08-07-2024, 04:47 PM
İNANCIN DURULUĞUNA AYKIRILIK: HURAFELER
Arapça kökenli bir kelime olup kök anlam olarak güz mevsimi, yaşlanmak ve bunamak anlamlarına gelen “h-r-f” kökünden türeyen “hurafe”, gerçeklikle bağdaşmayan ve realite karşılığı bulunmayan düşünce ve anlayış demektir. (Halil b. Ahmed. Kitabü’l-Ayn, tah. Mehdi Mahzumi, Daru ve Mektebetü Hilal, 1431, 4/251.) Buna göre hurafe kelimesi, vakıada gerçekliği bulunmayanla ilişkili ve bunamak kelimesiyle ilgili olup daha çok geçmişten gelen inançlarla alakalıdır. (Matüridi, Te’vilatü’l-Kur’an, çev. Bekir Topaloğlu, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2015, 3/309.)
Hurafe, tekili “ustûre” olan ve Kur’an’da “esatir” olarak geçen kelime ile eş anlamlı olup uyduruk bir söz, masal, anlatı ve uygulama olarak (Ahmed Muhtar Ömer, Mu’cemü’l-lügati el-Arabiyye el-Muasara, Beyrut: Alemü’l-kütüb, 2008, 1/93.) genellikle insanların beğenisini kazanmıştır. (İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, Beyrut: Daru Sadr, 1431, 9/65.) Bu doğrultuda insanlar, onun cazibesine kapılmış ve üzerinde akıl yürütmeksizin kabul etmişlerdir. Burada temel faktör, taklittir. Zira hurafeler, temel anlamda, daha çok geçmişten aktarılan bilgi ve verilerden oluşmaktadır.
Hurafe, İslami literatürde kök anlamında olan bunamak ile doğrudan bağlantılı olarak anlam kazanmıştır. Zira burada yanlışın ve yalanın gerçek ve doğru gibi algılanması söz konusudur. Nitekim Kur’an’daki hurafe kelimesine eşdeğer olarak kullanılan “esatir”, uydurulmuş söz, asılsız hikâyeler şeklinde vurgulanmıştır. Hadislerde de gerçek olmayan anlatı ve inançlar şeklinde değerlendirilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, 6/157.)
Hurafelerin kaynakları arasında tabiat olaylarının, doğal oluşumu dışında farklı yorumlanması önemli bir faktör olmaktadır. Yaşadığı çağın bilimsel ve teknolojik gelişmelerinin eksikliği doğrultusunda açıklanması zor olan tabiat hadiselerini dönemin kültürel verileri eksenli izah etme çabası, birtakım hurafelerin oluşmasına yol açmaktadır.
Böyle bir anlayışı kırmak için Hz. Muhammed (s.a.s.), oğlu İbrahim’in vefat gününde güneş tutulmasının gerçekleşmesi ve bazı kimselerin bu durumu, İbrahim’in ölümüyle ilişkilendirmesi üzerine “Şüphesiz güneş ve ay, Allah’ın ayetlerinden ikisidir. Herhangi bir kimsenin ölümü veya dünyaya gelmesinden dolayı tutulmazlar.” buyurmuştur. (Buhari, Küsuf, 1, 15.) Peygamber Efendimiz burada ümmetine tabiat olaylarının hurafevari yorum ve yaklaşımlarla izah edilmemesi gerektiğine vurguda bulunmaktadır.
Hurafe olarak adlandırılan her pratiğin inançla ilişkilendirilmiş bir arka planı bulunmaktadır. Bu hâliyle hurafelerin dolaylı olarak din ile bağlantısı kurulmuştur. Bu doğrultuda hemen hemen her din ve inançta hurafe olarak kabul edilen olgular bulunmaktadır. Yahudilikte hurafe, ana tema itibarıyla sihir ve büyü etrafında oluşmuştur. Bununla birlikte Tevrat’ın yere düşmesinin felakete, köpeğin ulumasının ölüme, ayın tutulmasının ise belaya işaret olarak kabul edilmesi gibi hurafe vakıaları bulunmaktadır. (Ali Murat Yel, “Hurafe”, TDV İslam Ansiklopedisi, 1998, 18/382-384.)
Hristiyanlıkta hurafeler Yahudiliğe benzer bir şekilde sihir ve büyü eksenli şekillenmiştir. Farklı boyutlardaki tezahürü ise yedinci çocuğun şifa verme yetisine sahip bulunması, cadıların büyüde kullanmaları nedeniyle sağ el işaret parmağının kullanılmasının sakıncalı olması, kapılara at nalı asılması, on üç sayısının uğursuz kabul edilmesi, baykuşun ötüşünün felakete işaret olması, kara kedinin şeytana nispet edilmesi gibi inançlar Hristiyanlar arasında yaygınlık kazanmıştır. (Ali Murat Yel, “Hurafe”, TDV İslam Ansiklopedisi, 1998, 18/382-384.)
Hurafe, Müslümanlar arasında da yer bulmuştur. Bazı Müslümanların kabul ettiği hurafelerin önemli bir kısmının önceki din ve inançlarda da mevcut olması yanında İslam öncesi Türk geleneğinde yer alması göz önüne alındığında hurafe, sadece belirli bir inanç toplumuna ait olmayan, insanlık tarihine mal olmuş insani bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hurafeler, temeli itibarıyla kültürel bir olgu olmakla birlikte zamanla insanların dinî inançlarına etki edecek ve şekillendirecek bir boyuta ulaşmıştır. Bu nedenle hurafelerin önemli bir kısmı dinî alanda ve inançla ilişkilendirilse de bunların doğrudan dinî bir inanç biçiminin tezahürü olmadığı görülecektir. Nitekim ilk dönemdeki Müslümanlar, cahiliye devrinin birtakım hurafelerini devam ettirmiş, Hz. Peygamber de bunlardan İslam itikadına taalluk eden ve tevhide aykırı düşen inanç ve uygulamaları reddetmiş ve yasaklamıştır. Bunların önemli bir kısmı ise büyü ve
sihir, kâhinlik, gayptan haber verme, falcılık ve uğursuzlukla ilgilidir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’den, “Uğursuzluk, ev, kadın ve at olmak üzere üç şeydedir.” şeklinde rivayet edilen hadisin senet ve metin tahkiki doğrultusunda aktarımın tamamını kapsamadığı, zira hadisin başlangıcında bunun Yahudilerin sözü olduğu, Peygamber Efendimizin de bunu eleştirdiği görülmektedir. Ancak buna rağmen bazı rivayetlerde ilk kısmının eksik verilerek doğrudan Hz. Peygamber’e nispet edildiği görülmektedir. (İbrahim Sağlam, “Uğursuzluk üç şeydedir” rivayetinin isnad ve metin yönünden tahlili”, Kırıkkale İslami İlimler Fakültesi Dergisi (2017) 2/3: 81-108.) Öte yandan eksik hâliyle aktarılan bu şekildeki bir rivayet, Hz. Muhammed’in, “İslam’da uğursuzluk yoktur.” (Buhari, Tıb, 54.) hadisiyle çelişmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in hiçbir şeyi uğursuz saymadığı ile ilgili rivayet (Ebu Davud, Tıb, 24.) de bu konuya açıklık getirmektedir.
Hurafe nesneleri tarihsel süreçte yerel faktörler doğrultusunda, ayrıntılarda farklı boyutlarda şekillenmekle birlikte, ana tema itibarıyla çok da değişmemiştir. Bunların daha çok büyü, sihir, kehanet, cin, tüm türevleriyle falcılık, gayptan haber verme gibi konular olduğu görülmektedir.
Söz konusu durumlar ve sosyolojik olgular Hz. Peygamber döneminde de benzer şekilde varlığını sürdürmüştür. Konuyla bağlantılı olan bir hadiste Muaviye b. Hakem es-Sülemi adlı sahabinin Hz. Peygambere, “Biz birtakım uygulamaları cahiliye döneminde yapıyor ve kâhine gidiyorduk.” demesi üzerine o, “Kâhinlere gitme!” şeklinde buyurdu. (Müslim, Selam, 121.) Yine aynı şahsın, “Bazılarımız da uğursuzluğa inanıyor, buna ne dersiniz?” şeklindeki sorusu üzerine, Allah Resulü, “Bu, onların kalplerine gelen birtakım vesveselerden ibarettir. Bu inanç, onları işlerinden alıkoymasın.” diyerek soruna açıklık getirdi. (Müslim, Mesacid, 33.) Bu yöndeki rivayetlere bakıldığında Hz. Peygamber’in, kâhinlerin kehaneti veya falcıların yorumlarının insanlar üzerinde negatif bir etki bırakacağı, bunun ise müminin yaşamına olumsuz etki yapacağı şeklinde bir yaklaşım sergilediği görülmektedir. Bu doğrultuda yukarıdaki hadiste uğursuzluk düşüncesine karşılık olarak Allah’ın elçisi, insanları işlerinden alıkoymaması gerektiği vurgusunu yapmıştır. Nitekim bazı hadislerde insanların uğursuzluk olarak nitelendirdiği durum ve olayların, Allah Resulü tarafından hayra yorulması gerektiği şeklindeki buyruğu da ayrı bir önem arz etmektedir. (Buhari, Tıb, 54.)
Konuyla ilgili hadislere genel bir bakış yapıldığında Hz. Muhammed’in hurafelerin insanları olumsuz etkilemesine yönelik vurgu yaptığı görülmektedir. Bu durum ise hurafelerden kaçınmayı gerektirmektedir.
Hurafeler, insanların düşünce biçimini ve uygulama şeklini yansıtırken aynı zamanda dinî inancının belirginleşmesi ve şekillenmesinde de etkileyici bir faktör olmaktadır. Zira hurafede gerçek olmayana bir anlam yükleme ve değer biçme bulunmaktadır. Aynı zamanda hurafe, gücü ve etkinliği olmayan kişi, durum ve nesnelere sahibi olmadığı bir güç yüklemektedir. Bu durumda öncelikle yegâne güç ve etki sahibi olan Allah’ın dışında bir varlığa etkin bir kuvvet yetkisi verilmektedir. Bu ise tevhid açısından sakıncalı görülmektedir. İslam dininin en temel ilkesi olan tevhid inancı, dinî alanların tüm boyutlarında ana vurgu olmuştur. Tevhidin karşıt anlamı şirktir. Şirk ise Allah’a ait sıfat ve niteliklerin bir başkasına uyarlanması ve yakıştırılması demektir. Buna göre Allah’a özgü olan sıfatlar mutlak anlamda O’na ait olup bir başka varlık ve nesne, bunlarla mutlak manada sınırsız olarak nitelenemez. Bu doğrultuda mutlak gayb bilgisi Allah’a aittir. Nitekim Hz. Peygamber’in kâhinlere uyulmaması gerektiği şeklindeki uyarılarında, gaybın bilgisinin sadece Allah’a ait olduğu ilkesi yatmaktadır. Falcılık, cinlerden haber alma, büyü ve sihir yapma gibi durumların yasaklanmasında da en önemli etken İslamiyet’teki tevhid inancıdır. Zira mutlak anlamda etki gücü Allah’a aittir. O’ndan bağımsız ve izni dışında bir tesir söz konusu değildir. Oysaki büyü, sihir, fal ve cin gibi olgularda söz konusu kişi ve olgunun yegâne güce sahip olduğu ve daima gerçeği yansıttığı inancı bulunmaktadır. Bu gibi inanç açısından sakıncalı olan durumlardan müminlerin uzak durması gerektiğini Peygamber Efendimiz, uyarı mahiyetinde genellikle büyücü, cinci ve falcı gibi gayptan haber veren kimselere inanarak gidenlerin, belli bir süre namazlarının kabul edilmeyeceğini belirterek (Müslim, Selam, 125.) bu durumdan sakınılması gerektiğini vurgulamıştır. Buna göre hurafeler inancın duruluğunu olumsuz etkilemekte ve özellikle tevhid inancını bulandırarak zedelemektedir.
Falcılık, cincilik, sihir ve büyü gibi hurafelerden Müslümanların uzak durması gerektiğini vurgulayan Hz. Peygamber, kâhinlerle ilgili bir soruya, “Onların hiçbir değeri yoktur.” demiştir. Yanındaki bazı kimselerin, “Ama onların dedikleri doğru çıkıyor.” dediklerinde o, “Bir gerçeği yüz yalan içerisinde söylerler.” demiştir. Buradaki temel vurgu, Hz. Peygamber’in, kâhinlerin mutlak gaybı bildikleri anlayışına yönelik bir tepkisidir. Zira kendisi peygamber olmasına rağmen, “Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum.” diyerek konuya açıklık getirmiştir. (Enam, 6/50.)
Hurafeler kapsamında değerlendirilen uğursuzluk, cincilik, falcılık, gayptan haber verme ve büyücülük ile ilgili hadislerin, hadis musannifleri tarafından daha çok “Tıb” bölümlerinde ele alınması dikkat çekicidir. Bu durum hurafelerin, hem bedensel hem de ruhsal olarak insan sağlığına ve psikolojisine de olumsuz etkisi olduğu şeklinde düşünülebilir.
Hurafelerin her çağ ve dönemde, her toplum ve kesimde, her din ve inançta yer bulduğu göz önüne alındığında ne denli yaygınlık kazandığı daha iyi anlaşılacaktır. Bu husus modern çağımız için de geçerlidir. Şöyle ki küreselleşme ile büyük bir köy hâline gelen dünyada yerellik özgünlüğünü ve özelliğini kaybetmeye başladı. Bu gelişmeden yerel anlayışa dayalı hurafeler de payını aldı. Birçok hurafe, geçmişin sosyokültürel ortamında kaldı. Bu doğrultuda özellikle teknolojik gelişmeler içerisinde büyüyen çocuklar ve yetişmiş gençler, büyüklerinin inandıkları birçok hurafeye inanmamaya ve hurafelere inanan büyüklerine karşı çıkmaya, onları suçlamaya başladı. Bu durum küreselleşmenin ve modernleşmenin doğal bir sonucu oldu. Ancak bu nesil, büyüklerinin sahip çıktığı hurafelere karşı çıkmakla birlikte kendi hurafelerini de oluşturdu. Bu modern ve küresel hurafeler, ana tema itibarıyla geçmiştekilerin sahiplendiklerinden başka bir şey değildi. Şöyle ki teknoloji ve dijital dünyaya entegre olan, erken yaşlardan beri onlarla haşir neşir olan ve modern teknolojiyle birlikte büyüyen günümüz çocuklarının izledikleri başta çizgi filmler; ağırlıklı olarak büyü, sihir, hayalî güçler, insanüstü ve doğaüstü varlıklar tamamen hurafelere endeksli animeler ve animasyonlardan oluşmaktadır.
Öte yandan günümüzde en çok izlenen filmler arasında yer alan bilim kurgu, fantezi, supernatural, fantastik edebiyat ve benzeri türler, çoğunlukla hurafe içeren filmlerdir. Nitekim son yıllarda en fazla izlenen filmler arasında dünya dışı varlıklar gibi bilimkurgu, hayalet, cadı, vampir, zombi, hortlak, büyücü ve cin gibi temaları içeren korku filmleri ve sihir, büyü, uğursuzluk ve olağanüstü güçlerin yer aldığı animasyonlar gelmektedir. Söz konusu hurafelerin bu filmlerde önemli bir yeri olduğu görülmektedir.
Sonuç olarak hurafeler, eski zamanlardan itibaren her çağın kültürel yapısı doğrultusunda varlığını güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Günümüz modern toplumlarında da bu söz konusudur. Falcılık, büyücülük, cincilik, medyumluk, kâhinlik gibi hurafeler önemsenmeyecek bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Hurafeler, dinle kalbî ve fiilî bir bağlantısı olmayan, ilgilenmeyen ve hatta karşı çıkan kesimlerde yoğun ilgi odağı olmaktadır. Bu durum hurafelerin, sadece dinle ilgili ve dindar kesimde olmadığının göstergesidir. Bir sosyokültürel sorun olan hurafeler, dinî alanda da kendisine yer bulmaya çalışmış, Kur’an ve Hz. Peygamber karşı çıkmasına rağmen bazı inananlar tarafından benimsenir hâle gelmiştir. Bu ise tevhid eksenli dinî İslami inancın özündeki duruluğu bulandırmaktadır.
Prof. Dr. Ramazan BİÇER
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Arapça kökenli bir kelime olup kök anlam olarak güz mevsimi, yaşlanmak ve bunamak anlamlarına gelen “h-r-f” kökünden türeyen “hurafe”, gerçeklikle bağdaşmayan ve realite karşılığı bulunmayan düşünce ve anlayış demektir. (Halil b. Ahmed. Kitabü’l-Ayn, tah. Mehdi Mahzumi, Daru ve Mektebetü Hilal, 1431, 4/251.) Buna göre hurafe kelimesi, vakıada gerçekliği bulunmayanla ilişkili ve bunamak kelimesiyle ilgili olup daha çok geçmişten gelen inançlarla alakalıdır. (Matüridi, Te’vilatü’l-Kur’an, çev. Bekir Topaloğlu, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2015, 3/309.)
Hurafe, tekili “ustûre” olan ve Kur’an’da “esatir” olarak geçen kelime ile eş anlamlı olup uyduruk bir söz, masal, anlatı ve uygulama olarak (Ahmed Muhtar Ömer, Mu’cemü’l-lügati el-Arabiyye el-Muasara, Beyrut: Alemü’l-kütüb, 2008, 1/93.) genellikle insanların beğenisini kazanmıştır. (İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, Beyrut: Daru Sadr, 1431, 9/65.) Bu doğrultuda insanlar, onun cazibesine kapılmış ve üzerinde akıl yürütmeksizin kabul etmişlerdir. Burada temel faktör, taklittir. Zira hurafeler, temel anlamda, daha çok geçmişten aktarılan bilgi ve verilerden oluşmaktadır.
Hurafe, İslami literatürde kök anlamında olan bunamak ile doğrudan bağlantılı olarak anlam kazanmıştır. Zira burada yanlışın ve yalanın gerçek ve doğru gibi algılanması söz konusudur. Nitekim Kur’an’daki hurafe kelimesine eşdeğer olarak kullanılan “esatir”, uydurulmuş söz, asılsız hikâyeler şeklinde vurgulanmıştır. Hadislerde de gerçek olmayan anlatı ve inançlar şeklinde değerlendirilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, 6/157.)
Hurafelerin kaynakları arasında tabiat olaylarının, doğal oluşumu dışında farklı yorumlanması önemli bir faktör olmaktadır. Yaşadığı çağın bilimsel ve teknolojik gelişmelerinin eksikliği doğrultusunda açıklanması zor olan tabiat hadiselerini dönemin kültürel verileri eksenli izah etme çabası, birtakım hurafelerin oluşmasına yol açmaktadır.
Böyle bir anlayışı kırmak için Hz. Muhammed (s.a.s.), oğlu İbrahim’in vefat gününde güneş tutulmasının gerçekleşmesi ve bazı kimselerin bu durumu, İbrahim’in ölümüyle ilişkilendirmesi üzerine “Şüphesiz güneş ve ay, Allah’ın ayetlerinden ikisidir. Herhangi bir kimsenin ölümü veya dünyaya gelmesinden dolayı tutulmazlar.” buyurmuştur. (Buhari, Küsuf, 1, 15.) Peygamber Efendimiz burada ümmetine tabiat olaylarının hurafevari yorum ve yaklaşımlarla izah edilmemesi gerektiğine vurguda bulunmaktadır.
Hurafe olarak adlandırılan her pratiğin inançla ilişkilendirilmiş bir arka planı bulunmaktadır. Bu hâliyle hurafelerin dolaylı olarak din ile bağlantısı kurulmuştur. Bu doğrultuda hemen hemen her din ve inançta hurafe olarak kabul edilen olgular bulunmaktadır. Yahudilikte hurafe, ana tema itibarıyla sihir ve büyü etrafında oluşmuştur. Bununla birlikte Tevrat’ın yere düşmesinin felakete, köpeğin ulumasının ölüme, ayın tutulmasının ise belaya işaret olarak kabul edilmesi gibi hurafe vakıaları bulunmaktadır. (Ali Murat Yel, “Hurafe”, TDV İslam Ansiklopedisi, 1998, 18/382-384.)
Hristiyanlıkta hurafeler Yahudiliğe benzer bir şekilde sihir ve büyü eksenli şekillenmiştir. Farklı boyutlardaki tezahürü ise yedinci çocuğun şifa verme yetisine sahip bulunması, cadıların büyüde kullanmaları nedeniyle sağ el işaret parmağının kullanılmasının sakıncalı olması, kapılara at nalı asılması, on üç sayısının uğursuz kabul edilmesi, baykuşun ötüşünün felakete işaret olması, kara kedinin şeytana nispet edilmesi gibi inançlar Hristiyanlar arasında yaygınlık kazanmıştır. (Ali Murat Yel, “Hurafe”, TDV İslam Ansiklopedisi, 1998, 18/382-384.)
Hurafe, Müslümanlar arasında da yer bulmuştur. Bazı Müslümanların kabul ettiği hurafelerin önemli bir kısmının önceki din ve inançlarda da mevcut olması yanında İslam öncesi Türk geleneğinde yer alması göz önüne alındığında hurafe, sadece belirli bir inanç toplumuna ait olmayan, insanlık tarihine mal olmuş insani bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hurafeler, temeli itibarıyla kültürel bir olgu olmakla birlikte zamanla insanların dinî inançlarına etki edecek ve şekillendirecek bir boyuta ulaşmıştır. Bu nedenle hurafelerin önemli bir kısmı dinî alanda ve inançla ilişkilendirilse de bunların doğrudan dinî bir inanç biçiminin tezahürü olmadığı görülecektir. Nitekim ilk dönemdeki Müslümanlar, cahiliye devrinin birtakım hurafelerini devam ettirmiş, Hz. Peygamber de bunlardan İslam itikadına taalluk eden ve tevhide aykırı düşen inanç ve uygulamaları reddetmiş ve yasaklamıştır. Bunların önemli bir kısmı ise büyü ve
sihir, kâhinlik, gayptan haber verme, falcılık ve uğursuzlukla ilgilidir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’den, “Uğursuzluk, ev, kadın ve at olmak üzere üç şeydedir.” şeklinde rivayet edilen hadisin senet ve metin tahkiki doğrultusunda aktarımın tamamını kapsamadığı, zira hadisin başlangıcında bunun Yahudilerin sözü olduğu, Peygamber Efendimizin de bunu eleştirdiği görülmektedir. Ancak buna rağmen bazı rivayetlerde ilk kısmının eksik verilerek doğrudan Hz. Peygamber’e nispet edildiği görülmektedir. (İbrahim Sağlam, “Uğursuzluk üç şeydedir” rivayetinin isnad ve metin yönünden tahlili”, Kırıkkale İslami İlimler Fakültesi Dergisi (2017) 2/3: 81-108.) Öte yandan eksik hâliyle aktarılan bu şekildeki bir rivayet, Hz. Muhammed’in, “İslam’da uğursuzluk yoktur.” (Buhari, Tıb, 54.) hadisiyle çelişmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in hiçbir şeyi uğursuz saymadığı ile ilgili rivayet (Ebu Davud, Tıb, 24.) de bu konuya açıklık getirmektedir.
Hurafe nesneleri tarihsel süreçte yerel faktörler doğrultusunda, ayrıntılarda farklı boyutlarda şekillenmekle birlikte, ana tema itibarıyla çok da değişmemiştir. Bunların daha çok büyü, sihir, kehanet, cin, tüm türevleriyle falcılık, gayptan haber verme gibi konular olduğu görülmektedir.
Söz konusu durumlar ve sosyolojik olgular Hz. Peygamber döneminde de benzer şekilde varlığını sürdürmüştür. Konuyla bağlantılı olan bir hadiste Muaviye b. Hakem es-Sülemi adlı sahabinin Hz. Peygambere, “Biz birtakım uygulamaları cahiliye döneminde yapıyor ve kâhine gidiyorduk.” demesi üzerine o, “Kâhinlere gitme!” şeklinde buyurdu. (Müslim, Selam, 121.) Yine aynı şahsın, “Bazılarımız da uğursuzluğa inanıyor, buna ne dersiniz?” şeklindeki sorusu üzerine, Allah Resulü, “Bu, onların kalplerine gelen birtakım vesveselerden ibarettir. Bu inanç, onları işlerinden alıkoymasın.” diyerek soruna açıklık getirdi. (Müslim, Mesacid, 33.) Bu yöndeki rivayetlere bakıldığında Hz. Peygamber’in, kâhinlerin kehaneti veya falcıların yorumlarının insanlar üzerinde negatif bir etki bırakacağı, bunun ise müminin yaşamına olumsuz etki yapacağı şeklinde bir yaklaşım sergilediği görülmektedir. Bu doğrultuda yukarıdaki hadiste uğursuzluk düşüncesine karşılık olarak Allah’ın elçisi, insanları işlerinden alıkoymaması gerektiği vurgusunu yapmıştır. Nitekim bazı hadislerde insanların uğursuzluk olarak nitelendirdiği durum ve olayların, Allah Resulü tarafından hayra yorulması gerektiği şeklindeki buyruğu da ayrı bir önem arz etmektedir. (Buhari, Tıb, 54.)
Konuyla ilgili hadislere genel bir bakış yapıldığında Hz. Muhammed’in hurafelerin insanları olumsuz etkilemesine yönelik vurgu yaptığı görülmektedir. Bu durum ise hurafelerden kaçınmayı gerektirmektedir.
Hurafeler, insanların düşünce biçimini ve uygulama şeklini yansıtırken aynı zamanda dinî inancının belirginleşmesi ve şekillenmesinde de etkileyici bir faktör olmaktadır. Zira hurafede gerçek olmayana bir anlam yükleme ve değer biçme bulunmaktadır. Aynı zamanda hurafe, gücü ve etkinliği olmayan kişi, durum ve nesnelere sahibi olmadığı bir güç yüklemektedir. Bu durumda öncelikle yegâne güç ve etki sahibi olan Allah’ın dışında bir varlığa etkin bir kuvvet yetkisi verilmektedir. Bu ise tevhid açısından sakıncalı görülmektedir. İslam dininin en temel ilkesi olan tevhid inancı, dinî alanların tüm boyutlarında ana vurgu olmuştur. Tevhidin karşıt anlamı şirktir. Şirk ise Allah’a ait sıfat ve niteliklerin bir başkasına uyarlanması ve yakıştırılması demektir. Buna göre Allah’a özgü olan sıfatlar mutlak anlamda O’na ait olup bir başka varlık ve nesne, bunlarla mutlak manada sınırsız olarak nitelenemez. Bu doğrultuda mutlak gayb bilgisi Allah’a aittir. Nitekim Hz. Peygamber’in kâhinlere uyulmaması gerektiği şeklindeki uyarılarında, gaybın bilgisinin sadece Allah’a ait olduğu ilkesi yatmaktadır. Falcılık, cinlerden haber alma, büyü ve sihir yapma gibi durumların yasaklanmasında da en önemli etken İslamiyet’teki tevhid inancıdır. Zira mutlak anlamda etki gücü Allah’a aittir. O’ndan bağımsız ve izni dışında bir tesir söz konusu değildir. Oysaki büyü, sihir, fal ve cin gibi olgularda söz konusu kişi ve olgunun yegâne güce sahip olduğu ve daima gerçeği yansıttığı inancı bulunmaktadır. Bu gibi inanç açısından sakıncalı olan durumlardan müminlerin uzak durması gerektiğini Peygamber Efendimiz, uyarı mahiyetinde genellikle büyücü, cinci ve falcı gibi gayptan haber veren kimselere inanarak gidenlerin, belli bir süre namazlarının kabul edilmeyeceğini belirterek (Müslim, Selam, 125.) bu durumdan sakınılması gerektiğini vurgulamıştır. Buna göre hurafeler inancın duruluğunu olumsuz etkilemekte ve özellikle tevhid inancını bulandırarak zedelemektedir.
Falcılık, cincilik, sihir ve büyü gibi hurafelerden Müslümanların uzak durması gerektiğini vurgulayan Hz. Peygamber, kâhinlerle ilgili bir soruya, “Onların hiçbir değeri yoktur.” demiştir. Yanındaki bazı kimselerin, “Ama onların dedikleri doğru çıkıyor.” dediklerinde o, “Bir gerçeği yüz yalan içerisinde söylerler.” demiştir. Buradaki temel vurgu, Hz. Peygamber’in, kâhinlerin mutlak gaybı bildikleri anlayışına yönelik bir tepkisidir. Zira kendisi peygamber olmasına rağmen, “Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum.” diyerek konuya açıklık getirmiştir. (Enam, 6/50.)
Hurafeler kapsamında değerlendirilen uğursuzluk, cincilik, falcılık, gayptan haber verme ve büyücülük ile ilgili hadislerin, hadis musannifleri tarafından daha çok “Tıb” bölümlerinde ele alınması dikkat çekicidir. Bu durum hurafelerin, hem bedensel hem de ruhsal olarak insan sağlığına ve psikolojisine de olumsuz etkisi olduğu şeklinde düşünülebilir.
Hurafelerin her çağ ve dönemde, her toplum ve kesimde, her din ve inançta yer bulduğu göz önüne alındığında ne denli yaygınlık kazandığı daha iyi anlaşılacaktır. Bu husus modern çağımız için de geçerlidir. Şöyle ki küreselleşme ile büyük bir köy hâline gelen dünyada yerellik özgünlüğünü ve özelliğini kaybetmeye başladı. Bu gelişmeden yerel anlayışa dayalı hurafeler de payını aldı. Birçok hurafe, geçmişin sosyokültürel ortamında kaldı. Bu doğrultuda özellikle teknolojik gelişmeler içerisinde büyüyen çocuklar ve yetişmiş gençler, büyüklerinin inandıkları birçok hurafeye inanmamaya ve hurafelere inanan büyüklerine karşı çıkmaya, onları suçlamaya başladı. Bu durum küreselleşmenin ve modernleşmenin doğal bir sonucu oldu. Ancak bu nesil, büyüklerinin sahip çıktığı hurafelere karşı çıkmakla birlikte kendi hurafelerini de oluşturdu. Bu modern ve küresel hurafeler, ana tema itibarıyla geçmiştekilerin sahiplendiklerinden başka bir şey değildi. Şöyle ki teknoloji ve dijital dünyaya entegre olan, erken yaşlardan beri onlarla haşir neşir olan ve modern teknolojiyle birlikte büyüyen günümüz çocuklarının izledikleri başta çizgi filmler; ağırlıklı olarak büyü, sihir, hayalî güçler, insanüstü ve doğaüstü varlıklar tamamen hurafelere endeksli animeler ve animasyonlardan oluşmaktadır.
Öte yandan günümüzde en çok izlenen filmler arasında yer alan bilim kurgu, fantezi, supernatural, fantastik edebiyat ve benzeri türler, çoğunlukla hurafe içeren filmlerdir. Nitekim son yıllarda en fazla izlenen filmler arasında dünya dışı varlıklar gibi bilimkurgu, hayalet, cadı, vampir, zombi, hortlak, büyücü ve cin gibi temaları içeren korku filmleri ve sihir, büyü, uğursuzluk ve olağanüstü güçlerin yer aldığı animasyonlar gelmektedir. Söz konusu hurafelerin bu filmlerde önemli bir yeri olduğu görülmektedir.
Sonuç olarak hurafeler, eski zamanlardan itibaren her çağın kültürel yapısı doğrultusunda varlığını güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Günümüz modern toplumlarında da bu söz konusudur. Falcılık, büyücülük, cincilik, medyumluk, kâhinlik gibi hurafeler önemsenmeyecek bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Hurafeler, dinle kalbî ve fiilî bir bağlantısı olmayan, ilgilenmeyen ve hatta karşı çıkan kesimlerde yoğun ilgi odağı olmaktadır. Bu durum hurafelerin, sadece dinle ilgili ve dindar kesimde olmadığının göstergesidir. Bir sosyokültürel sorun olan hurafeler, dinî alanda da kendisine yer bulmaya çalışmış, Kur’an ve Hz. Peygamber karşı çıkmasına rağmen bazı inananlar tarafından benimsenir hâle gelmiştir. Bu ise tevhid eksenli dinî İslami inancın özündeki duruluğu bulandırmaktadır.
Prof. Dr. Ramazan BİÇER
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi