03-13-2024, 09:47 PM
TEBLİĞ MÜCADELESİNİN ÖNCÜLERİ PEYGAMBERLER
Tebliğ mücadelesi, insanlık tarihiyle yaşıt bir gayrettir. Zira ilk insan olan Hz. Âdem (a.s.) aynı zamanda ilk peygamberdir. Bu kapsamda Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar tüm peygamberler, muhataplarına Yüce Allah’ın (c.c.) ilahi mesajlarını ulaştırmak için tebliğ faaliyetlerinde bulunmuşlar ve bu mücadelenin öncüleri olmuşlardır. Bu mücadele, son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s.) vefatından sonra da Müslümanlar tarafından Kur’an ve sünnet ekseninde sürdürülmektedir.
Peygamberlerin ortaya koyduğu tebliğ mücadelesi karşısında insanların tutumları farklı farklı olmuş; bu çerçevede muhatapların bazıları peygamberleri ve getirdikleri ilahi mesajları onaylamışlar bazıları da onaylamamışlardır. Bu bağlamda peygamberlerin kavimleriyle giriştikleri tebliğ mücadelelerini konu edinen pek çok kıssa Kur’an’da aktarılmaktadır. Nitekim Kur’an ayetlerinin yaklaşık dörtte biri kıssalardan oluşmaktadır.
Kur’an kıssalarından anlaşıldığına göre tüm peygamberler, kavimleriyle giriştikleri tebliğ mücadelelerinde tevhid ekseninde bir kulluk bilinci oluşturmaya çalışmışlardır. (Maide, 5/72, 117; Araf, 7/59, 65, 73, 85; Nuh, 71/3.) Bunun yanı sıra her bir peygamberin bizzat kendisine ya da elçi olarak gönderildiği topluma ilişkin berceste bir özellik öne çıkarılmaktadır. Bu anlatım biçimi, tebliğ mücadelesinin çok yönlü bir gayret gerektirdiğini göstermektedir. Bu doğrultuda tebliğ mücadelesinin öncüleri olan peygamberlerin söz konusu çabalarında öne çıkan hususları şu şekilde dile getirmek mümkündür:
Hz. İbrahim (a.s.), putperest bir topluma peygamber olarak gönderilmiştir. Onun peygamberliği, babasının da mensubu olduğu bu putperest toplum tarafından reddedilmiştir. (Bakara, 2/258; Nisa, 4/55; Tevbe, 9/114; Hacc, 22/42-44.) Dahası, babası Azer’in (Enam, 6/74.) taşlanarak öldürme tehdidine maruz kalmıştır. (Meryem, 19/46.) Hatta bununla da yetinilmeyerek Hz. İbrahim, sözü edilen toplumun yöneticisi ve avanesi tarafından ateşe atılmıştır. (Enbiya, 21/68-70.) Bütün bu olumsuzluklara rağmen o, tevhid mücadelesinden vazgeçmemiş, ilahi mesajı insanlara ulaştırmak için tebliğ faaliyetlerine devam etmiştir. Hz. İbrahim, putperest kavmine karşı sergilediği tebliğ mücadelesi (Enam, 6/74-83.) sebebiyle tevhid dini İslam’ın sembol isimlerinden olmuştur. O, aynı zamanda ulu’l-‘azm peygamberlerdendir (Ahzab, 33/7.) ve Yüce Allah (c.c.), onu tek başına bir ümmet olarak vasıflandırmaktadır. (Nahl, 16/20.) Kur’an’da Hz. İbrahim’in tek başına bir ümmet olarak tanımlanması, çoğunluğun hakikat için ölçü olmadığının göstergesidir. Demek ki insan, kendisini davasına adamalı, hakikati insanlara ulaştırmak için gerekirse tek başına kalmayı göze almalı ve gerçekleri savunmalıdır. Yüce Allah’ın elçisi ve tebliğ mücadelesinin yiğit bir öncüsü olarak Hz. İbrahim de bunu yapmıştır. Zira her şeyin hatırı olabilir; ancak hakikatin sahibi olan Yüce Allah’ın (c.c.) hatırı her şeyin üzerindedir.
