Hakkalyakin Forum

Full Version: İBRETLİ KISSALAR Bölüm 1
You're currently viewing a stripped down version of our content. View the full version with proper formatting.
Halini Gizleyen Köle

Abdullah b. Mübarek in şöyle dediği rivayet edilir:

- Mekke-i Mükerreme de bulunuyordum. Orda büyük bir kıtlık vardı. İnsanlar yağmur duası için Arafat a çıktılar. Fakat daha şiddetli kuraklıkla karşı karşıya kaldılar. Böylece bir hafta beklediler. Bir hafta sonra yine yağmur duası için Arafat a çıktılar. İçlerinde zayıf bedenli siyah bir adam gördüm. Adam, iki rekat namaz kıldı, sonra Allahü Teala ya dua etti. Sonra tekrar seccadeye kapanıp:

- İzzet ve Celalim hakkı için, kullarına yağmur ihsan etmedikçe, başımı seccadeden kaldırmam diye Allah a niyazda bulundu. Bunun üzerine gökte bir bulut zuhur ettiğini ve biraz sonra sağnak halinde yağmur yağmaya başladı. O adam, Allah ü Teala ya hamd ü sena ederek, oradan ayrıldı.

Ben de kendisini takip ettim. Adam gidip kölelerin satıldığı bir yere girdi. Ben oradan ayrıldım. İkinci günü yanıma para alarak, kölelerin satıldığı o yere gittim. Köle satana:

- Benim bir köleye ihtiyacım vardır. Satın alacağım dedim. Bana otuz kadar köle gösterdi. Kendisine:

- Bunlardan başka var mıdır diye sordum. Bana:

- Evet, bir köle daha vardır, fakat o içine kapanmış, kimse ile konuşmaz dedi.

- Bana göster dedim. Adam bana daha önce gözümle gördüğüm köleyi getirdi. Kendisine:

- Bunu kaça aldın diye sordum. Bana:

- Yirmi dinara satın aldım, fakat onu sana on dinara veririm dedi. Ben kendisine:

- Hayır, ben sana daha fazla veririm. Onu yirmi yedi dinara alıyorum dedim. Adamla anlaşıp, köleyi satın aldım. Elinden tutup ordan ayrıldım.

Köle:

- Ey efendim! Beni niçin satın aldın Senin hizmetine benim gücüm yetmez dedi. Ben kendisine şöyle dedim:

- Ben seni, senin benim efendim, benim de senin hizmetçin olmam için satın aldım dedim.

- Niçin böyle yapıyorsun dedi.

- Dün seni gördüm ki, Allah a dua ettin. Allah duanı kabul buyurdu. Bunun üzerine senin kerametini öğrendim, senin büyük adam olduğunu anladım dedim. Bana:

- Sen onu gördün mü dedi. Ben:

- Evet gördüm dedim.

- Beni azad edermisin diye sordu.

- Sen Allah rızası için, hürsün. Seni azad ettim dedim. Kendisini görmediğim birinden şöyle bir ses geldi bana:

- Ey İbni Mübarek! Müjdeler olsun sana. Allahü Teala seni bağışladı:

- Sonra o adam güzelce bir abdest aldı. İki rekat namaz kıldı. Sonra şöyle dedi:

- Allah a hamd ü senalar olsun. Bu, küçük efendimin azadıdır. Çok büyük Mevlamın azadı acaba nasıl olur

Sonra yine abdest alarak iki rekat namaz kıldı. Selam verince, ellerini göğe kaldırıp, şöyle duada bulundu:

- Ey Allah ım! Sen biliyorsun ki, ben sana otuz sene ibadet ettim. Seninle benim aramda benim sırrımı açığa vurmaman için sözleşme vardı. Şimdi ise benim sırrımı açığa vurdun. Beni yanına al! Böyle deyip bayıldı ve yere düştü. Bir de baktım ki ölmüş. Onu yıkayıp kefenledim. Fakat iyi bir kefene saramadım. Sonra cenaze namazını kılıp defnettim. Uyuyunca gece rüyamda, güzel bir zat, güzel bir elbise giymiş ve yanında kendisi gibi büyük bir zat daha gördüm. Ellerini birbirlerinin omuzuna koymuş ve bana doğru geliyorlardi. Tarif ettiğim zat, bana hitaben:

- Ey İbni Mübarek! Sen hiç Allah tan utanmadın mı dedi ve yürüdü. Kendisine:

- Sen kimsin diye sordum.

- Ben Allah in Rasulü Muhammed im. Bu da İbrahim Aleyhisselam dır dedi. Ben Efendim (s.a.v.) e:

- Ben Allah tan nasıl utanmıyorum ki, çok namaz kılıyorum dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

- Allah ın veli kullarından biri ölür de, neden onu güzel bir kefene sarmazsın

Sabah olduğu vakit, kabristana gidip onu kabrinden çıkardım. Güzel bir kefene sardım. Sonra tekrar canaze namazını kıldım ve defnettim. Allahü Tala ona rahmet etsin.





Mülkümüzden Çıkanı Geri Almayız


Adamın biri mescidde uyuyordu. Yanında para çantası vardı. Uyandığı zaman yanındaki para, çantasının çalındığını gördü. Yanında Cafer-i Sadık ın namaz kıldığını gören adam, gidip onun yakasına yapıştı. Cafer-i Sadık, adama:

- Ne istiyorsun dedi. Adam:

- Para cüzdanım kayboldu. Yanımda senden başka kimse yoktu. Cüzdanı muhakkak sen aldın . Dedi. Cafer-i Sadık Hazretleri:

- Cüzdanında ne kadar para vardı diye sordu. Adam:

Bin dinar vardı. Dedi.

Bunun üzerine Cafer-i Sadık, hemen evine gidip bin dinar alarak, gelip adama verdi. Adam arkadaşlarının yanına gitti. Arkadaşları kendisine:

- Para cüzdanın bizdedir. Biz sana şaka yapmıştık. dediler. Bunun üzerine adam bin dinarı alıp geri dönerek ayrıldığı yere geldi. Kendisine bin dinar vereni sordu. Kendisine parayı verenin Peygamber Aleyhisiselam ın amcası soyundan olduğunu söylediler. Bu sefer adam hemen Cafer-i Sadık Hazretleri ne gitti. Özür dileyerek aldığı parayı geri vermek istedi. Cafer-i Sadık Hazretleri:

- Biz öyle kimseleriz ki, bizim mülkümüzden bir şey çıktı mı, onu bir daha geri almayız. Dedi ve parayı kabul etmedi.





Güzel Görüşlü Çirkin Cariye
Harun Reşid in siyah ve çirkin bir cariyesi vardı. Bir gün cariyelerinin önüne para saçtı. Cariyelerden paraları toplamaya kalkıştılar. Çirkin olan cariye ise, durduğu yerden kıpırdamayıp, Harun Reşid in yüzüne bakıyordu. Harun Reşid, cariyeye:

- Sen niye paralardan almıyorsun diye sordu.

Cariye: Onların istekleri paradır. Benim isteğim ise, para değil, paranın sahibidir dedi.

Cariyenin bu sözü, Harun Reşid in hoşuna gider. Cariyeyi kendisine daha yakın kılar ve ona medh ü senada bulunur. Bu hal diğer ülkelerin hükümdarlarına ulaşır ve Harun Reşid, siyah ve çirkin bir cariyeye aşık olmuş derler. Onların bu sözleri Harun Reşid e ulaşınca, tüm hükümdarlara davetiye gönderip, onlara ziyafet verir. Bütün hükümdarlar Harun Reşid in yanında toplandıklari vakit, Harun Reşid, cariyelerin gelmelerini emreder. Cariyeler huzuruna gelince, Harun Reşid her birine yakuttan bir kadeh verir ve yere atmalarını emreder. Bütün cariyeler bu işi yapmaktan imtina ederler. Sonunda çirkin cariyeye, kadehi atıp kırmasını emreder, o da atıp kırar. Bunun üzerine Harun Reşid, mecliste bulunan hükümdarlara:

- Bu cariyeye bakın. Bunun yüzü çirkindir, fakat içi güzeldir der. Halife, cariyeye:

- Kadehi niçin kırdın diye sorar. Cariye şöyle cevap verir:

- Siz bana, kadehi kırmak için emir verdiniz. Ben ise, kadehi kırarsam, halifenin hazinesinde bir noksanlık olacağını, eğer kırmazsam, onun emrine itaat hususunda noksanlık olacağını düşündüm. Bunun birincisinde noksanlığı tercih ettim ve halifenin emrine itaat ve hürmet ederek kadehi kırdım. Aynı zamanda kadehi kırdığım takdirde delilikle, kırmadığım takdirde ise asilik etmekle suçlanacaktım. Asilik etmekle suçlanmaktansa, delilikle suçlanmak, bana daha uygun göründü .

Hükümdarlar cariyenin bu sözlerini güzel görüp tasvip ettiler ve Harun Reşid in onu sevmesinden dolayı, kendisine karşı takındıkları tavır için özür dilediler.







İstikametten Sapınca
Genç şehzadelerden biri padişah olup tahta oturdu. Fakat tahtın lezzetini bulamaz. Bunun üzerine yakınlarına:

İnsanlardan bu hususta benim gibi olanlar var mıdır diye sorar. Yakınları:

Onlar istikamet sahibidirler. Diye cevap verirler.

Öyle ise beni de istikamet sahibi yapan yok mu

Seni istikamet sahibi, ancak alimler yapabilir. Derler. Bunun üzerine genç padişah ülkesindeki bütün alimleri ve salihleri çağırıp onlara şöyle der:

Benim yanımda bulunacaksınız. Beni doğru yolda bulup, itaata ait hususları işlerken görürseniz bana destek olunuz. Günah olan hususları işlemeye kalkıştığımı görürseniz, beni men ediniz.

Alimler ve salihler, padişahın istediği gibi hareket ederler. Bu sebeple tam dört yüz sene padişahlık yapar. Sonra yanına şeytan gelir. Padişah ona:

Sen kimsin diye sorar. Şeytan:

Ben iblisim. Fakat sen kimsin. Bana söyler misin der. Padişah:

Ben ademoğullarından bir adamım. Der.İblis:

Sen eğer ademoğullarından bir adam olmuş olsaydın, onların olduğu gibi, sen de ölürdün. Sen ancak bir ilahsın, insanların sana ibadet etmeleri için davet et der. Şeytanın aldatıcı sözleri padişahın içinde yer eder:

Ey insanlar! Ben bugüne kadar sizden bir şeyi gizliyordum. Onu size açıklamak zamanı gelmiştir. İyi biliyorsunuz ki, ben dört yüz senden beri sizin hükümdarınızım. Eğer ben ademoğullarından biri olsaydım, onların öldükleri gibi ben de ölürdüm. Ben bir ilahım, bana ibadet ediniz.

Bunun üzerine Cenabı Hakk o devrin peygamberine vahyederek buyurur ki:

Ona haber ver. İstikamette olduğu müddetçe ben onu korudum. Bana isyan ettiği andan itibaren, izzetim ve celalim hakkı için, onun üzerine Buhtunnasr adındaki hükümdarı musallat edeceğim .

Gerçekten de, çok geçmeden, Cenabı Hakk Buhtunnasr ı onun üzerine musallat kıldı. Buhtunnasr onun boynunu vurup öldürdü ve hazinesindeki bütün altınları alıp götürdü.





Salihlerin Namazı
Isam b. Yusuf, Halem el-Esam in meclisine gelip, ona bir hususta itiraz etmek ister ve Hatem e:

Ya Eba Abdurrahman! Sen namazı nasıl kılıyorsun diye sorar.

Hatem, yüzünü Isam a çevirerek şöyle cevap verir:

Namaz vakti geldiği zaman kalkıp bir zahiri abdest ve bir de batıni abdest alırım.

Bunun üzerine Isam:

Batıni abdest nasıl alınır der. Her iki abdesti izah etmek üzere Hatem şöyle konuşur:

Zahiri abdesti, yıkanması gereken azaları su ile yıkamakla alırım. Batıni abdestte ise azalarımı yedi şeyle yıkarım. Tevbe etmek, pişman olmak, dünya sevgisini terk etmek, insanların medh ü senasını terk etmek, riyaseti terk etmek, kin ve hasedi terk etmekle. Böylece abdest aldıktan sonra mescide giderim. Tüm azalarımla kıbleye yönelirim. Kabe yi görürüm. Ümitle korku arasında namaza dururum. Namazda iken Allah ın beni gördüğünü, sağımda cennetin, solumda cehennemin, arkamda ölüm meleğinin, bulunduğunu görürüm. Kendimi sanki sırat köprüsüne ayağımı basmış sanarak, bu kıldığım namaz son namazdır derim. Sonra niyet edip tekbir alırım. Tefekkürle okurum, tevazu ile rüku eder, içten ağlayıp niyaz etmekle secde ederim. Ümitle oturup duaları okur, ihlasla selam veririm. İşte benim otuz seneden beri kıldığım namaz böyledir.

Bunları içtenlikle dinleyen Isam, ağlayarak şöyle der:

Bu öyle bir şeydir ki, bunu senden başkası yapamaz.






Teheccüd Kılan Kölenin Sırrı
Vaktiyle, herkesin sevip hürmet ettiği bir adam, hali ve tavırları garip bir köleyi satın almıştı. Köleyi alıp konağına götürdü. Ona yapacağı işleri öğretti ve:

Benden bir isteğin var mı diye sordu.

Kölesi: Efendim! Her emrinizi gücümün yettiği kadar yerine getirmeye çalışacağım. Yanlız sizden şu üç şartımı kabul etmenizi istiyorum;

Birincisi, namaz vakti girdiği zaman bana müsade etmenizi.

İkincisi, beni gündüz çalıştırıp, gece meşgul etmemenizi.

Üçüncüsü, bana bir oda tahsis edip, oraya başkasını sokmamanızı, sizden rica ediyorum.

Bunun üzerine adam: Peki, istediklerini kabul ediyorum. Evimin odalarına bak. Hangisini istersen ondada otur. dedi.

Köle odaları dolaştı, sonunda eski ve harap bir odayı seçti. Efendisi buna şaşırdı ve kölesine:

Niçin bu odayı seçtin diye sorunca o garip köle:

Ey efendim! Bilmez misiniz ki, Allah ile beraber olduktan sonra, harap olan yer saray olur. Diye cevap verdi. Odasına yerleşti.

Aradan günler geçtikçe o zengin kişi, kölesine karşı gittikçe artan bir hürmet duymaya başlamıştı. Dürüst ve çalışkan olan, az konuşan kölesine, yediğinden yediriyor, giydiğinden giydiriyor ve ona bir arkadaş hatta kardeş gibi davranıyordu. Fakat onun halini ve hareketlerini de merak ediyordu.

Bir gece, kölesinin odasına gidip bakmaya karar verdi. Yavaş yavaş, sesizce o harap odanın kapısına geldi. İçeriye baktığında gözleri kamaştı, hayret içerisinde kalmıştı. Odanın tavanında göğe açılmış bir delik ve ordan uzanmış nurdan kandilin ışığıyla odayı tatlı bir aydınlık kaplamıştı. O garip köle ise secdeye kapanmış, Allah a niyazda bulunarak şöyle diyordu:

Ya Rabbi! Beni, gündüzleri efendime hizmet etmekle vazifelendirdin. Eğer efendime olan hizmetim olmasaydı, gece ve gündüz sana ibadet etmekten başka hiçbir işle meşgul olmazdım. Kusurumu affet, Allah ım.

Efendisi, sabaha kadar kölenin bu halini seyretti. Köle ise ondan habersiz, niyazına devam ediyordu. Sabah olunca nur kandili göğe doğru çekildi, tavandaki delikte kaybolmuştu.

Kölenin efendisi birçok geceler aynı şekilde onun halini gizlice seyretti. Bir sabah kölesini yanına çagırdı ve ona:

Allah için seni azad ediyorum. Seni meşgul eden kimseye hizmet etmekten kurtulup, Allah a gece gündüz ibadet ve taatte bulunasın dedi.

Bunları duyunca kölenin gözleri yaşla doldu. Cevap vermedi. Bir zaman sessiz, öylece kaldı. Sonra ellerini kaldırıp Allahü Teala ya şöyle niyazda bulundu:

Ey Rabbim! Senden, benim sırrımı gizlemeni talep etmiştim. Şimdi sırrımı açıga vurup, halimi insanlara bildirmeyi diledin. Ey kudret sabibi Allah ım! Beni kendine al diye dua etti. Allah ü Teala onun bu niyazını kabul buyurdu. Çok geçmeden köle yere düştü. Kelime-i Şehadet getirerek beka alemine göçtü.





İbadetin Hakkını Verdi
Abidlerin biri namaz kılmaya başlar. Fatiha süresini okurken Yanlız sana ibadet ederiz mealindeki ayeti kerimeye geldiği zaman, içine, kendisinin gerçekten ibadet edici olduğunu düşüncesine düşer.

Bunun üzerine kendisine Yalan söylüyorsun. Sen ancak mahlukata ibadet ediyorsun diye bir his, bir ses gelir. Bunun üzerine tevbe eder.

Fatihayı okurken Yanlız sana ibadet ederiz mealindeki ayeti celilede ulaştığında yine içine Hakikaten ibadet ediciyim diye bir his, bir düşünce gelir.

Kendisine yine Yalan söylüyorsun. Sen ancak malına ibadet ediyorsun diye bir ses gelir. Bunun üzerine bütün malını sadaka olarak dağıtır. Yanında zaruri ihtiyacından başka hiçbir şey bırakmaz.

Sonra namaz kılmaya baslar. Yanlız sana ibadet ederiz mealindeki ayeti kerimeye geldiği vakit Gerçekten ibadet ediciyim diye kendisine bir his gelir. Bundan sonra kendisine Doğru söylüyorsun. Sen gercekten ibadet edicilerdensin diye bir ses gelir.




Saliha Kadın Ve Kocası
Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın Bismillahirrahmanirrahim diye besmele çekmeden hiçbir işine başlamazdı. Münafık kocası, onun bu haline çok kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için, Allah a dua ederdi.

Bir gün, o zalim adam iyice öfkelenmişti. Karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine:

Şuna bir oyun çevireyim de görsün. Bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söylemediği inkarcılığı, artık bütün çirkinliğiyle, içinde dolup taşmıştı.

Hanımını çağırdı. Ona bir kese altın vererek:

Bunu iyi sakla! diye tembih etti. O saliha kadın da, kocasının emri üzerine hemen gitti. Besmele yi çekerek keseyi iyice sakladı. Fakat kocası olan münafık adam da onu gizlice takip ediyordu. Sonra, karısının haberi olmadan keseyi ordan aldı. İçindeki altınları boşaltarak keseyi derin bir kuyuya attı. Aradan çok geçmeden, yine hanımını çağırdı:

Sana verdiğim bir kese altını hemen getir dedi.

Kadın koştu, keseyi sakladığı yere;

Bismillahirrahmanirrahim diyerek elini uzattı. Tam o anda, Allahü Teala Hazretleri nin emriyle melekler tarafından kese kuyudan çıkarılıp, yerine kondu. Yanlız ıslanan keseden sular damlıyordu. Kadın, kesenin neden ıslandığını anlayamadı, getirdi. Kocasına teslim etti. Adam, içi altınla dolu ıslak keseyi görünce çok şaşırdı. Karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı.

Sonra karısına:

Sana çok zulmettim, çok canını yaktım, beni affet diye yalvarmaya başladı. Allah a tevbe ve istiğfar etti. Allah ın salih kullarından biri oldu. O günden sonra, dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi.

Ya Rabbi! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, saliha bir kadını eş olarak verdiğin için, sana hakkıyla şükretmekten acizim, beni affet Allah ım.

O saliha kadın ise:

Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki, duamı kabul edip, kocamı salihlerden eyledin . Diye dua ediyordu.




Bağdat´ta İşlenen Günah
Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerinin müridlerinden Ebu Amr şöyle anlatıyor:

Birgün pazarda gezerken bir güzel kadın görüp tekrar tekrar baktım. Sonra hata ettiğimi anlayıp tevbe - istiğfar ettim. Akşama eve geldiğimde evde bir kadın vardı. Bana:

Efendi bugün yüzünüzü kararmış görüyorum, acaba nedendir, dedi. Ben tenha bir yerde aynayı alıp baktım ki, hakikaten yüzüm sim - siyah olmuştu. Neden olduğunu düşünürken aklıma o kadına baktığım geldi. Bir mağaraya çekilip kırk gün göz yaşı döktüm, günahımın affı için Allah´a yalvardım. Kırk gün sonra hâtırıma gidip Hazreti Şeyh Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerini ziyaret etmek geldi.

Bağdat´a şeyhin yanına gittim. Şeyhin hücresine varıp kapıyı çaldığımda, bana:

Gir ya ebâ Amr, sen pazarda günah işle, biz Bağdat´da istiğfar edelim öyle mi, dedi.




Allah´ı Zikr Etmek
Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri şöyle anlatıyor:

Üstazım oldukça hastaydı. Onu ziyarete gitmiştim. Benimde o sırada elimde bir yelpaze vardı. Onunla hocamı rahatlatmak istedim. Bana şöyle söyledi:

Evladım Cüneyd! Elindeki yelpazeyi bırak, yelleme, çünkü ateş yelledikçe daha çabuk tutuşur, daha sür´atli yanar. Ben elimdeki yelpazeyi bıraktım. Daha sonra:

Efendim, bir vasiyetin var mı, dedim ve vasiyette bulunmalarını rica ettim. Bana:

Halkla konuşmaya dalıp da Allah´ı zikretmeyi unutma, daima Allah´ı zikreyle buyurdu. Bunun üzerine ben:

Üstazım, eğer bunu daha evvel söylemiş olsaydın, sizinle bile sohbet etmezdim, dedim.





Kendini Cennette Sanan Mürid
Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin müridlerinden birisi kendi kendine:

Ben artık kemale erdim, bir mürşidin himayesine ihtiyacım yoktur, diye düşünüyor ve sohbeti terkederek kendi halvetinde kalıyordu. Bu derviş birgün seher vakti uyurken bir rüya gördü. Rüyasında kendisini gayet güzel bağlar ve bahçeler içinde buldu. Etraftan akan ırmaklar ve kendisine her hizmeti gören hizmetçiler vardı. İstediği leziz yemeklerden yedi ve gönlünce eğlendi.

Uyandığı zaman gayet sürür duyuyordu. Bu rüyasını diğer müridlere anlattı. Müritler de gelip Şeyh Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerine anlattılar. Hazreti Şeyh onun halvetine gelip halini şöyle bir seyredince, baktı ki, gurur ve kibir dimağına işlemiş, şeytanın tamamen esiri olmuş, nefs-i emmare tam hakim halde.

Bu gece seni Cennete götürecekler. Cennete girince üç defa «La havle velâ kuvvete illa billahil aliyyil aziym» de, dedi.

Gece müridi rüyasında Cennete götürdüler. Şeyhin sözü aklına gelip üç kere okudu. O anda gördüklerini hep unutup kendisini bir çöplükte buldu. Etrafına baktı ki, çöplük ve pislik içinde kalmış. Hata ettiğini anladı. Çok göz yaşı döktü. Şeyhin huzuruna varıp ayaklarına sarıldı, kusurunun bağışlanmasını diledi. Hazreti Şeyh de onun kusurunu afvedip müridleri arasındaki yerini almasını sağladı. Hazreti Cüneyd bu hadise üzerine şöyle söyledi:

Her müride bir mürşid gerek, aksi takdirde şeytan-ı aleyhilâ´ne gelir ona mürşid olur.




Halkın Günahlarına Ağlıyordu
Beyazıd-ı Bestami Hazretleri başından geçen bir hadiseyi şöyle naklediyor:

Benim süluke başladığımda 70 bin kadar keşfü keramet sahibi veli vardı. Bunlar arasında ehl-i ilim olanlar da çoktu. Fakat Cenab-ı Allah o asrın kutbiyyet makamını bir ümmiye ihsan etmişti. Bu zat akşam - sabah ömrünü demircilikle geçiren ve evlad ü iyalinin nafakasını temin etmekle meşgul bir kimse idi. Aynı zamanda kendisinin zamanın kutbu olduğundan da haberi yoktu. Çünkü keşfi açılmamıştı. Bu durum bana malum olup ziyaretine gittiğim zaman hayrette kalmış, bu kadar alim kimseler varken kutbiyyet makamının bir ümmiye verilmesini anlayamamıştım. Ne zaman ki, demircinin dükkanına vardım ve o zaman anladım, neden kutupluğun bu zata verildiğini...

Dükkana geldiğimi görünce «Hoş geldin» deyip benim elimi öptü ve bana kendisi için dua etmemi rica etti. Ben:

Ben senin ayaklarını öpeyim, sen bana dua et, dedim. Bana:

Ben sana dua etmekle derdim teskin olmaz ki, dedi. Ben:

Senin derdin nedir ki, teskin olmuyor. Bize anlatın bakalım belki derdinize bir çare buluruz, dedim. Zamanın kutbu olan demirci o zaman şöyle söyledi:

Acaba bu ümmetin mahşer günü hali nice olur, ben hep onu düşünürüm, dedi ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Onun ağlaması bana da tesir etti, ben de ağladım. O zaman gaipten;

Bunlar Nefsî, nefsi diyen kimseler değildir. Ümmetim, ümmetim diyenlerdendir, diye bir ses işittim. İşte kalbimdeki hayret bir anda zail oldu, ve niçin onun kutup olduğunu anladım. Bu zatlara kalb-i Muhammedi üzere istidat vaki oluyor. Hakikat-ı Muhammediye´ye vasıl olan kimselerin hali böyledir. Ben bir soru daha sordum:

Ey kardeşim halkın azap görmesinin size ne gibi bir zararı oluyor, dediğimde, şöyle söyledi:

Hak Teâlâ beni böyle yaratmış, benim yaratılış mayam bu şekildedir, dedi. Ve şunları ilave etti; eğer Cehennem ehlinin bütün azabını bana yükleyip tümünü affetseler memnun ve mesrur olurum, yeter ki onları affetsinler de kimse ateşte yanmasın, dedi.

Daha sonra kendisiyle çok sohbetlerimiz oldu. O benden namazda okunacak sürelerin hatalı yerlerinin olup olmadığını sordu ve yanımda baştan sona okudu. Ben de isteğini yerine getirirken kalbim feyz-i Rabbani ile öylesine doldu ki, ondan çok istifade ettim. Ve iyice anladım ki, kutbiyyet sırrı çalışmakla, ilimle olmayan bir makamdır ve ancak Allah´ın dilediğine bir fazlı ve keremidir. Zamanın bütün velileri feyz almak için mutlaka kutbun tavassutuna ihtiyacı vardır. Kendisini kutbun idaresinden müstağni addedenlerin feyz-i İlahiden nasipleri kesiktir.




Yaşlı Kadının İrşadı
Beyazıd-ı Bestamî Hazretlerine:

Şeyhin kimdir Diye sordular. O:

Bir kadındır, dedi.

Bu nasıl iştir, diyenlere şöyle anlattı:

Bir gün cezbeye kapılmış dalgın dalgın gidiyordum. Yanımda bir çuval unu olan bir kadın gördüm. Kadın bana:

Şu çuvalımı götür, dedi. Ben, gücüm yetmez, diyerek oradaki kafes içindeki aslana çıkmasını işaret ettim. Aslan kafesten çıkıp yanıma geldi. Ben de un çuvalını aslanın sırtına yükleyip kadının gideceği yere kadar götürdüm. Fakat kadının kerameti izhar edeceğinden korkuyordum.

Yolda kimi gördün derlerse ne dersin Diye sordum. Kadın:

Zalim Beyazıd´ı gördüm derim, dedi. Ben:

Neden zalim oluyorum, deyince de, kadın-

Bu arslanı Allah Teâlâ Hazretleri yük için mi yarattı Sen belki halkın arslana yük vurduğunu görerek büyüklüğünü kabul etmeleri için bu işi yaptın. Bu zulüm değil de nedir Dedi.

Ben:

Doğru söylüyorsun, bu zulümdür, dedim, bu sebepten de günlerce göz yaşı döktüm. Daha sonra zuhur eden kerametlerin Allah tarafından kabul olunduğuna işaret olarak beyaz bir nur görünmeye basildi.