatinca, iman edenler, tam halis kalp ile mutmain olarak inaninca, evet kar yagiyor, soguk oluyor, ancak bir münkirde buna hased edip, bön bön bakip, "hadi lan, buna sebeb bu degil, bunun başka bir sebebi olmali, fiziki bir sebebi olmali" deyince bütün imani, mutmain bir imani, inancsiz kafir, veya zayif imanli durumuna düşürüyor. bu konuya inanc ve iman gidince, artik onun tesiri kiriliyor, ve öylede olunca, işde soguk tam manasiyla gelemiyor. ve bundan birkac sene önce başka bir formül kullandik, ve yün takke, yün corap fromülü kullandik, ve yine onuda insanoglu telef edip tüketti, binler münkir, yine bunu inkar etti, ve onun yanan iman alevide söndü ve, o artik tesir etmez oldu. Be hey kafir ve münkir ve münafik zümresi, sizin bu inkariniz, akan dereyi, çayı, denizi kurutcak kadar cok, cünkü imansizlik bir hastalik, ve siz hastasiniz, ve hasta ruhlarinizla, imanli kimselerin inancinida yok ediyorsunuz, ve dünya iklimi, işde böyle hasta ruhlarin sebebiyle, küresel isinma dedikleri, mevsim bozukluguna gitdi, cünkü Allah askerlerinin kullanacagi silahlar da tükenir oldu, ve ben artik yeni bir yöntem bulamiyorum. ve yukardaki yazdigimiz ayetlerde gecdigi gibi, hz. süleyman zamaninda Belkis ahalisi güneşe tapiyorlardi diyor, halbuki onlar güneşe ragbet edince yani ona tapar gibi hürmet ve tazim edince, güneş ve sicak dominant, yani galip olup, artik o senelerde, kiş gelmez olmuşdu, bunu hüdhüd ile tespit eden Hz Süleyman, askerini topladi ve Belkis i yaniltmayi diledi, ve dedikya soguk ve sicak birer frekans, ve bu frekans tamamen matematikdeki yanimsama kuralina bagli, ve bu kurali ögrettik, yalancikdan hanimlari dövdüler dedik, ve onlar ciddi saninca, onlarin o yenilmiş hali, dövülmüş hallleri ile frekanslari, soguk ve küskün, ve nefret rüzgari esdirdi dedik, ve öyle olunca işde, süleyman da belkisi böyle yaniltmayi diledi, ve dedi "o gelmeden önce, kim bana onun tahtini gertircek" dedi ve askerlerinden bir ifrit " sen dah yerinden kalkmadan ben getiririm"dedi, askerlerinde bir alim olan ahzab veya asaf bin Berhiya dedi "sen daha gözünü kirpmadan, ben san getiririn inşallah" dedi. ve Hz. Süleyman Belkisi cagirdi, o gelince, O na tahtini yaninda gösterince süleyman, o güneşin tanri ve tapilcak olan olmadigini anladi ve o konuda ahalisinide uyardi, ve onlarin ona yani, güneşe tapinma imanlari zeval bulunca, güneşin, o enerjisi soldu, ve güneş ve mevsim vaktini ve yerini, kişa birakti. yani Belkisi veya BALKIZI yanimsatti,

Yani yine Hz Meryem zamani, yine küfür ortaligi kavurur oldu, ve kiş gelmiyor, ve Allah, kendini en iffetli addeden , erkeklerle arasina iki perde ceken Hz. Meryem e ulvi ruhlardan olan Kutsal bir ruh gönderdi ki (Yani ruh kütüphanesi olan berzahda kader kitabina bakinca onun iyi işler yapacagi belli olan iyi ulvi bir uh yani kutsal bir ruh olan mehdinin ruhunu) o gelecekden ona gelen mehdi idi, ve mehdi daha sabi erginlige ermemiş cocuk idi ona geldiginde, dedi ve "senin bir cocugun olcak" "o sabi iken konuşdu" geciyor ya kuranda

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا فَرِيًّا يَا أُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيًّا فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَن كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدتُّ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا ذَلِكَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذِي فِيهِ يَمْتَرُونَ

Fe etet bihî kavmehâ tahmiluhu, kâlû yâ meryemu lekad ci’ti şey’en feriyyâ, Yâ uhte hârûne mâ kâne ebûkimrae sev’in ve mâ kânet ummuki bagıyyâ, Fe eşârat ileyhi, kâlû keyfe nukellimu men kâne fîl mehdi sabiyyâ K"âle innî abdullâhi, âtâniyel kitâbe ve cealenî nebiyyâ, Ve cealenî mubâraken eyne mâ kuntu ve evsânî bis salâti vez zekâti mâ dumtu hayyâ, Ve berren bi vâlidetî ve lem yec’alnî cebbâren şakıyyâ, Ves selâmu aleyye yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu hayyâ, Zâlike îsâbnu meryeme, kavlel hakkıllezî fîhi yemterûn,

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Hamile olup karninda o Çocuğu taşı(Zeker) halkının yanına geldi. Onlar şöyle dediler: “Ey Meryem! Sen Çok çirkin bir şey yaptın!” “Ey Hârûn’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi.” Bunun üzerine, onu karnindaki (çocuğu) işaret etti. (Onlar) dediler ki: "senin icindeki cocuk ile biz nasıl konuşuruz?” oda dedi O öyle alelade bir cocuk degil icimde kurtarici mehdinin sabi olan hali hali var. dedi (yani mehdi mehdi olmdanki haline sabi hali dedi yani Hz isa, mehdinin gelecekden gelip mehdinin, henüz mehdi olmadanki hali ile yani Hz isa oldugu hali idi o. (Bebek) şöyle dedi: “Muhakkak ki ben, Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni nebî kıldı.” (Burdaki nebi den mana, aynen meyvanin, meyva olmadanki hali, yani nasil meyva önce cicek ve tomurcuk olursa, Hz isa da mehdinin, mehdi olmadan önceki, tomurcuk veya cicek oldugu önceki hayati ve hali gibi.) Ve beni nerede bulunursam bulunayım (bulunduğum heryerde) mübarek kıldı. Ve hayatta kaldığım sürece namazı ve zekâtı bana vasiyet etti, ve bana ölüleri nasil diriltecegimi ögretti. ve Bana anama saygılı olmayi emretti, Beni azgın bir zorba olmakdanda sakindirdi.yani şakilerden olmamami emretti, ve daha henüz meryemin karninda oldugu için dediki " Ve doğacağım gün ve öleceğim gün ve canlı olarak beas edileceğim , yeniden (diriltileceğim gün ve yine yani mehdi olarak dogdugum zamanda da) selâm benim üzerimedir. Hakkında şüpheye düştükleri hak söze göre Meryem oğlu İsa işte budur.

Sadakallahul Aziym MERYEM Suresi 27,28,29,30,31,32,33,34,34. ayetler

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

فَاتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَن مِنكَ إِن كُنتَ تَقِيًّا قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا قَالَتْ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ وَلَمْ أَكُ بَغِيًّا

Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ, Kâlet innî eûzu bir rahmâni minke in kunte takıyyâ, Kâle innemâ ene resûlu rabbiki li ehebe leki gulâmen zekiyyâ, Kâlet ennâ yekûnu lî gulâmun ve lem yemsesnî beşerun ve lem eku bagıyyâ.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Öyleki Hz Meryem erkeklerden korkar ve kacar olmuşdu, hatta onlar ile görüşürken arasina onlardan (ayıran) bir perde çeker olmuşduki, bunun yanliş oldgunu ona ögretmek için, O zaman ona Ruhumuz’u (Ruh’ûl Kudüsü, Mehdiyi kutsal ruh yani ulvi bir ruh olan Mehdiyi) gönderdik. Ona normal bir beşer suretinde (hüviyetinde) temessül etti (göründü). (Hz. Meryem şöyle) dedi: “Muhakkak ki ben, senin bana yakin gelmenden, yani yaklaşmandan Rahmân’a sığınırım.” o Kutsal ruh ona : “Ben sana rabbinden zeki (temiz) bir erkek çocuk bağışlamak için gönderildim.(senin akilli bir evladin olmak üzere gönderildim)” dedi. (Hz. Meryem dedi ki): “Bana bir beşer dokunmamış (olduğuna göre) benim nasıl bir evladim olabilir? Ve ben, azgınlikda (iffetsizlikde) etmedim.”

Sadakallahul Aziym MERYEM Suresi 17.,18.,19.,20. ayetler

ve o dedi bana insan eli degmemişken nasil cocugum olur, ben ifetli bir kadinin dedi, ve Allah onun o erkeklerden kacişindan razi olmamiş, ve fiziki bir birleşmesi olmadan, ruh yoluyla, yani beyin s e x i yolu ile bir cocuga hamile kalmasini kaderine yazdi. Rahimsiz rahman olmaz, rahmansizda rahim olmaz, kurali, baba ve anne hikmeti, hani rihanna şarki cikardi, mehdinin bunu bildigini uyguladigini duydularda işde "Love On The Brain" "Beyin yolu ile aşk" veye " Beyin yolu ile S e x" adini koydu bu illumnatlar buna. ve biz dedik hani o annen, sen dogmadan rüyasinda görür, ve derlerki ona bu cocugun bunun ismini falanca koycan, yoksa ölür cocugun derler, ve senin ismini, o isim koyarlar bazen, ve o kimse senin ruh babandir, aynen meryemi hamile birakan o ulvi kutsal ruh gibi, senin ruh babandir demişdik. öyle olunca, işde hicbir erkekle birleşmegi kabul etmeyen, ve onu kötü gören bu meryemi, Allah yanimsatti sen cok ifetlimisin (Immaculata misin) hadi bakalim, o zaman seni bir sabi hamile birakacak dedi, ve o sabi hemde senin gelecekden gelen kendi cocugun olcak dedi, gelecekden gelen senin cocugunun cocugunun.. cocugu yani özde senin kendi cocugun dedi, yani " Terminator Genisys" yani ceninsiz dogan cocuk. ve böylece onu Hz Meryemi insanlar ayipladilar, ve aralarindan kovdular, öyle olunca, onun o en iffetli iken düşdügü bu hal, ve freknasi ile, işde o sene yine kış kara kış gelmiş oldu. yani meryem ikizler burcu veyada başak burcu "jungfrau" kutsal bakire Hz meryem burcu, ve bahar burcu veya başak sicak vakitler plus dereceler yani arti dereceler ve yaz sicak yani, arti burclu kimse yenilince, işde eksi galip gelince, ne oldu, eksi ile arti carpişdi ve eksi kazandi, ve yani meryemin kötü ve yanliş olan sandigi kazandi, ve iylik geri cekilince, işde güneş geri cekilince soguk ileri gecdi ve kiş geldi, ve Hz meryemede kötü sandiginin hakini vermedigi veya o rahim tabiatinda olup rahmanin hakkini vermedigi için yanimsatildi yanliş yaptigi ona gösterildi.