Kur’an’da ulu’l-‘azm peygamberler arasında sayılan (Ahzab, 33/7.) Hz. Nuh (a.s.), Vedd, Süva‘, Yeğus, Ye‘uk ve Nesr isimli putlara tapan putperest bir topluluğa peygamber olarak gönderilmiştir. (Nuh, 71/23.) Kur’an’da onun adını taşıyan bir sure yer almaktadır. Bu sure baştan sona Hz. Nuh’un tevhid ve tebliğ mücadelesini konu edinmektedir. Bu putperest toplumun ekseriyeti, Hz. Nuh’un tebliğine olumlu cevap vermek şöyle dursun, onunla alay etmişler ve Allah’ın elçisini şaşkınlıkla suçlamışlardır. Hz. Nuh ise kesinlikle şaşırmadığını, Yüce Allah’ın elçisi olarak O’nun emrini yerine getirdiğini, insanlara tebliğde bulunduğunu, insanların arasından bir beşerin çıkıp kendisine vahyedilen ilahi mesajları muhataplarına aktarmasında garipsenecek bir durumun olmadığını defalarca dile getirmiştir. Buna rağmen kavmi, Hz. Nuh’un davetini reddetmiştir. Hz. Nuh’u inkâr edenler arasında eşi ve oğlu da bulunmaktadır. Bunun üzerine Hz. Nuh ve ona inananlar, Yüce Allah’ın emriyle inşa ettiği gemiye binip kurtulmuşlar, inkârcılar da tufanda boğularak helak olmuşlardır.
Meşhur İrem bağlarının sahibi olan Ad kavmine peygamber olarak gönderilen Hz. Hud (a.s.) da tebliğ mücadelesinin öncülerindendir. Bu kavmin mensuplarının ekseriyeti, zenginlik ve refahın verdiği şımarıklık nedeniyle Hz. Hud’un getirdiği ilahi mesaja inanmamışlar; Yüce Allah’ın (c.c.) elçisini beyinsizlik ve yalancılıkla itham etmişlerdir. (Araf, 7/66.) Bu inkârları, kendilerinin korkunç bir rüzgâr kasırgası ile (Ahkaf, 46/24.) helak edilmelerine sebep olmuştur.
Hz. Salih (a.s.), bir su uygarlığı olan Semud kavmine peygamber olarak gönderilmiştir. Semud sakinleri, Hz. Salih’i ve mesajını yalanlamıştır. Üstelik Yüce Allah (c.c.) tarafından imtihan için gönderilen kamu malı bir deveyi önce susuz bırakmışlar, daha sonra da işkenceyle öldürmüşlerdir. Nihayetinde onlar da kaya gibi sağlam mekânlarında korkunç bir sarsıntı (Araf, 7/78.) ve yıldırım çarpması sonucu (Zariyat, 51/44.) helak edilmişlerdir.
Hz. Lut (a.s.), bugünkü Ürdün Ölü Deniz kıyısında vaktiyle kurulu olan Sodom ve Gomorra halkına hem yönetici hem de peygamber olarak gönderilmiştir. Bu halkın temel özelliği, livata yani kadınları terk edip erkeklere yanaşma fiilini işlemeleridir. (Araf 7/80-81.) Bu nedenle sözü edilen halk, insanlık tarihinin en ahlaksız toplumu kabul edilmektedir. Hz. Lut’un kavmi ile verdiği tebliğ ve ahlak mücadelesi Kur’an’da genişçe aktarılmaktadır. (Araf, 7/80-84; Hud, 11/77-83.) Her türlü uyarıya rağmen söz konusu ahlaksızlıktan vazgeçmeyen Lut kavminin mensupları, sonuçta korkunç bir bela yağmuru ile helak edilmişlerdir. (Araf, 7/84.) Lut’un kâfir karısı da helak edilenler arasındadır. Hz. Lut’un getirdiği ilahi mesajlara inananlar ve Lut, bu helakten kurtarılmıştır.
