08-07-2024, 05:03 PM
Prof. Dr. Mehmet Ali BÜYÜKKARA:
“Müminlerin hurafelere müdahalesi ve onun yerine doğru fiil ve düşünce ne ise insanlara bunu tavsiye etmeleri sünnet-i seniyyenin bir parçasıdır.”
Sevgili Peygamberimizin, “Kim bizim bu işimizde/İslam’da, ondan olmayan bir şeyi ortaya çıkarırsa o reddedilmiştir.” (Buhari, Sulh, 5.) diye buyurduğu hadis-i şerifinde “ondan olmayan” şeklinde tanımladığı hurafe nedir? Dinimizin asli kaynaklarında Kur’an’da ve sünnette nasıl tanımlanmıştır?
Naklettiğiniz hadis-i şerifteki “ondan olmayan” ifadesi, ilim geleneğimizde genel olarak bidat kavramında karşılık bulur. Âlimlerimiz, Hz. Resulüllah’tan sonra ortaya çıkan ve dinle ilişkilendirilen, bu bakımdan İslamiyet’e ilave veya eksiltme özelliği taşıyan inanç, düşünce ve fiilleri bidat olarak değerlendirmişler. Akla ve hakikate aykırı olmasına rağmen insanlarca önemsenen batıl inanç ve fiillere biz hurafe diyoruz ve bunların önemli bir kısmı tabii şekilde bidat kapsamına giriyor. Çünkü hurafeler genellikle dinden sayılıyor, en azından uzaktan veya yakından dinle, maneviyatla ilişkilendiriliyor. Böylece, bidatin tarifine benzer şekilde manevi hayatımıza aslından olmayan bir ilave yapılmış oluyor. Çoğu kez bu ilaveler dinde gerçekten mevcut bir inanç veya fiilin yerine geçip onları uygulamadan düşürebiliyor. Esas tehlike zaten bu noktada ortaya çıkıyor. Sevgili Peygamberimizin ikazı buraya matuf. Hadiste “bu amel merduttur, reddedilmiştir” denilmesi, dine olan ilave veya eksiltmelerin İslam’ı tahrif etme riski taşımasından kaynaklanıyor. Bu nedenle bir başka hadisinde Peygamber Efendimiz, bidatlerin kişiyi dalâlete, dalâlet hâlinin de cehenneme götüreceğini söylemiştir. (Nesai, İdeyn, 22.) Kur’an-ı Kerim’in indiği cahiliye toplumunda, “gerçeklikten kopuk” olmakla beraber sırf atalarından miras kaldığı için müşriklerin inandığı şeyler, yaptıkları işler vardı. Kur’an’ın buyrukları bir taraftan putperestlikle ve şirkle mücadele ederken diğer taraftan bu türden hurafeleri kaldırmayı hedefliyordu. Zira bu hurafelerle şirk itikadı arasında doğrudan veya dolaylı bağlantılar mevcuttu.
“Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir. İyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin ve Allah’tan sakının ki muradınıza erersiniz.” (Bakara, 2/189.) ayetini misal verebiliriz. Müşriklerin ihramlı olduklarında normal kapıyı kullanmak yerine, arkadan pencerelere tırmanıp ya da duvardan delik açıp evlere buralardan girmeleri tam manasıyla akıllara ziyan bir saçmalıktı. Üstelik bunu yapmayı fazilet sayıyorlardı. Gerçek faziletler ise hâliyle gölgede kalıyordu. Kur’an bu hurafeye müdahale etti, bu hareketi menetti. Takvalı olmayı emretti. Fazileti bu türden anlamsız davranışlarda değil takvada aramayı tavsiye etti.
Rabbimiz ayet-i kerimede, “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’dan razı oldum.” (Maide, 5/3.) buyuruyor. Tamamlanmış ve razı olunmuş dine bir şeyler ekleme/çıkarma gereğinin arkasında hangi saikler yatmaktadır? “Sonradan uydurulan” şeklinde tanımlanan hurafeler, insanlar arasında nasıl yayılır?
Ayette belirtildiği gibi din tamamlanıp kemale ermiş ise biz artık Allah’ın indirdikleri ve Sevgili Resulünün buyurdukları ile mükellefiz demektir. Bu çerçevede inanır, ibadet ederiz. Hayatımızı bu çerçevede yaşarız. “İkmal etmek”, mükemmel hâle getirmek demektir. Mükemmelliğin kemali yoktur, artık o en üst kemal seviyesindedir. “Tamamlanmış” ise eksiği de yoktur. Hurafeleri dinileştirmek, bir itikat hâline getirmek, bir şekilde bu ayete itiraz etmek anlamına geliyor. Hurafelerin bir kısmı “daha dindar olma”, “daha Müslümanca yaşama” gibi iyi niyetlerle icra ediliyor. Örneğin “iki bayram arasında evlenmemek” gibi. Hâlbuki böyle bir şey ne Kur’an’da ne de sünnette var. Din tamamlanmışsa bu nereden çıktı? İşte hurafe, böyle bir kötülük! İyi niyetle de olsa zarar veriyor, salih bir ameli geciktirmiş oluyor.
Hurafelerin yaygınlaşmasında diğer bir sebep ise cehalet. Müslümanların tarihî süreçte başka dinlerle, kültürlerle karşılaşmasının getirdiği doğal etkileşim, İslam’da olmayan bazı unsurların dine sirayet etmesine yol açmıştır. Bunların bir kısmı zararsız olabilir, İslamiyet’le uyum içinde olabilir. Ancak uyumsuz olan, bidat özellikleri taşıyan unsurların ayıklanması gerekir. Bu işlem için ilim lazım. Âlimlerin, mektep ve medreselerin tesirinin zayıf olduğu zaman ve mekânlarda hurafelerin hızla yayılıp dinileştiklerini görüyoruz. Nehy-i ani’l-münker bu şartlarda işlevsiz kalmıştır çünkü. Sonuç Şamanizm, Budizm, Hinduizm putperestliğinden, İsrailî muharref kültürden, Gnostik veya Hermetik kadim mirastan gelen binbir türlü hurafenin ortalığa dökülmesidir. Üstüne üstlük bunların bir sonraki süreçte İslami motiflerle süslenmesi ve tabiri caizse ihtida etmesidir.
Kur’an’da ve Peygamberimizin sünnetinde yer almayan her şey hurafe olarak mı değerlendirilmelidir? Hayatını Cenab-ı Hakk’ın koyduğu kurallara göre yaşamaya çalışan Müslüman birey, hakikat ile hurafe olanı birbirinden nasıl ayırt edecektir, bunun yolu ve metodu hakkında neler söylersiniz?
Bahsettiğim şekilde hurafelerin yaygınlaşıp yerleşmesinde yani ihtida etmesinde bu süreci besleyecek mesela birtakım İsrailî rivayetler veya uydurma hadisler kitaplarımızda var ise bu gelişme daha kolay hâle gelmektedir. Herhangi bir şey Kur’an ve sünnette yer alabilir ama yanlış tefsirlere maruz kalabilir. Mesela bâtıni yahut hurufi manalar çıkartılmış, hâliyle metnin bağlamı orijinalinden çok farklı bir anlama kanalize edilmiş olabilir. Bu yöntemlerle de birçok hurafe türetilmiştir. Mesela ayet ve sahih hadislerdeki Musa ile Hızır kıssası, bu yönlerden epeyce istismara maruz kalmış ve buradan aslı astarı olmayan inançlar çıkartılmıştır.
Diğer taraftan bir fiil veya inanç unsuru Kur’an ve sünnette yer almaz ama İslamiyet’e aykırılık da arz etmez. Zemin ve zamanın şartları o inanç veya hareketi Müslümanların önüne çıkartmış olabilir. Bu durumda uygulanacak işlem, dinin kaynaklarına dönmek ve bidat/hurafe olma ihtimali olan şeyin kontrolünü yapmak olacak. Naklî kaynaklarımız olduğu gibi akli kaynaklarımız da var. Bunları bir bütünlük içinde işlevsel kılan usul ilimlerimiz var. Usulleri disiplin altına sokup sistemleştiren mezheplerimiz var. Bu mezheplerin denetiminde gelişmiş fıkıh ve kelam müktesebatımız var. Bunları üretip işleyen ve geliştiren âlimlerimiz var. Bir de bu müktesebatın kullanıldığı, tarihi asırları aşan tecrübemiz var.
Yani Müslüman bir şahsiyet için hakikat ile hurafeyi ayıracak kıstaslar ve malzeme fazlasıyla mevcut. Yeter ki bu şahıs iyi niyetli ve uyanık olsun. Uyanık diyorum, çünkü bazen iyi niyet kâfi gelmiyor. İstismar peşindeki “din tüccarları” tarihin her döneminde var olmuş. Din ile, Allah ile, peygamber ile aldatan insanlardan bahsediyorum. Bunların kurmuş olduğu hurafe sektörüne alet olmayacak bir basiret ve ferasete de sahip olmak gerekiyor kuşkusuz.
Şüphesiz ki İslam’da olmadığı hâlde uydurulmuş olan her bir hurafe ve bidat, İslam dünyasına da büyük zararlar vermektedir ki bunun bariz örneklerinden biri olan FETÖ’nün yapılanmasında da buna şahitlik ettik. Bu gibi hareketlerin İslam’a ve İslam dünyasına vermiş olduğu zararlardan bahseder misiniz?
Dine zararları aşikâr. Bidat ve hurafeler üzerinden bir tahrif söz konusu ki bu çok büyük bir zarardır. Ayet ve hadislerin tefsirinde tahrif, dinî ıstılahların yorum ve kullanımında tahrif… Bu tahrif ne amaçla yapılıyor? Siyasi ve iktisadi menfaat temini için. Neticede bu hareketlere kapılan Müslümanlar da büyük zararlara uğruyorlar. Öncelikle sevap kazanayım derken günaha giriyor kitleler. Allah rızası için dâhil olunan cemaat görünümlü bir yapı sizi aslında cehenneme doğru sürüklüyor ve bunun farkında olamıyorsunuz. Tıpkı, “Dünya hayatındaki tüm çabaları boşa gitmişken kendilerinin güzel işler yaptıklarını sanıyorlar.” (Kehf, 18/104.) diye Cenab-ı Hakk’ın bildirdiği bedbaht insanlar gibi… Eğer uyanırlarsa ve hurafelerle örülü hayatlarının hakikatten bir nasibi olmadığını anlarlarsa, kandırıldıklarını fark ederlerse belki doğru yol belledikleri bu yapıdan uzaklaşacaklar yahut derin pişmanlıklar eşliğinde maddi ve manevi hayatları allak bullak olacak. Mevzubahis yapılanmanın önemli bir kesiminde, 15 Temmuz gecesinin sonrasında görülen manzara genel olarak bu şekildedir. Uyanmayanlar ise tiyatrolarında kendilerine uyarlanmış rolü oynamayı sürdürüyorlar ve takdir edilen vadeye doğru tedrici şekilde kendi zararlarına ilerliyorlar.
Bu tür hurafeci yapılar İslam âleminin her şeyden önce zamanını çalıyor, enerjisini tüketiyor, zenginliğini çarçur ediyor, Müslümanlar arasındaki karşılıklı güven hissini dumura uğratıyor. Esasında hak ile batılı birbirine karıştırıyor. İşin daha kötüsü, hurafeci din temsiliyeti üzerinden bazı kesimler İslami değerlerden soğuyorlar. Genelleştirmek suretiyle İslam’ın ve tüm Müslümanların bu kötü vasıfları taşıdıkları zehabına kapılıyorlar. Makyevalist fırsatçılıkla, akıldışılıkla, körü körüne taklitçilikle İslamiyet’i özdeşleştirme gafletine düşüyorlar. “Cemaat, ihlas, hizmet, himmet” gibi bazı mübarek kavramları ağızlarına almaz oluyorlar. Hatta buradan bir İslamofobi bile gelişebiliyor. Tüm bunlar tamiri çok zor toplumsal zararlardır.
Allah’ın (c.c.), “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (Enam, 6/153.) uyarısı gereğince insan/Müslüman, en kıymetli hazinesini imanını dış etkilere karşı korumakla mükelleftir. Modern hayatın getirdiği yeni nesil inanışların, akımların varlığına şahit oluyoruz. Geçmiş dönem batıl akımlarla kıyasladığımızda yeni dönemin inanç akımları hakkında neler söylersiniz?
Modernizm, eline aldığı bilim sopasıyla güya yoğun “akıldışılıklar içeren” dinleri ve kurumlarını geçen yüzyılda epey bir hırpaladı. Beklenti, hurafe yığınları olarak gördüğü dinlerin hayattan, hatta vicdanlardan çekilmesi, ebediyen yokluğa mahkûm edilmesiydi. Bu beklenti tabii ki gerçekleşmedi. Diğer taraftan modernite daha karmaşık hurafeler üretti. Başını Hollywood’un çektiği film sektörünün, ışıltılı reklam dünyasının ve bağımlılık yaratan sosyal medyanın ustalıkla propagandasını yaptığı modern hurafeler, bugün geleneksel hurafeleri masum bırakacak tarzda insanlığı tehdit ediyor.
Fıtri bir gerçeklik olan cinsiyet olgusu karşısında üretilen feminizm ve LGBT ideolojileri modern toplumların peşine takıldıkları modern hurafelerin örnekleri olabilir. Geleneksel hurafeler cehalet ortamlarında doğup gelişirken modern hurafeler, bilimi, siyaseti, sanatı ve akademiyi arkasına alarak yayılıyor, güç kazanıyor. Bu yüzden de daha tahripkârlar. Zararı şahsi kalmıyor, aile başta olmak üzere geleneksel değerleri ve toplumsal kurumları ifsat ediyor. Karşılarında dinleri buldukları için, modern hurafeciler dinî değerlere de savaş açıyorlar. Ateizm, deizm cereyanları yepyeni dokunulmaz putlar yaratıyor. Bilim bu putlardan biri ve dinin tam karşısına dikiliyor.
Batıda Yahudilik ve Hristiyanlık bu çatışmaya dayanamadı ve sanki teslim bayrağını çekti. İnsanlar Avrupa’da ve Amerika’da bu yüzden hızla dinlerini terk ediyor. İslamiyet ise özgün özellikleri dolayısıyla bu meydan okumaya dirençli çıktı. Kur’ancılık ve tarihselcilik gibi diğer modern hurafeler bu direnci kırma işlevi görüyor zannımca. Neo-bâtınilik de bu hurafelerden bir diğeri. Hümanizm, çoğulculuk, insan hakları gibi modern değerler referans alınarak dinin temellerine yönelik masum görüntülü yıkıcı hamleler yapılıyor. Müdafaa için reçete aynı aslında. Kadim usullerimiz bu hurafelerin zehrine karşı panzehir üretecek kabiliyetlere sahip. Fakat bunu layıkıyla yapabilecek yetişmiş insan kaynağına kâfi miktarda sahip değiliz.
Öz Geçmiş
1967 yılında İstanbul Fatih’te doğan Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara, 1990’da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Yüksek lisansını aynı üniversitede 1993 yılında hadis bilim dalında, doktorasını 1997 yılında Edinburgh Üniversitesinde mezhepler tarihi alanında tamamladı. Yurda dönüşünde göreve başladığı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 2000 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu. Dekan yardımcılığı, Üniversite Senatörlüğü ve Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevlerini yürüttü. 2009’da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2012’de ise İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi kadrosuna katıldı. Fakülte’nin kurucuları arasında yer aldı ve dekanlığını üstlendi. 2020’de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine döndü. Çalışmalarını klasik kelâm okullarının yanı sıra Şiîlik, bugünkü Selefîlik, çağdaş İslami akımlar ve hareketler, din-siyaset ilişkileri konularında yoğunlaştıran Büyükkara’nın, alanında yerli ve yabancı dilde yaptığı çeşitli yayınları mevcuttur. Bunlar arasında İmamet Mücadelesi ve Haşimoğulları, Suudi Arabistan ve Vehhabilik, Kâbe’nin İşgal Tarihi, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, Çağdaş İslami Akımlar başlıklı kitap çalışmaları bulunmaktadır.
Söyleşi
Mahir KILINÇ
“Müminlerin hurafelere müdahalesi ve onun yerine doğru fiil ve düşünce ne ise insanlara bunu tavsiye etmeleri sünnet-i seniyyenin bir parçasıdır.”
Sevgili Peygamberimizin, “Kim bizim bu işimizde/İslam’da, ondan olmayan bir şeyi ortaya çıkarırsa o reddedilmiştir.” (Buhari, Sulh, 5.) diye buyurduğu hadis-i şerifinde “ondan olmayan” şeklinde tanımladığı hurafe nedir? Dinimizin asli kaynaklarında Kur’an’da ve sünnette nasıl tanımlanmıştır?
Naklettiğiniz hadis-i şerifteki “ondan olmayan” ifadesi, ilim geleneğimizde genel olarak bidat kavramında karşılık bulur. Âlimlerimiz, Hz. Resulüllah’tan sonra ortaya çıkan ve dinle ilişkilendirilen, bu bakımdan İslamiyet’e ilave veya eksiltme özelliği taşıyan inanç, düşünce ve fiilleri bidat olarak değerlendirmişler. Akla ve hakikate aykırı olmasına rağmen insanlarca önemsenen batıl inanç ve fiillere biz hurafe diyoruz ve bunların önemli bir kısmı tabii şekilde bidat kapsamına giriyor. Çünkü hurafeler genellikle dinden sayılıyor, en azından uzaktan veya yakından dinle, maneviyatla ilişkilendiriliyor. Böylece, bidatin tarifine benzer şekilde manevi hayatımıza aslından olmayan bir ilave yapılmış oluyor. Çoğu kez bu ilaveler dinde gerçekten mevcut bir inanç veya fiilin yerine geçip onları uygulamadan düşürebiliyor. Esas tehlike zaten bu noktada ortaya çıkıyor. Sevgili Peygamberimizin ikazı buraya matuf. Hadiste “bu amel merduttur, reddedilmiştir” denilmesi, dine olan ilave veya eksiltmelerin İslam’ı tahrif etme riski taşımasından kaynaklanıyor. Bu nedenle bir başka hadisinde Peygamber Efendimiz, bidatlerin kişiyi dalâlete, dalâlet hâlinin de cehenneme götüreceğini söylemiştir. (Nesai, İdeyn, 22.) Kur’an-ı Kerim’in indiği cahiliye toplumunda, “gerçeklikten kopuk” olmakla beraber sırf atalarından miras kaldığı için müşriklerin inandığı şeyler, yaptıkları işler vardı. Kur’an’ın buyrukları bir taraftan putperestlikle ve şirkle mücadele ederken diğer taraftan bu türden hurafeleri kaldırmayı hedefliyordu. Zira bu hurafelerle şirk itikadı arasında doğrudan veya dolaylı bağlantılar mevcuttu.
“Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir. İyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin ve Allah’tan sakının ki muradınıza erersiniz.” (Bakara, 2/189.) ayetini misal verebiliriz. Müşriklerin ihramlı olduklarında normal kapıyı kullanmak yerine, arkadan pencerelere tırmanıp ya da duvardan delik açıp evlere buralardan girmeleri tam manasıyla akıllara ziyan bir saçmalıktı. Üstelik bunu yapmayı fazilet sayıyorlardı. Gerçek faziletler ise hâliyle gölgede kalıyordu. Kur’an bu hurafeye müdahale etti, bu hareketi menetti. Takvalı olmayı emretti. Fazileti bu türden anlamsız davranışlarda değil takvada aramayı tavsiye etti.
Rabbimiz ayet-i kerimede, “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’dan razı oldum.” (Maide, 5/3.) buyuruyor. Tamamlanmış ve razı olunmuş dine bir şeyler ekleme/çıkarma gereğinin arkasında hangi saikler yatmaktadır? “Sonradan uydurulan” şeklinde tanımlanan hurafeler, insanlar arasında nasıl yayılır?
Ayette belirtildiği gibi din tamamlanıp kemale ermiş ise biz artık Allah’ın indirdikleri ve Sevgili Resulünün buyurdukları ile mükellefiz demektir. Bu çerçevede inanır, ibadet ederiz. Hayatımızı bu çerçevede yaşarız. “İkmal etmek”, mükemmel hâle getirmek demektir. Mükemmelliğin kemali yoktur, artık o en üst kemal seviyesindedir. “Tamamlanmış” ise eksiği de yoktur. Hurafeleri dinileştirmek, bir itikat hâline getirmek, bir şekilde bu ayete itiraz etmek anlamına geliyor. Hurafelerin bir kısmı “daha dindar olma”, “daha Müslümanca yaşama” gibi iyi niyetlerle icra ediliyor. Örneğin “iki bayram arasında evlenmemek” gibi. Hâlbuki böyle bir şey ne Kur’an’da ne de sünnette var. Din tamamlanmışsa bu nereden çıktı? İşte hurafe, böyle bir kötülük! İyi niyetle de olsa zarar veriyor, salih bir ameli geciktirmiş oluyor.
Hurafelerin yaygınlaşmasında diğer bir sebep ise cehalet. Müslümanların tarihî süreçte başka dinlerle, kültürlerle karşılaşmasının getirdiği doğal etkileşim, İslam’da olmayan bazı unsurların dine sirayet etmesine yol açmıştır. Bunların bir kısmı zararsız olabilir, İslamiyet’le uyum içinde olabilir. Ancak uyumsuz olan, bidat özellikleri taşıyan unsurların ayıklanması gerekir. Bu işlem için ilim lazım. Âlimlerin, mektep ve medreselerin tesirinin zayıf olduğu zaman ve mekânlarda hurafelerin hızla yayılıp dinileştiklerini görüyoruz. Nehy-i ani’l-münker bu şartlarda işlevsiz kalmıştır çünkü. Sonuç Şamanizm, Budizm, Hinduizm putperestliğinden, İsrailî muharref kültürden, Gnostik veya Hermetik kadim mirastan gelen binbir türlü hurafenin ortalığa dökülmesidir. Üstüne üstlük bunların bir sonraki süreçte İslami motiflerle süslenmesi ve tabiri caizse ihtida etmesidir.
Kur’an’da ve Peygamberimizin sünnetinde yer almayan her şey hurafe olarak mı değerlendirilmelidir? Hayatını Cenab-ı Hakk’ın koyduğu kurallara göre yaşamaya çalışan Müslüman birey, hakikat ile hurafe olanı birbirinden nasıl ayırt edecektir, bunun yolu ve metodu hakkında neler söylersiniz?
Bahsettiğim şekilde hurafelerin yaygınlaşıp yerleşmesinde yani ihtida etmesinde bu süreci besleyecek mesela birtakım İsrailî rivayetler veya uydurma hadisler kitaplarımızda var ise bu gelişme daha kolay hâle gelmektedir. Herhangi bir şey Kur’an ve sünnette yer alabilir ama yanlış tefsirlere maruz kalabilir. Mesela bâtıni yahut hurufi manalar çıkartılmış, hâliyle metnin bağlamı orijinalinden çok farklı bir anlama kanalize edilmiş olabilir. Bu yöntemlerle de birçok hurafe türetilmiştir. Mesela ayet ve sahih hadislerdeki Musa ile Hızır kıssası, bu yönlerden epeyce istismara maruz kalmış ve buradan aslı astarı olmayan inançlar çıkartılmıştır.
Diğer taraftan bir fiil veya inanç unsuru Kur’an ve sünnette yer almaz ama İslamiyet’e aykırılık da arz etmez. Zemin ve zamanın şartları o inanç veya hareketi Müslümanların önüne çıkartmış olabilir. Bu durumda uygulanacak işlem, dinin kaynaklarına dönmek ve bidat/hurafe olma ihtimali olan şeyin kontrolünü yapmak olacak. Naklî kaynaklarımız olduğu gibi akli kaynaklarımız da var. Bunları bir bütünlük içinde işlevsel kılan usul ilimlerimiz var. Usulleri disiplin altına sokup sistemleştiren mezheplerimiz var. Bu mezheplerin denetiminde gelişmiş fıkıh ve kelam müktesebatımız var. Bunları üretip işleyen ve geliştiren âlimlerimiz var. Bir de bu müktesebatın kullanıldığı, tarihi asırları aşan tecrübemiz var.
Yani Müslüman bir şahsiyet için hakikat ile hurafeyi ayıracak kıstaslar ve malzeme fazlasıyla mevcut. Yeter ki bu şahıs iyi niyetli ve uyanık olsun. Uyanık diyorum, çünkü bazen iyi niyet kâfi gelmiyor. İstismar peşindeki “din tüccarları” tarihin her döneminde var olmuş. Din ile, Allah ile, peygamber ile aldatan insanlardan bahsediyorum. Bunların kurmuş olduğu hurafe sektörüne alet olmayacak bir basiret ve ferasete de sahip olmak gerekiyor kuşkusuz.
Şüphesiz ki İslam’da olmadığı hâlde uydurulmuş olan her bir hurafe ve bidat, İslam dünyasına da büyük zararlar vermektedir ki bunun bariz örneklerinden biri olan FETÖ’nün yapılanmasında da buna şahitlik ettik. Bu gibi hareketlerin İslam’a ve İslam dünyasına vermiş olduğu zararlardan bahseder misiniz?
Dine zararları aşikâr. Bidat ve hurafeler üzerinden bir tahrif söz konusu ki bu çok büyük bir zarardır. Ayet ve hadislerin tefsirinde tahrif, dinî ıstılahların yorum ve kullanımında tahrif… Bu tahrif ne amaçla yapılıyor? Siyasi ve iktisadi menfaat temini için. Neticede bu hareketlere kapılan Müslümanlar da büyük zararlara uğruyorlar. Öncelikle sevap kazanayım derken günaha giriyor kitleler. Allah rızası için dâhil olunan cemaat görünümlü bir yapı sizi aslında cehenneme doğru sürüklüyor ve bunun farkında olamıyorsunuz. Tıpkı, “Dünya hayatındaki tüm çabaları boşa gitmişken kendilerinin güzel işler yaptıklarını sanıyorlar.” (Kehf, 18/104.) diye Cenab-ı Hakk’ın bildirdiği bedbaht insanlar gibi… Eğer uyanırlarsa ve hurafelerle örülü hayatlarının hakikatten bir nasibi olmadığını anlarlarsa, kandırıldıklarını fark ederlerse belki doğru yol belledikleri bu yapıdan uzaklaşacaklar yahut derin pişmanlıklar eşliğinde maddi ve manevi hayatları allak bullak olacak. Mevzubahis yapılanmanın önemli bir kesiminde, 15 Temmuz gecesinin sonrasında görülen manzara genel olarak bu şekildedir. Uyanmayanlar ise tiyatrolarında kendilerine uyarlanmış rolü oynamayı sürdürüyorlar ve takdir edilen vadeye doğru tedrici şekilde kendi zararlarına ilerliyorlar.
Bu tür hurafeci yapılar İslam âleminin her şeyden önce zamanını çalıyor, enerjisini tüketiyor, zenginliğini çarçur ediyor, Müslümanlar arasındaki karşılıklı güven hissini dumura uğratıyor. Esasında hak ile batılı birbirine karıştırıyor. İşin daha kötüsü, hurafeci din temsiliyeti üzerinden bazı kesimler İslami değerlerden soğuyorlar. Genelleştirmek suretiyle İslam’ın ve tüm Müslümanların bu kötü vasıfları taşıdıkları zehabına kapılıyorlar. Makyevalist fırsatçılıkla, akıldışılıkla, körü körüne taklitçilikle İslamiyet’i özdeşleştirme gafletine düşüyorlar. “Cemaat, ihlas, hizmet, himmet” gibi bazı mübarek kavramları ağızlarına almaz oluyorlar. Hatta buradan bir İslamofobi bile gelişebiliyor. Tüm bunlar tamiri çok zor toplumsal zararlardır.
Allah’ın (c.c.), “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (Enam, 6/153.) uyarısı gereğince insan/Müslüman, en kıymetli hazinesini imanını dış etkilere karşı korumakla mükelleftir. Modern hayatın getirdiği yeni nesil inanışların, akımların varlığına şahit oluyoruz. Geçmiş dönem batıl akımlarla kıyasladığımızda yeni dönemin inanç akımları hakkında neler söylersiniz?
Modernizm, eline aldığı bilim sopasıyla güya yoğun “akıldışılıklar içeren” dinleri ve kurumlarını geçen yüzyılda epey bir hırpaladı. Beklenti, hurafe yığınları olarak gördüğü dinlerin hayattan, hatta vicdanlardan çekilmesi, ebediyen yokluğa mahkûm edilmesiydi. Bu beklenti tabii ki gerçekleşmedi. Diğer taraftan modernite daha karmaşık hurafeler üretti. Başını Hollywood’un çektiği film sektörünün, ışıltılı reklam dünyasının ve bağımlılık yaratan sosyal medyanın ustalıkla propagandasını yaptığı modern hurafeler, bugün geleneksel hurafeleri masum bırakacak tarzda insanlığı tehdit ediyor.
Fıtri bir gerçeklik olan cinsiyet olgusu karşısında üretilen feminizm ve LGBT ideolojileri modern toplumların peşine takıldıkları modern hurafelerin örnekleri olabilir. Geleneksel hurafeler cehalet ortamlarında doğup gelişirken modern hurafeler, bilimi, siyaseti, sanatı ve akademiyi arkasına alarak yayılıyor, güç kazanıyor. Bu yüzden de daha tahripkârlar. Zararı şahsi kalmıyor, aile başta olmak üzere geleneksel değerleri ve toplumsal kurumları ifsat ediyor. Karşılarında dinleri buldukları için, modern hurafeciler dinî değerlere de savaş açıyorlar. Ateizm, deizm cereyanları yepyeni dokunulmaz putlar yaratıyor. Bilim bu putlardan biri ve dinin tam karşısına dikiliyor.
Batıda Yahudilik ve Hristiyanlık bu çatışmaya dayanamadı ve sanki teslim bayrağını çekti. İnsanlar Avrupa’da ve Amerika’da bu yüzden hızla dinlerini terk ediyor. İslamiyet ise özgün özellikleri dolayısıyla bu meydan okumaya dirençli çıktı. Kur’ancılık ve tarihselcilik gibi diğer modern hurafeler bu direnci kırma işlevi görüyor zannımca. Neo-bâtınilik de bu hurafelerden bir diğeri. Hümanizm, çoğulculuk, insan hakları gibi modern değerler referans alınarak dinin temellerine yönelik masum görüntülü yıkıcı hamleler yapılıyor. Müdafaa için reçete aynı aslında. Kadim usullerimiz bu hurafelerin zehrine karşı panzehir üretecek kabiliyetlere sahip. Fakat bunu layıkıyla yapabilecek yetişmiş insan kaynağına kâfi miktarda sahip değiliz.
Öz Geçmiş
1967 yılında İstanbul Fatih’te doğan Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara, 1990’da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Yüksek lisansını aynı üniversitede 1993 yılında hadis bilim dalında, doktorasını 1997 yılında Edinburgh Üniversitesinde mezhepler tarihi alanında tamamladı. Yurda dönüşünde göreve başladığı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 2000 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu. Dekan yardımcılığı, Üniversite Senatörlüğü ve Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevlerini yürüttü. 2009’da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2012’de ise İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi kadrosuna katıldı. Fakülte’nin kurucuları arasında yer aldı ve dekanlığını üstlendi. 2020’de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine döndü. Çalışmalarını klasik kelâm okullarının yanı sıra Şiîlik, bugünkü Selefîlik, çağdaş İslami akımlar ve hareketler, din-siyaset ilişkileri konularında yoğunlaştıran Büyükkara’nın, alanında yerli ve yabancı dilde yaptığı çeşitli yayınları mevcuttur. Bunlar arasında İmamet Mücadelesi ve Haşimoğulları, Suudi Arabistan ve Vehhabilik, Kâbe’nin İşgal Tarihi, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, Çağdaş İslami Akımlar başlıklı kitap çalışmaları bulunmaktadır.
Söyleşi
Mahir KILINÇ