Yine Hz ibrahim vaktinde, Hz ibrahimin Bir gülü olsun ve bu gülü acinca koparsin sevgilisine versin degilmi, yani cocugu olmadi olmadi, olunca, neredeyse ona tapacak hale geldi, Allah o ndan o sevdigi cocugunu istedi,

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ

Va'lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır (sizin için sadece bir fitnedir imtihandır). Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.

Sadakallahul Aziym ENFÂL Suresi 28. ayet

ve sen benimi seviyon cocugunumu diye sinadi, ve ibrahime beni seviyorsan onu bana adak ve kurban ver dercesine, oglunu kes ver madem denildi, ve öyleki ibrahim yaz ve sicak burc ve öyle olunca, o galip olunca, artik cocuguda olmuş keyfide yerinde, ve sonunda sicak artti artti, herşey yolunda gitdi demek, sicak artti artti, hep iyi hep iyi aydinlik ve yaz vakti demek olur, ve dur madem sana bir gündönümü yapalim denildi, ve koc burclu veya yay burclu oglunu bana ver, yani bahar burclu ismailde imtihanda burda, ikiside yaniltildi, ve ismail inandi ki babasi onu kesecek, ve ibrahim yatirdi caldi bicagi bicak kesmedi, ibrahim yine inandi yanildi, insan da kurban edilcek diye inandi yatirdi caldi bicagi, Allah, tamam dur dedi, yerine bu koçu ona cibilliyat verdim, ona bedel olarak verdim, keseceksen onu kes dedi, ve ibrahimin ve ismailin itati, onun ahlaki sifati, itaatli bir koyun ve koc olmaya yakişdi ve koyun ve kocun yaratilma hikmeti aciga cikdi. ve koyunlarin sürüsüne bir coban köpegi güdebilir emre itaat ederler cünkü. ve onlar kimsenin gidemedigi bir yere kadar gitdiler, 21 haziran günün en uzun vaktine kadar gitdi ,iyiligin ve itatin en sinir haddi, kimsenin güc yetiremeyecegi bir hikmeti meydana getirdiler, itaatin zirvesi, ne demek "evladini kesmek" senin benim harcimmi, ne demek "kes boynum kildan ince",bu ibrahim öyle birisi işde, bunu bugün birinin yaptigini duysak, onu timarhaneye şi zof ren de li diye dikarlar. ve onlar verdikleri sözden dönmeyince durun o zaman dedi Allah, ve ismaili degil, kocu kes dedi, ve gündönümü, yine ibrahimi nemrut manciniga koydu, atti atacak, ve ibrahim artik tükendi bitti gitdi gidiyor, sen Allahin peygamberi ol, ve O Allah sana yetişip yardım etmesin! derlerki son an cebrail geldi sordu, bir istegin varmi , ibrahim kizdi "feseyekfikehümullahü vehüvvessemiul alim" dedi derler, yani " herşeyi gören bilen duyan Allah in, haberi yokmu bundan yani" demek gibi. ve yine o artik yenildigine, ve artik ölecegine inandi ve öyle olunca, iyi ve iyilik ve peygmber gibi birinin yenilmesi, iyiligin galip olmayi birakip, yerini karanlik ve zulumete veya, geceye veya kış ve wintere birakmasini ögrenmesi demek, yani ibrahimin artik görevi birakma zamani, yani gündönümü zamanina geldigni anladi, yani eger hakklinin hakkini gözetmezsen, ibrahim olsan, Allah gelir ve senden gecenin ve karanligin hakkini alir gecer,

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَمِن كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ

Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn. Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Ve Biz, herşeyi (zıttıyla kaim kılarak) çift çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz.

Sadakallahul Aziym ZARİYAT Suresi 49. ayet


Yani Allah dualite yaratmiş, gece gündüz, aci tatli, siyah beyaz, yaz kiş, bahar sonbahar, ve müslüman kafir, eger sen ben üstünün deyip de şeytanin düştügü hataya düşersen, o karanlik ve kötü idi ve o kendince üstündü amma sende yani ben beyaz ve aydinligin o yüzden, ben müslüman ve iyiyin, ve kafir karanlik ve kötüler, kötüdür, onlarin yaşamaya hakki yokdur deyince, onlari da yaratan Allah, hüüceti ile iner, ve senden, racim olan şeytan, ve karanlik ve karanlik olanlarin hakkini alir gecer, yani gece gecede güzel, gündüz gündüzde, ve öyle olunca, iman iman edilcek zamanda güzel, amma gecede yerinde ne güzel, ve kiş yine, zamani gelince kara kiş, ne kadar tatli ve güzel degilmi? öyleyse, bu dan gil lerin dünyayi hep iyi ve aydinlik ve yaz mevsimi gibi müslüman yapma sevdalari yanliş, ve Allah in sünetullahi degişmez, bunlar böyle yapmaya devam ederlerse, Allah hücceti ile iner, ve sizin o kötü ve kafir dediklerinizin hakkini senden bir alirki, felegin şaşar, ey geri ze kali T... ve askerleri veya işid manyaklari , onlarinda siyah ve kiş burcu tabiatlilarin da hakki var, senin iki kariş hakkin var ise, onlarinda zamani gelince iki kariş yer haklari var yani. bunu kafana iyi sok trot tel beyinsiz a h m ak.

Yine Muhammed peygamber üstün, tamam amma, mevsim wintere döndüyse, birde sirayi onlara birakmak lazim, bu muhammede dahi ögretildi ve uhud harbinde Allah kilici halidden yana savurunca, işde bayragi birakmayan muhamedde, ögrendi, zaman ve mevsim sonbahar ve kiş, bayragi onlara birak denildi, nitekim sonradan bunu ögrenen muhammed, mekkeyi fethetmeye gitmeden önce, anlaşma yapti onlara hak tanidi, ve onlar oraya varinca, olmaz dediler bu sene hac edemezsiniz dediler, ve oda tamam dedi, ve hatta Hudeybiye Antlaşmasıni imzaladi:

Hudeybiye Antlaşması

Sulh Heyeti:

Rıdvân Biatı, Ku­reyşlileri fazlasıyla korkutmuştu. Pey­gam­be­ri­mizin üzerle­rine yürüyeceği endişesine kapılarak, alelacele sulh teklifinde bulunmak gaye­siyle bir heyet gönderdiler. Heyette şu isimler vardı:

Süheyl b. Amr (başkan), Huveytip b. Abdü’l-Uzzâ ve Mik­rez b. Hafs...

Ku­reyş müşrikleri, üç kişilik bu heyete, “Gidin, Muhammed’le sulh antlaş­masında bulunun. Fakat bu yıl buradan dönüp gitmek şartıyla! Eğer bu şartı kabul etmezse anlaşmaya yanaşmayın!” direk­tifini vermişlerdi.[1]

Peygamber Efendimiz, Süheyl’in gelişini, isminin kolaylık ifade etmesinden dolayı hayra yorarak, sahabelerine, “Artık işiniz bir derece kolaylaştı! Ku­reyşliler, sulh yapmak istedikleri zaman hep bu adamı gönderirler”[2]diye bu­yurdu.
Sulh Heyeti, Pey­gam­be­ri­mizin Huzurunda

Ku­reyş elçisi Süheyl b. Amr, Re­sû­lul­lah’ın huzuruna vardı. Önün­de iki dizi­nin üzerinde yere çöktü. Peygamber Efendimiz ise, bağdaş kurmuştu. Müslü­manlar da çevresinde oturmuşlardı.

Süheyl b. Amr, uzun uzadıya konuştu, sonra Peygamber Efendi­mi­ze sulh tek­lifinde bulundu. Peygamber Efendimiz, sulh tekliflerini kabul etti.

Bundan sonra, sulh şartlarının müzakeresi yapıldı. Onlarda da an­laşmaya varıldı. Sıra, anlaşma şartlarının yazılmasına gelmişti. Hz. Ali, musalahanın şart­larını yazmak üzere kâtip tayin edildi.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Ali’ye, “Yaz!” dedi. “Bis­mil­la­hir­rah­mânirrahîm!”

Süheyl b. Amr, buna itiraz etti: “Biz, Bismil­lahir­rah­mâ­nir­ra­hîm’­i bilmiyo­ruz! Sen böyle yazma!”

Resûl-i Ekrem, “Öyle ise nasıl yazalım?” diye sordu.

Süheyl, “‘Bismike Allahümme’ diye yaz” dedi.

Ku­reyşliler, eskiden beri “Bismillahirrahmânirrahîm” ye­rine “Bismike Al­lahümme “yi kullanırlardı.[3]

Peygamber Efendimiz, “‘Bismike Allahümme’ de güzeldir!” buyurduktan sonra Hz. Ali’ye, “Haydi yaz! Bis­mi­ke Al­lahümme” diye emretti.

Hz. Ali de aynı şekilde yazdı.[4]

Bundan sonra Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Ali’ye, “Bu, Muhammed Re­sû­lul­lah’ın, Süheyl b. Amr’la üzerinde anlaşmaya varıp sulh oldukları, icabının ta­raflarca yerine getirilmesini kararlaştırıp imzaladığı maddelerdir!” diye yaz­masını emretti.

Ku­reyş heyeti başkanı Süheyl, yine itiraz etti. “Vallahi, biz senin gerçekten Allah’ın Resûlü olduğunu kabul edip tanımış olsaydık, Beytullah’ı ziyaretine mani’ olmaz ve seninle çarpışmaya kalkmazdık!” dedi.

Peygamber Efendimiz, “Peki nasıl yazalım?” buyurdu.

Süheyl, “Muhammed b. Abdullah diye kendi ismini ve babanın ismini yaz” dedi.

Peygamber Efendimiz, “Bu da güzeldir!” buyurduktan sonra, Hz. Ali’ye:

“Yâ Ali! Sil onu! Sil de Muhammed b. Abdullah yaz” diye emret­ti.[5]

Hz. Ali, “Hayır! Vallahi, ben Re­sû­lul­lah sıfatını hiçbir zaman silemem!” di­ye yemin etti.[6]

Bu arada Müslümanlar da, Hz. Fahr-i Âlem’e karşı besledikleri muhabbet ve hürmetlerinin eseri olarak, “Biz, Re­sû­lul­lah Muhammed’den başkasını yaz­dırmayınız! Ne diye dininiz uğrunda bu eksikliği, bu hakareti kabul ediyo­ruz?” diye yüksek sesle konuşmaya başladılar.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Müslümanlara seslerini kıs­ma­larını ve susmala­rını mübarek elleriyle işaret buyurdu. Birden sustular.

Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’ye, “Bana onların yerini gös­ter” dedi.

Hz. Ali, “Re­sû­lul­lah” kelimesinin bulunduğu yeri gösterdi. Resûl-i Ekrem Efen­dimiz de onu eliyle sildi. Yerine ise “İbn-u Abdullah (Abdullah’ın oğlu)” ke­li­melerini yazdırdı.[7]

Peygamber Efendimizin sulhe ciddi taraftar olduğunu, sulhe giden yoldaki manileri ortadan kaldırmaya ne kadar gayret gösterdiğini, bu bir iki numune­den de anlamak mümkündür.
Musalaha Maddeleri

Müşrik heyetinin yukarıdaki itirazları, Müslümanların bu itirazları kabul etmek istemeyişleri ve Peygamber Efendimizin her iki tarafı yatıştırması so­nunda sıra mu­sa­la­ha maddelerinin yazılmasına gelmişti.

Resûl-i Ekrem Efendimiz ile müşrik murahhas heyeti arasında ge­çen ko­nuşmalardan sonra, şu maddeler üzerinde anlaşmaya varıldı:

1) Müslümanlarla müşrikler, huzur ve emniyet içinde yaşamalarını devam ettirmek için, birbirleriyle on yıl harp etmeyeceklerdir!

2) Pey­gam­be­ri­miz ve sahabeler, bu yıl Mekke’ye girmeyip geri dönecekler, ancak gelecek yıl yanlarına yalnız yolcu silahı olan kılıç bulundurmak şartıyla gelip Kâbe’yi tavaf edecekler ve ancak Mekke’de üç gün kalacaklardır. Müş­rik­ler ise, o sırada şehri boşaltacaklardır!

3) Medine’deki Müslümanlardan Mekke’ye iltica edenler Müslümanlara ia­de edilmeyecek, fakat Mekke’den Medine’ye velev Müs­lüman dahi olsalar ilti­ca edenler istendiği takdirde geri verileceklerdir.

4) Arap kabilelerinden isteyen Hz. Peygamberle, isteyen de Ku­reyş’le bir­leşmekte serbest olacaklardır.[8]

Ebû Cendel Hadisesi

Antlaşma maddelerinin yazılması bitmişti. Fakat taraflarca henüz imzalan­mamıştı.

Tam o sırada, zincire vurulmuş birinin, kendini Müslümanların arasına at­tığı görüldü. Gariptir ki bu, Ku­reyş murahhas heyeti başkanı Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel idi! İslam şerefiyle şereflenmesine, müşrikler, ayak­larını zin­cire vurmakla karşılık vermiş ve onu hapsetmişlerdi. Ebû Cendel, hapsedildiği yerden bir fırsatını bularak kaçmış ve Mekke’nin alt tarafından, kimsenin gö­remeyeceği yollardan bin bir zorlukla Hz. Re­sû­lul­lah’ın hu­zuruna çıkagel­mişti. O sırada babası Süheyl, henüz Müs­lümanların karargâhında bulunuyordu.

Ebû Cendel, bizzat babasının kendisine revâ gördüğü da­ya­nıl­maz işkence ve eziyetlerden kurtulmak için kendisini Hz. Fahr-i Âlem’in ayakları dibine atmış, ona iltica etmişti. “Beni kurtar!” diyordu.

Ne var ki az evvel yapılan antlaşma buna imkân vermiyor­du! Nitekim oğ­lunun geldiğini gören Süheyl, onu Pey­gam­be­ri­mizden he­men istedi:

“İşte! Sulh şartları gereğince bana geri vereceğin kişilerin ilki budur!” dedi.

Peygamber Efendimiz, “Biz, sulh sözleşmesini henüz imzalamış de­ğiliz!” buyurdu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, iki müşkîl durumla karşı kar­şıya kalmıştı: Ebû Cendel’i geri vermek demek, onu bile bile eziyet ve işkence çemberi içine at­mak demekti; ver­me­diği takdirde, Ku­reyş heyeti antlaşmayı feshedecekti. Hâl­buki, birçok sebepten dolayı bunu istemiyordu.

Elinde başka çaresi kalmayan Peygamber Efendimiz, teessür içinde Ebû Cendel’i babasına teslim etmek zorunda kaldı.

Peygamber Efendimiz, babası tarafından alınan Ebû Cen­del’e, “Biraz daha sabret, biraz daha maruz kaldıklarına göğüs ger! Bunların ecrini, mükâfatını Allah’tan dile! Muhakkak Allah, senin ve yanında bulunan kimsesiz Müslü­manlar için bir ferahlık, bir çıkar yol halkedecektir” diyerek teselli verdi. Arka­sından da, “Onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz”[13]buyurdu.

Hz. Ömer’in Pey­gam­be­ri­mize Sorusu

Ebû Cendel, Ku­reyş müşrikleri tarafından geri alınırken, Hz. Ömer, Pey­gam­ber Efendimizin huzuruna vardı ve “Yâ Re­sû­lal­lah! Onu Ku­reyşlilere niçin ge­ri veriyoruz? Dinimiz uğrunda bu hakareti ne diye kabul ediyoruz?” diye ko­nuştu.

Resûl-i Kibriya Efendimiz cevaben, “Biz bu iş hakkında onlarla antlaşma yapmış bulunuyoruz! Dinimizde ahde vefasızlık yoktur!”[14]buyurdu.

Müslümanların Sadâkat İmtihanı

Sahabeler, çok arzuladıkları halde, Kâbe-i Muazzama’yı ziyaret ve tavaftan alıkonmuşlardı. Bunun yanında, Hz. Re­sû­lul­lah antlaşmayla, görünüşte aleyh­lerinde olan birtakım ağır hükümlerine gereği gibi nüfuz edemediklerin­den dolayı bu durum, sahabelerin son derece güçlerine gitti. Mânen rahatsızlık duydukları, hal ve davranışlarından bel­li oluyordu.

Kendi âleminde böylesine ağır şartlara evet demenin izahını bir türlü bula­mayan Hz. Ömer, huzura varmadan edemedi ve Pey­gam­be­ri­mize, “Sen, Al­lah’ın hak peygambe­ri değil misin?” diye sordu.

Resûl-i Ekrem, “Evet, ben Allah’ın peygamberiyim” buyurdu.

Hz. Ömer bu sefer, “Biz Müslümanlar hak, düşmanlarımız olan müşrikler ise bâtıl üzere bulunmuyorlar mı?” diye sordu.

Resûl-i Ekrem, “Evet, öyledir” buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ömer, “Bu halde dinimizi küçük düşürmeye niçin mey­dan veriyoruz?” dedi.

Resûl-i Ekrem, “Ey Hattab’ın oğlu! Ben, Allah’ın kulu ve Resûlüyüm. Al­lah’ın emirlerine aykırı harekette bulunamam. Bu muahede maddelerini kabul etmekle de Allah’a isyan etmiş değilim. O, beni hiçbir zaman zarara uğratma­yacaktır” buyurdu.

Bu sefer Hz. Ömer, “Sen, bize, Allah’ın nusret buyuracağını, gidip Kâbe’yi hep beraber tavaf edeceğimizi vad­et­miş değil miydin?” dedi.

Resûl-i Ekrem, “Evet, vadetmiştin. Ancak bu yıl gidip tavaf edeceğimizi söylemiş miydim?” buyurdu.

Hz. Ömer, “Hayır” dedi.

O zaman Resûl-i Ekrem Efendimiz, “O halde tekrar ediyorum: Sen muhak­kak Mekke’ye gidecek ve Kâbe’yi tavaf edeceksin”[16]buyurdu.
Hz. Ömer’in, Hz. Ebû Bekir’le Konuşması

Hz. Ömer, buna rağmen iç âleminde kabarmış duygularını teskin edemi­yor­du.

Bu sefer Hz. Ebû Bekir’in yanına vardı. “Ey Ebû Bekir!” dedi. “Bu zât, Al­lah’ın hak peygamberi değil midir?”

Hz. Ebû Bekir, “Evet, o, Allah’ın hak peygamberidir!” dedi.

“Peki, biz Müslümanlar hak üzere, düşmanlarımız olan müşrikler de bâtıl üzere değiller mi?”

“Evet, bizler hak üzereyiz, düşmanlarımız ise bâtıl üzeredirler!”

Bunun üzerine Hz. Ömer, “O halde, dinimizi küçük düşürmeye ni­çin mey­dan veriyoruz?” dedi.

Sadâkat timsâli Hz. Ebû Bekir, “Ey Ömer!” dedi. “O, Allah’ın Resûlüdür. Bu muahedeyi yapmakla Rabbine âsi olmuş değildir! Allah, onun yardımcısıdır! Sen, onun emrine itaat et!”

Hz. Ömer, tekrar, “O, bize Medine’de, ‘Beyt-i Şerif’e varacağız, tavaf edece­ğiz’ demedi mi?” diye sordu.

Hz. Ebû Bekir, “Evet” dedi; arkasından da sordu: “Ama sana, ‘Beytullah’a bu yıl gidecek ve tavaf edeceksin’ diye mi haber verdi?”

Hz. Ömer, “Hayır” dedi.

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, “Sen, muhakkak yakın bir zamanda Beytul­lah’a gidecek ve onu tavaf edeceksin!” dedi.[17]

Kurban Kesme ve Traş Olma

Resûl-i Ekrem Efendimiz, muahede ve musalaha işini bitirdikten sonra, sa­ha­belere, “Artık kalkınız, kurbanlarınızı kesip sonra başlarınızı traş ediniz!” di­ye seslendi.[19]

Ne var ki Hz. Re­sû­lul­lah’a sonsuz hürmet ve muhabbetlerine rağ­men saha­belerin hiçbirinde bu emir karşısında bir hareket görülmedi. Peygamber Efen­dimiz, emrini ikinci kere tekrarlamak zorunda kaldı: “Kalkınız, kurbanlarınızı kesip, sonra başlarınızı traş ediniz!”

Fakat aynı şekilde sahabeler, sanki bu emri duymamış gibi davranıyorlar, kurban kesme ve traş olma işine başlamıyorlar­dı.

Resûl-i Ekrem, emrini üçüncü kere tekrarladı: “Kalkınız, kurbanlarınız ke­sip, sonra başlarınızı traş ediniz!”[20]

Yine sahabelerden bu konuda bir hareket görülmedi.

Emrini üç kere tekrarlamasına rağmen, ashaptan kimsenin kalkmadığını gören Hz. Fahr-i Âlem, dönüp Ezvac-ı Tâhirat’­tan Hz. Ümmü Seleme’nin ya­nına gitti:

“Ey Ümmü Seleme! Nedir şu halkın tutumu? Onlara, ‘Kurbanlarınızı kesi­niz, başlarınızı traş ediniz’ diye tekrar tekrar söylüyorum; fakat hiçbiri emrime icabet etmiyor!” diyerek sahabelerin bu durumundan şikayet etti.[21]

Müstesna zekâ ve fazilet sahibi olan Hz. Ümmü Seleme, “Yâ Nebiy­yallah! Bu işi yapmak istiyor musunuz? O halde, şimdi dışarı çıkınız; sonra, ta kur­banlık develerini kesinceye ve berberini çağırtıp o seni traş edinceye kadar as­haptan hiçbirisine bir kelime bile söylemeyiniz” dedi; arkasından da ilave etti: “Çünkü sen kurbanını kesecek ve traş olacak olursan halk da öyle yapar!”[22]

Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz dışarı çıktı. Hiç kimseyle görüşme­den ve hiç kimseye bir şey söylemeden, ihramını sağ koltuğu altından çıkarıp sol omuzuna attı; kurbanlık develerini kesti ve berberi Huzaalı Hırâş b. Ümey­ye’yi çağırıp traş oldu.[23]

Bunun üzerine sahabeler de derhal kurbanlık develerini kesmeye ve başla­rını traş ettirmeye başladılar.

Hz. Ümmü Seleme der ki:

“Kurbanlıklara öylesine koştular, öylesine yığıldılar ki neredeyse birbirle­rini ezeceklerdi!”[24]

Sahabelerin, Re­sû­lul­lah’a muhalefet etmek için tekrarlanan emrini yerine ge­tirmeyip bekledikleri elbette söylenemez. Belki onlar, çok ağır buldukları mua­hede ve musalaha hükümlerinin vahiyle ortadan kaldırılacağını düşünü­yor ve bu vahiyle, Hz. Re­sû­lul­lah’ın verdiği emirden vazgeçeceğini umuyor­lar­dı. En azından, umre amel­lerini tamamlayabilmek için Mekke’ye girmeleri­nin temin edileceğini ümit ediyorlardı. Ve bunun gerçekleşmesi için de bekli­yor­lardı. Nitekim bu hususta herhangi bir vahyin inmediğini ve Hz. Re­sû­lul­lah’ın da kurbanlık develerini kesip, mübarek başlarını traş ettirdiğini görünce, on­ların da Resûl-i Kibriya’ya muhalefet etmiş du­ruma düşmemek için süratle kur­banlık develerini kesmeye ve başlarını traş ettirmeye başladıkları görülü­yor­du.

Server-i Kâinat Efendimiz, ashabıyla birlikte yirmi gün kadar kaldıktan son­ra, Medine’ye dönmek üzere Hu­dey­bi­ye’­den ayrıldı.

----
Yani burdan cikan derse gelince : senin kafir dediklerine de can veren, onlarin rizkini her an yaratan, onlarda coluk cocuk ev bark veren rabbinin, onlarin üzerinde bir emegi varken, sen onlari hice sayarsan, Allahin hakkini cignemiş oldugun için onun gadabina ugrarsin, o yüzden muhamed da hi, onlarinda hakki oldugu idrakine varinca, onlarla anlaşti, ve onlarada hak tanidi öyle olunca muhmmed olsan haklinin hakkini verecen azizim.
ve işde şimdi bu dangillerin yaptiklari mevsimi bozdu, biz üstünüuz, kafirler alcak kimseler, bilmem Atatürk yanliş adam, bilmem dindar olmayan, kafir, onlarin yaşama hakki yok gibi, bir fikre düşdüler. yemin olsun bu böyle devam ederse, o uzun deccal gününe gideriz, ve herkes müslüman olsa, yani hep aydinlik olsa, bize geceyi kim tekrar getirebilcek, düşünen varmi?
ve rabbimiz diyorki, ve hep yaz gibi aydinlik ve sicak olursa, suyunuzda giderse kim artik size yeniden suyunuzu getireebilir diyor.

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَصْبَحَ مَاؤُكُمْ غَوْرًا فَمَن يَأْتِيكُم بِمَاء مَّعِينٍ

Kul e raeytum in asbaha mâukum gavran fe men ye’tîkum bi mâin maîn.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

De ki: “Gördünüz mü, o uzun sabahi (yani uzun gündüzün vaktini), şâyet sizin suyunuz kuruyup çekilirse, o zaman size icilcek bir suyu artik kim getirebilir?”

Sadakallahul Aziym MÜLK Suresi 30. ayet


---oOo---
Yine isa ya ölüleri diriltmesini ögretti, kim ögretti? mehdi ve gelecekden gelen adam. "ma dümtü hayye" geciyor ayete "ölüler nasil diriltilir." yani işde haşrin, yeniden dirilişin, o nun yani israfilin üfleyecegi boru ile olcagi söyleniyor, yani bir borunun ötmesi, bir frekans yaymakdir, yani öyle bir seski yine gecen haftaki sesin gücü vaazimiza atfen, israfilin borusu öyle bir seski ölüleri yerinden kaldiran bir frekans, öyle olunca, o frekansi isa yi onlar carmiha gerip öldürünce ona kim gönderecekde, o kalkacak, terzi kendi sökügünü dikemez derler ya, isa başkalarina o tilsimli sihirli sözü söyleyip diriltiyorda, isa ölünce, isaya kim söyliyecek, düşünen varmi, yani babam babam dedigi mehdi ona ögretti, ve mehdi ölünce, isa nin gelip onu diriltmesi lazim, isa ölünce de, mehdinin gelip onu diriltmesi lazim gibi bir durum, cünkü yalniz ikisi biliyor bunu, ve öyle olunca isa yi carmiha germeleri ve onu öldürmeye kalkmalari haberinin, taaa gelecekde biryerde olan mehdiye kadar varmasi 3 gün sürdü, ve 3 gün sonra mehdi duydu, ve onu kaldirdi, ve ayette onu öldüremediler diyor, yani 21 aralik ve gündönümü, yine ölümden velbease geciş, yani kiş dan bahara ölümden dirilişe, ve bahara canlanmaya geciş hikmetide isa ya verildi bu sebeble, ve o ve mehdi bilir nasil ölümden dirilişe gecilir, ve o komut nedir.

Hani Hz. Süleyman Dediki "Kim Bana Belkisin Tahtini Getirebilir."

Ve ben askerleimi toplayip diyorumki yaz veya kış mevsimi yine bahar veya sonbahar mevsiminin fiziki sebebleri olan, tamamen matematiksel bir hesabi var, onun da yaz gelince eksinin ve kötünün kafirlerin yenilip yerini güzelce sicaga ve iyilere gündüze birakmasi ve, winter kış gelincede iyligin bayraginin soguga karanliga birakilmasi ve yine bahar gelince yagmura sonbahar gelince yaprak dökmeye birakilmasi gerektigi hikmetini anladiysaniz . bugün bu elbab melbab deyip petrol putrol deyip savaş cikaran, mehdilik taslayip dünyayi, hitler gibi fethetmeye cikan bu ahmagin, yaniltilip, yanliş yaptigini ona gösterek, bu hikmeti ona gösteripde Kim Bana Winteri Kış Mevsimini Getirebilir . diyorum haydi kurnaz bir askerim bunu yapsin ve zemheriye varalim.

--oOo---

أَللَّهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقاً وَ ارْزُقْنَا اتِّبَاعَهْ وَ أَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَ ارْزُقْنَا اجْتِنَابَهْ


''Allahım! Bizlere, hakkı Hak gösterip ona tabi olmayı, bâtılı da Bâtıl gösterip ondan yüz çevirmeyi nasib eyle..! ''

وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîne,
Amiyn.
Elfatiha maassalavat.

سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ

Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfirullahe ve

etûbu ileyk.

--OoO--

Kar©glan

Başağaçlı Raşit Tunca

Schrems, 1 Kasım 2016 Salı

Original Kar © glan