Kur’an’da Hz. Yusuf’un (a.s.) tebliğ mücadelesi de kendi adını taşıyan surede baştan sona aktarılmaktadır. (Yusuf, 12/4-102.) Bu bağlamda Hz. Yusuf, küçük bir çocukken üvey kardeşleri tarafından kuyuya atılması, bir ticaret kervanında bulunanlarca kuyudan çıkarılıp Mısır’a götürülmesi, yöneticinin eşinin iftirası sonucu saraydan ayrılması ve hapse atılması gibi nedenlerle hayata dramatik bir başlangıç yapmıştır. Ancak Hz. Yusuf bu imtihanlara sabretmeyi, iffet ve istikametini korumayı başardığı için Yüce Allah (c.c.) kendisini mükâfatlandırmış ve ona, yöneticinin sarayında kalma, rüyaların ve olayların iç yüzünü yorumlama, tekrar saraya dönüp Mısır maliye bakanlığına yükselme, kendisini kuyuya atan kardeşlerinin ona muhtaç olması ve sonunda tekrar ailesine kavuşma gibi nimetler lütfetmiştir. Hz. Yusuf’un kıssasında, hayat yolculuğunda zorlu imtihanlarla karşılaşsalar da inançlı, vefakâr, iffetli, edepli ve dürüst insanların nihayetinde mutlaka kazananlardan olacakları vurgulanmaktadır.
Kur’an’da sabrın simgesi olarak takdim edilen Hz. Eyyüb (a.s.), önceleri varlık ve sıhhat sahibiyken sonradan yokluk ve hastalıkla imtihan edilmiştir. Bu durum karşısında eşi ve çocukları başta olmak üzere insanlar tarafından terkedilen Hz. Eyyüb, içine düştüğü ölümcül dert sırasında takdire şayan bir sabır sergilemiş; bu yüzden de Yüce Allah (c.c.) onu sabrın simgesi olarak ölümsüzleştirmiştir.
Ölçü, tartı ve ticarette hile yapmakla meşhur Medyen halkına peygamber olarak gönderilen Hz. Şuayb’ın (a.s.) tebliğ mücadelesi, toplumda tevhid inancını yerleştirmeye ve söz konusu hileyi gidermeye yönelik olmuştur.
Mısır’da ilahlık iddiasında bulunan, doğan erkek çocukları öldürme fermanı yayınlayan zalim, despot ve kibirli bir firavun olan II. Ramses zamanında peygamberlik yapan Hz. Musa’nın (a.s.) kardeşi ve yardımcısı Hz. Harun’la (a.s.) birlikte yürüttüğü tebliğ çalışmaları, adı zikredilen firavun ve avanesi ile mücadele şeklinde geçmiştir. Bu iki peygamberin kıssaları, Kur’an’da detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Bu bağlamda Yüce Allah (c.c.), Hz. Musa ve Hz. Harun’u, İsrailoğullarını zulüm ve işkenceden kurtarmaları için firavuna göndermiştir. (Taha, 20/42-44.) Ancak böbürlenip ilahlık iddiasında bulunan Firavun, Yüce Allah’ın elçilerinin teklifini reddetmiştir. Uzun ve çetin mücadelelerin ardından Hz. Musa önderliğindeki İsrailoğulları mucizevi bir şekilde denizden geçip (Bakara, 2/50.) zulüm ve işkenceden kurtulurken, Firavun ve avanesi adı geçen denizde boğularak helak olmuşlardır. (Bakara, 2/47-74; Taha, 20/9-98.)
Hz. Davud (a.s.), kendisine Zebur indirilen peygamberdir. (Nisa, 4/163; İsra, 17/55.) Onun tebliğ mücadelesi, sadece davacıyı dinleyerek verdiği yanlış hüküm ve bunun yanlışlığını anlayınca da pişmanlık duyup tevbe etmesi (Sad, 38/17-26.), Calut’u öldürmesi (Bakara, 2/251.), Yüce Allah’ın dağları ve kuşları kendisinin emrine vermesi (Sebe, 34/10.), ibadete çok düşkün olması, günah işlemekten titizlikle kaçınması gibi konularla gündeme gelmektedir.
Babası Hz. Davud’dan sonra İsrailoğullarına gönderilen bir peygamber olan Hz. Süleyman (a.s.) da tebliğ mücadelesinin öncülerindendir. Kur’an’da onun üstün muhakeme yeteneğinin yanı sıra emrine rüzgârın verilmesi, kendisine kuşların mantığının öğretilmesi, cinler, insanlar ve kuşlardan kurulu bir ordusunun olmasından söz edilmektedir. (Neml, 27/15-44.) Hz. Süleyman’ın Sebe Melikesi Belkıs’a ve halkına yaptığı tevhid daveti (Neml, 27/22-44.), son derece başarılı bir tebliğ mücadelesidir.
Ninova’ya (Musul) peygamber olarak gönderilen Hz. Yunus’un (a.s.) dikkat çekici bir tebliğ mücadelesi söz konusudur. Zira o, kavminin ilahi mesajı kabul etmemesi üzerine peygamberlik görevinden vazgeçmiş; ancak bu kararı sonrasında kendisini balığın karnında bulmuştur. Daha sonra yaptığı hatanın farkına varıp tevbe etmiş; yeniden peygamberlik görevine dönmüştür. Bu sefer muhatapları da iman edince hep birlikte kurtulanlardan olmuşlardır. (Yunus, 10/98; Enbiya, 21/87-88; Saffat, 37/139-148.) Bu durum, şartlar ne olursa olsun tebliğ mücadelesinden asla vazgeçmemek gerektiğini göstermesi bakımından oldukça dikkat çekicidir.
Kur’an’da Hz. Lokman’ın (a.s.) tebliğ mücadelesi, evladına verdiği öğüt ve nasihatlerden oluşmaktadır. (Lokman, 31/12-19.) Onun tebliğ mücadelesinin merkezinde inanç, ibadet ve ahlak yer almaktadır. Bu da inanç olmadan ibadetin, ibadet olmadan ahlakın, ahlak olmadan da hiçbirinin anlam kazanamayacağını göstermektedir.
Kur’an’da ulu’l-‘azm peygamberlerden birisi olarak tanıtılan (Ahzab, 33/7.) Hz. İsa (a.s.) da tevhid ve tebliğ mücadelesinin öncüleri arasındadır. O da diğer peygamberler gibi muhataplarına kulluk bilinci aşılamak için samimi bir tebliğ faaliyeti yürütmüştür.
Tebliğ mücadelesinin öncüleri olarak Kur’an’da kıssaları zikredilen peygamberlerin hayat kesitleri ve ortaya koydukları samimi tebliğ ve tevhid mücadeleleri dikkate alındığında, açıkça görülmektedir ki insanlık tarihindeki tebliğ mücadeleleri şu amaçlarla gerçekleştirilmiştir:
• Tevhid inancını pekiştirmek. (Maide, 5/82; Araf, 7/59, 65, 73, 85; Lokman, 31/13.)
• İnsanlarda kulluk bilinci oluşturmak. (Maide, 5/72, 117; Araf, 7/59, 65, 73, 85; Nuh, 71/3.)
• İnsanların geçmişten ibret almalarını sağlamak. (Yunus, 10/92; Hud, 11/42-45; Yusuf, 12/111; Enbiya, 21/69; Zuhruf, 43/55-56; Tahrim, 66/10.)
• Kur’an’ın, Yüce Allah’ın Hz. Muhammed’e (s.a.s.) indirdiği mesaj olduğunu ispatlamak. (Yusuf, 12/111; Sad, 38/29; Kamer, 54/17, 22, 32, 40.)
• Peygamberlerin amaç birlikteliğini vurgulamak. (Bakara, 2/133; Âl-i İmran, 3/84; Araf, 7/73, 85; Hud, 11/26, 50, 61, 84; Saff, 61/6.)
• Gelecek nesillerin zihninde örnek bir hatıra oluşturmak. (Ankebut, 29/14-15; Saffat, 37/119; Kamer, 54/15.)
• Kıyametin gerçekliğinden kuşku duyulmamasını sağlamak. (Araf, 7/187; Kehf, 18/21; Taha, 20/15; Naziat, 79/42.)
• İnsanları imanlı ve ahlaklı bir hayat yaşamaya teşvik etmek. (Araf, 7/65; İbrahim, 14/10; Kasas, 28/3; Saffat, 37/75-77; Mümin, 40/42.)
• Peygamberlere ve onlara inananlara moral vermek. (Enam, 6/33-34; Kalem, 68/48.)
İşte bu ulvi hedefleri gerçekleştirmek için Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.s) tüm peygamberler, tevhid ve tebliğ mücadelesi vermişler ve onlar bu mücadelenin öncüleri olmuşlardır. Günümüzde yapılması gereken de insanlık tarihindeki bu mücadelelerden gerekli dersleri çıkarmak, insanların tehvid ekseninde imanlı, ahlaklı ve bilinçli bir hayat yaşamalarını sağlamak/teşvik etmek ve şartlar ne olursa olsun tebliğ mücadelesinden vazgeçmemektir.
Doç. Dr. Mustafa KARA
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Tebliğ mücadelesi, insanlık tarihiyle yaşıt bir gayrettir. Zira ilk insan olan Hz. Âdem (a.s.) aynı zamanda ilk peygamberdir. Bu kapsamda Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar tüm peygamberler, muhataplarına Yüce Allah’ın (c.c.) ilahi mesajlarını ulaştırmak için tebliğ faaliyetlerinde bulunmuşlar ve bu mücadelenin öncüleri olmuşlardır. Bu mücadele, son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s.) vefatından sonra da Müslümanlar tarafından Kur’an ve sünnet ekseninde sürdürülmektedir.
Peygamberlerin ortaya koyduğu tebliğ mücadelesi karşısında insanların tutumları farklı farklı olmuş; bu çerçevede muhatapların bazıları peygamberleri ve getirdikleri ilahi mesajları onaylamışlar bazıları da onaylamamışlardır. Bu bağlamda peygamberlerin kavimleriyle giriştikleri tebliğ mücadelelerini konu edinen pek çok kıssa Kur’an’da aktarılmaktadır. Nitekim Kur’an ayetlerinin yaklaşık dörtte biri kıssalardan oluşmaktadır.
Kur’an kıssalarından anlaşıldığına göre tüm peygamberler, kavimleriyle giriştikleri tebliğ mücadelelerinde tevhid ekseninde bir kulluk bilinci oluşturmaya çalışmışlardır. (Maide, 5/72, 117; Araf, 7/59, 65, 73, 85; Nuh, 71/3.) Bunun yanı sıra her bir peygamberin bizzat kendisine ya da elçi olarak gönderildiği topluma ilişkin berceste bir özellik öne çıkarılmaktadır. Bu anlatım biçimi, tebliğ mücadelesinin çok yönlü bir gayret gerektirdiğini göstermektedir. Bu doğrultuda tebliğ mücadelesinin öncüleri olan peygamberlerin söz konusu çabalarında öne çıkan hususları şu şekilde dile getirmek mümkündür:
Hz. İbrahim (a.s.), putperest bir topluma peygamber olarak gönderilmiştir. Onun peygamberliği, babasının da mensubu olduğu bu putperest toplum tarafından reddedilmiştir. (Bakara, 2/258; Nisa, 4/55; Tevbe, 9/114; Hacc, 22/42-44.) Dahası, babası Azer’in (Enam, 6/74.) taşlanarak öldürme tehdidine maruz kalmıştır. (Meryem, 19/46.) Hatta bununla da yetinilmeyerek Hz. İbrahim, sözü edilen toplumun yöneticisi ve avanesi tarafından ateşe atılmıştır. (Enbiya, 21/68-70.) Bütün bu olumsuzluklara rağmen o, tevhid mücadelesinden vazgeçmemiş, ilahi mesajı insanlara ulaştırmak için tebliğ faaliyetlerine devam etmiştir. Hz. İbrahim, putperest kavmine karşı sergilediği tebliğ mücadelesi (Enam, 6/74-83.) sebebiyle tevhid dini İslam’ın sembol isimlerinden olmuştur. O, aynı zamanda ulu’l-‘azm peygamberlerdendir (Ahzab, 33/7.) ve Yüce Allah (c.c.), onu tek başına bir ümmet olarak vasıflandırmaktadır. (Nahl, 16/20.) Kur’an’da Hz. İbrahim’in tek başına bir ümmet olarak tanımlanması, çoğunluğun hakikat için ölçü olmadığının göstergesidir. Demek ki insan, kendisini davasına adamalı, hakikati insanlara ulaştırmak için gerekirse tek başına kalmayı göze almalı ve gerçekleri savunmalıdır. Yüce Allah’ın elçisi ve tebliğ mücadelesinin yiğit bir öncüsü olarak Hz. İbrahim de bunu yapmıştır. Zira her şeyin hatırı olabilir; ancak hakikatin sahibi olan Yüce Allah’ın (c.c.) hatırı her şeyin üzerindedir.
Kur’an’da ulu’l-‘azm peygamberler arasında sayılan (Ahzab, 33/7.) Hz. Nuh (a.s.), Vedd, Süva‘, Yeğus, Ye‘uk ve Nesr isimli putlara tapan putperest bir topluluğa peygamber olarak gönderilmiştir. (Nuh, 71/23.) Kur’an’da onun adını taşıyan bir sure yer almaktadır. Bu sure baştan sona Hz. Nuh’un tevhid ve tebliğ mücadelesini konu edinmektedir. Bu putperest toplumun ekseriyeti, Hz. Nuh’un tebliğine olumlu cevap vermek şöyle dursun, onunla alay etmişler ve Allah’ın elçisini şaşkınlıkla suçlamışlardır. Hz. Nuh ise kesinlikle şaşırmadığını, Yüce Allah’ın elçisi olarak O’nun emrini yerine getirdiğini, insanlara tebliğde bulunduğunu, insanların arasından bir beşerin çıkıp kendisine vahyedilen ilahi mesajları muhataplarına aktarmasında garipsenecek bir durumun olmadığını defalarca dile getirmiştir. Buna rağmen kavmi, Hz. Nuh’un davetini reddetmiştir. Hz. Nuh’u inkâr edenler arasında eşi ve oğlu da bulunmaktadır. Bunun üzerine Hz. Nuh ve ona inananlar, Yüce Allah’ın emriyle inşa ettiği gemiye binip kurtulmuşlar, inkârcılar da tufanda boğularak helak olmuşlardır.
Meşhur İrem bağlarının sahibi olan Ad kavmine peygamber olarak gönderilen Hz. Hud (a.s.) da tebliğ mücadelesinin öncülerindendir. Bu kavmin mensuplarının ekseriyeti, zenginlik ve refahın verdiği şımarıklık nedeniyle Hz. Hud’un getirdiği ilahi mesaja inanmamışlar; Yüce Allah’ın (c.c.) elçisini beyinsizlik ve yalancılıkla itham etmişlerdir. (Araf, 7/66.) Bu inkârları, kendilerinin korkunç bir rüzgâr kasırgası ile (Ahkaf, 46/24.) helak edilmelerine sebep olmuştur.
Hz. Salih (a.s.), bir su uygarlığı olan Semud kavmine peygamber olarak gönderilmiştir. Semud sakinleri, Hz. Salih’i ve mesajını yalanlamıştır. Üstelik Yüce Allah (c.c.) tarafından imtihan için gönderilen kamu malı bir deveyi önce susuz bırakmışlar, daha sonra da işkenceyle öldürmüşlerdir. Nihayetinde onlar da kaya gibi sağlam mekânlarında korkunç bir sarsıntı (Araf, 7/78.) ve yıldırım çarpması sonucu (Zariyat, 51/44.) helak edilmişlerdir.
Hz. Lut (a.s.), bugünkü Ürdün Ölü Deniz kıyısında vaktiyle kurulu olan Sodom ve Gomorra halkına hem yönetici hem de peygamber olarak gönderilmiştir. Bu halkın temel özelliği, livata yani kadınları terk edip erkeklere yanaşma fiilini işlemeleridir. (Araf 7/80-81.) Bu nedenle sözü edilen halk, insanlık tarihinin en ahlaksız toplumu kabul edilmektedir. Hz. Lut’un kavmi ile verdiği tebliğ ve ahlak mücadelesi Kur’an’da genişçe aktarılmaktadır. (Araf, 7/80-84; Hud, 11/77-83.) Her türlü uyarıya rağmen söz konusu ahlaksızlıktan vazgeçmeyen Lut kavminin mensupları, sonuçta korkunç bir bela yağmuru ile helak edilmişlerdir. (Araf, 7/84.) Lut’un kâfir karısı da helak edilenler arasındadır. Hz. Lut’un getirdiği ilahi mesajlara inananlar ve Lut, bu helakten kurtarılmıştır.
Kur’an’da Hz. Yusuf’un (a.s.) tebliğ mücadelesi de kendi adını taşıyan surede baştan sona aktarılmaktadır. (Yusuf, 12/4-102.) Bu bağlamda Hz. Yusuf, küçük bir çocukken üvey kardeşleri tarafından kuyuya atılması, bir ticaret kervanında bulunanlarca kuyudan çıkarılıp Mısır’a götürülmesi, yöneticinin eşinin iftirası sonucu saraydan ayrılması ve hapse atılması gibi nedenlerle hayata dramatik bir başlangıç yapmıştır. Ancak Hz. Yusuf bu imtihanlara sabretmeyi, iffet ve istikametini korumayı başardığı için Yüce Allah (c.c.) kendisini mükâfatlandırmış ve ona, yöneticinin sarayında kalma, rüyaların ve olayların iç yüzünü yorumlama, tekrar saraya dönüp Mısır maliye bakanlığına yükselme, kendisini kuyuya atan kardeşlerinin ona muhtaç olması ve sonunda tekrar ailesine kavuşma gibi nimetler lütfetmiştir. Hz. Yusuf’un kıssasında, hayat yolculuğunda zorlu imtihanlarla karşılaşsalar da inançlı, vefakâr, iffetli, edepli ve dürüst insanların nihayetinde mutlaka kazananlardan olacakları vurgulanmaktadır.
Kur’an’da sabrın simgesi olarak takdim edilen Hz. Eyyüb (a.s.), önceleri varlık ve sıhhat sahibiyken sonradan yokluk ve hastalıkla imtihan edilmiştir. Bu durum karşısında eşi ve çocukları başta olmak üzere insanlar tarafından terkedilen Hz. Eyyüb, içine düştüğü ölümcül dert sırasında takdire şayan bir sabır sergilemiş; bu yüzden de Yüce Allah (c.c.) onu sabrın simgesi olarak ölümsüzleştirmiştir.
Ölçü, tartı ve ticarette hile yapmakla meşhur Medyen halkına peygamber olarak gönderilen Hz. Şuayb’ın (a.s.) tebliğ mücadelesi, toplumda tevhid inancını yerleştirmeye ve söz konusu hileyi gidermeye yönelik olmuştur.
Mısır’da ilahlık iddiasında bulunan, doğan erkek çocukları öldürme fermanı yayınlayan zalim, despot ve kibirli bir firavun olan II. Ramses zamanında peygamberlik yapan Hz. Musa’nın (a.s.) kardeşi ve yardımcısı Hz. Harun’la (a.s.) birlikte yürüttüğü tebliğ çalışmaları, adı zikredilen firavun ve avanesi ile mücadele şeklinde geçmiştir. Bu iki peygamberin kıssaları, Kur’an’da detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Bu bağlamda Yüce Allah (c.c.), Hz. Musa ve Hz. Harun’u, İsrailoğullarını zulüm ve işkenceden kurtarmaları için firavuna göndermiştir. (Taha, 20/42-44.) Ancak böbürlenip ilahlık iddiasında bulunan Firavun, Yüce Allah’ın elçilerinin teklifini reddetmiştir. Uzun ve çetin mücadelelerin ardından Hz. Musa önderliğindeki İsrailoğulları mucizevi bir şekilde denizden geçip (Bakara, 2/50.) zulüm ve işkenceden kurtulurken, Firavun ve avanesi adı geçen denizde boğularak helak olmuşlardır. (Bakara, 2/47-74; Taha, 20/9-98.)
Hz. Davud (a.s.), kendisine Zebur indirilen peygamberdir. (Nisa, 4/163; İsra, 17/55.) Onun tebliğ mücadelesi, sadece davacıyı dinleyerek verdiği yanlış hüküm ve bunun yanlışlığını anlayınca da pişmanlık duyup tevbe etmesi (Sad, 38/17-26.), Calut’u öldürmesi (Bakara, 2/251.), Yüce Allah’ın dağları ve kuşları kendisinin emrine vermesi (Sebe, 34/10.), ibadete çok düşkün olması, günah işlemekten titizlikle kaçınması gibi konularla gündeme gelmektedir.
Babası Hz. Davud’dan sonra İsrailoğullarına gönderilen bir peygamber olan Hz. Süleyman (a.s.) da tebliğ mücadelesinin öncülerindendir. Kur’an’da onun üstün muhakeme yeteneğinin yanı sıra emrine rüzgârın verilmesi, kendisine kuşların mantığının öğretilmesi, cinler, insanlar ve kuşlardan kurulu bir ordusunun olmasından söz edilmektedir. (Neml, 27/15-44.) Hz. Süleyman’ın Sebe Melikesi Belkıs’a ve halkına yaptığı tevhid daveti (Neml, 27/22-44.), son derece başarılı bir tebliğ mücadelesidir.
Ninova’ya (Musul) peygamber olarak gönderilen Hz. Yunus’un (a.s.) dikkat çekici bir tebliğ mücadelesi söz konusudur. Zira o, kavminin ilahi mesajı kabul etmemesi üzerine peygamberlik görevinden vazgeçmiş; ancak bu kararı sonrasında kendisini balığın karnında bulmuştur. Daha sonra yaptığı hatanın farkına varıp tevbe etmiş; yeniden peygamberlik görevine dönmüştür. Bu sefer muhatapları da iman edince hep birlikte kurtulanlardan olmuşlardır. (Yunus, 10/98; Enbiya, 21/87-88; Saffat, 37/139-148.) Bu durum, şartlar ne olursa olsun tebliğ mücadelesinden asla vazgeçmemek gerektiğini göstermesi bakımından oldukça dikkat çekicidir.
Kur’an’da Hz. Lokman’ın (a.s.) tebliğ mücadelesi, evladına verdiği öğüt ve nasihatlerden oluşmaktadır. (Lokman, 31/12-19.) Onun tebliğ mücadelesinin merkezinde inanç, ibadet ve ahlak yer almaktadır. Bu da inanç olmadan ibadetin, ibadet olmadan ahlakın, ahlak olmadan da hiçbirinin anlam kazanamayacağını göstermektedir.
Kur’an’da ulu’l-‘azm peygamberlerden birisi olarak tanıtılan (Ahzab, 33/7.) Hz. İsa (a.s.) da tevhid ve tebliğ mücadelesinin öncüleri arasındadır. O da diğer peygamberler gibi muhataplarına kulluk bilinci aşılamak için samimi bir tebliğ faaliyeti yürütmüştür.
Tebliğ mücadelesinin öncüleri olarak Kur’an’da kıssaları zikredilen peygamberlerin hayat kesitleri ve ortaya koydukları samimi tebliğ ve tevhid mücadeleleri dikkate alındığında, açıkça görülmektedir ki insanlık tarihindeki tebliğ mücadeleleri şu amaçlarla gerçekleştirilmiştir:
• Tevhid inancını pekiştirmek. (Maide, 5/82; Araf, 7/59, 65, 73, 85; Lokman, 31/13.)
• İnsanlarda kulluk bilinci oluşturmak. (Maide, 5/72, 117; Araf, 7/59, 65, 73, 85; Nuh, 71/3.)
• İnsanların geçmişten ibret almalarını sağlamak. (Yunus, 10/92; Hud, 11/42-45; Yusuf, 12/111; Enbiya, 21/69; Zuhruf, 43/55-56; Tahrim, 66/10.)
• Kur’an’ın, Yüce Allah’ın Hz. Muhammed’e (s.a.s.) indirdiği mesaj olduğunu ispatlamak. (Yusuf, 12/111; Sad, 38/29; Kamer, 54/17, 22, 32, 40.)
• Peygamberlerin amaç birlikteliğini vurgulamak. (Bakara, 2/133; Âl-i İmran, 3/84; Araf, 7/73, 85; Hud, 11/26, 50, 61, 84; Saff, 61/6.)
• Gelecek nesillerin zihninde örnek bir hatıra oluşturmak. (Ankebut, 29/14-15; Saffat, 37/119; Kamer, 54/15.)
• Kıyametin gerçekliğinden kuşku duyulmamasını sağlamak. (Araf, 7/187; Kehf, 18/21; Taha, 20/15; Naziat, 79/42.)
• İnsanları imanlı ve ahlaklı bir hayat yaşamaya teşvik etmek. (Araf, 7/65; İbrahim, 14/10; Kasas, 28/3; Saffat, 37/75-77; Mümin, 40/42.)
• Peygamberlere ve onlara inananlara moral vermek. (Enam, 6/33-34; Kalem, 68/48.)
İşte bu ulvi hedefleri gerçekleştirmek için Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.s) tüm peygamberler, tevhid ve tebliğ mücadelesi vermişler ve onlar bu mücadelenin öncüleri olmuşlardır. Günümüzde yapılması gereken de insanlık tarihindeki bu mücadelelerden gerekli dersleri çıkarmak, insanların tehvid ekseninde imanlı, ahlaklı ve bilinçli bir hayat yaşamalarını sağlamak/teşvik etmek ve şartlar ne olursa olsun tebliğ mücadelesinden vazgeçmemektir.
Doç. Dr. Mustafa KARA
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi