Thread Rating:
  • 10 Vote(s) - 3.1 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Arşı Aala Nedir? Peygamberimizin arkada gözü mü vardı?
#1
Oku-1 
   

Arşı Aala Nedir?

Peygamberimizin arkada gözü mü vardı? Arkasını nasıl görürdü?
illuminatinin Taptığı Her Yeri Gören Göz "RA"nın Gözümü?
Yoksa Halifeyi Raşid - "Essaabr olan Allah  dan önceki" Sondan bir önce olan ve  Mehdi olan "Ra" Yani "Raşid" in gözümü?

أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى  وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى  عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى  عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى  إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى  مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى  لَقَدْ رَأَى مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى  أَفَرَأَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزَّى

E fe tumârûnehu alâ mâ yerâ. Ve lekad raâhu nezleten uhrâ.  İnde sidratil muntehâ. İndehâ cennetul me’vâ. İz yagşes sidrate mâ yagşâ. Mâ zâgal basaru ve mâ tagâ. Lekad raâ min

âyâti rabbihil kubrâ. E fe raeytumul lâte vel uzzâ.

Yoksa siz, onunla gördüğü şey hakkında mı tartışıyorsunuz? Ve andolsun ki, onu başka bir inişinde de gördü.  Sondan bir önce olan sidrede yani SINIRDA. O’nun (  Sidretül

Münteha’nın) yanında Meva Cenneti (  vardır). O zaman Sidre’yi SINIRI kaplayan kaplamıştı. Göz (  gördüğünden) şaşmadı ve (  onu) aşmadı. (  Başka bir Göz ile baktı, ve o göz

ile gördüğü onu Yanıltmadı).Andolsun ki o, Rabbinin büyük âyetlerinden (  bir kısmını) gördü.  Lat ve Uzaa  menat  ve (  Ra) ile gördüklerimniz gibi  o da gördü.

(  Sadakallahul Aziym NECM Suresi 12. ,13.,14.,15.,16.,17.,18.,19. ayetleri)

Birisi bana, allah aşkına  kuranada"enraehüstağne" gecen ayetin  yerini söylesin bulamiyorum. kuranmi kayip ayetmi yok oldu nerde bu ayet internette yok, akillarinda kuran ola

hafiz olan birsi bu ayete  bana nerde hangi ayette söylesin, internete yazsin aramalarda ciksin bu ayet lütfen.

ve  hadilserde gecen

Yüce Allah Kur'ân'da buyruyor ki :  "Muhammed'in gözü şaşmadı ve sının aşmadı." (  Necm, 17).
îbn-i Adiyy, Beyhakî ve îbn-i Asâkir Aişe'den şöyle rivayet ederler :  O demiştir ki :  "Peygamber Efendimiz, ışıkta gördüğü gibi karanlıkta da görür idi."
Beyhakî'nin rivayetine göre, bu hususu îbn-i Abbas şöyle ifade etmiştir :  "Resulullah Efendimiz, gündüzleyin ışıkta gördüğü gibi, geceleyin karanlıkta da görürdü."
Buharı ve Müslim, Ebu Hüreyre'den ittifakla şöyle rivayet ederler :  O demiştir ki :  "Bir defasında Resulullah Efendimiz bizlere hitaben :  "Siz benim yalnız ön tarafı mı

gördüğümü sanıyorsunuz? Vallahi sizin rükunuz da, secdeleriniz de bana gizli değildir! Ben sizi arkamdan da görmekteyim" buyurdular.
Müslim ise Enes'ten şöyle rivayet eder :  "Resulullah Efendimiz buyurdular ki :  Ey insanlar! Ben sizin imamınızım. Rükû ve secdelerinizi benden önce yapmayınız. Çünkü ben sizi,

hem önümden, hem de arkamdan görmekteyim."
Abdürrâzzâk, Hâkim ve Ebu Nuaym da Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet ederler :  "Peygamberimiz buyurdu :  Ben ön tarafımı da, arka tarafımı da görürüm." Yine Ebu Nuaym Ebu Saîd el-

Hudrî'den şöyle nakleder. O demiştir ki :  "Bir defasında Peygamberimiz, "Ben arkamdan da görürüm!" buyurdular.
El-Humeydî Müsned'inde, îbn-i Münzir Tefsîr'inde ve Beyhakî, Mücâhîd'den naklen demiştir ki :  "Peygamberimiz (  s.a.v.), önünden rahatlıkla gördüğü gibi, arkasından ve saflar

arasından da rahatlıkla görürdü." Mücahid bu açıklamayı, aşağıdaki ayet-i celile dolayısıyla yapmıştır. Şöyle ki :  "O ki, gece namaza kalktığın zaman seni görüyor. Secde

edenler arasında senin dolaşmanı da görüyor." [4]
Alimlerimiz diyorlar ki :  Bu Önden de, arkadan da görmek işi; hakiki bir idraktır ve mucize kabilinden olup Peygamberimiz'e mahsustur; O'na ait büyük özelliklerden biridir.

Sonra bu görme işinin, O'nun iki gözüyle olması da caizdir. Ve görülen şeyin karşısında bulunma şartı olmaksızın, yani harikulade bir şekilde görmesi gerçekleşmektedir. Ehl-i

sünnet'e göre, görülen şeyle karşı karşıya bulunmak şart değildir. Hak olan da budur. Nitekim ahirette Allah'ı görmek de haktır. Fakat bunda da karşı karşıya bulunmak şart

değildir.
(  Bazıları da demiştir ki :  Peygamberimiz'in arkasında iğne deliği kadar bir gözü vardı. Onunla hiçbir engel tanımadan görür idi. Bu tefsir ise, zayıftır. Kabul edilemez bir

durumdadır.) (  Suyûti)[5]
Cenâb-ı Hak daha sonra, rahim olduğunu bildirmesinin peşinden, bu rahmetin sebebi gibi olan hususu belirtmiştir. Bu da, Hz. Peygamber (  s.a.s)'in kıyam edişi (  gece kalkıp

namaz kılışı) ve secde edenler arasında dolaşmasıdır. Bu hususta şu izahlar yapılmıştır :
[4] Şuara suresi, 218, 219
[5] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi :  1/117-118.

[Image: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]


أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَإِن يَشَأِ اللَّهُ يَخْتِمْ عَلَى قَلْبِكَ وَيَمْحُ اللَّهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِx

“Yoksa onlar :  "Allah'a karşı yalan düzüp-uydurdu"mu diyorlar? Oysa eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler. Allah, batılı yok edip-ortadan kaldırır ve Kendi kelimeleriyle

hakkı hak olarak pekiştirir (  gerçekleştirir). Çünkü O, sinelerin özünde olanı bilendir.” [Şura Suresi, 24]

Tefsirü’l-Kummî eserinden :

Babam; İbn Ebû Necrân aracılığıyla Muhammed b. Müslim’den rivayet etti :

Ebû Cafer [Muhammed Bakır aleyhisselâm] buyurdu ki :

Ayette geçen [Şura Suresi, 24] “Allah batılı yok eder” demek ortadan kaldırır demektir. “Hakkı sözleriyle gerçekleştirir” ile kastedilen ise Hz. Muhammed’in soyundan gelen el-

Kâim [Mehdi aleyhisselâm]’dır.”

Meclisî, Bihârü’l-Envâr, Beyrut, 1404, c.24, s.176.

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular
"Hz. Âdem’in yaratılışından kıyamet kopuncaya kadar deccaldan daha büyük bir fitne yoktur."

(  Hadis-i Şerif , Müslim, Fiten, 126)


Mehdiyle ilgili olarak da Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

“Onu gördüğünüzde, buz üzerinde sürünerek de olsa, gidip ona biat edin. Çünkü o, Allah'ın halifesi olan Mehdidir.”

(  Hadis-i Şerif , İbnu Mace, Fiten, Hadis No : 4084)

yine deccalla ilgili
Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

"Sizi ondan sakındırırım. Hiçbir peygamber yoktur ki, kavmini ondan sakındırmış olmasın. Ben size, hiçbir peygamberin onun hakkında demediği bir şeyi söylüyorum :  Onun bir gözü

kördür.”

(  Hadis-i Şerif , Müslim, Fiten, 95)

bu hadise yorum ise allahu alem burdaki bir gözü kördürden kasdedilen Yani, maddiyatı görür, maneviyatı görmez. Sistemi de sırf dünyaya yöneliktir.

[Image: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]

وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَّا كَانَ حُجَّتَهُمْ إِلَّا أَن قَالُوا ائْتُوا بِآبَائِنَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيبَ فِيهِ وَلَكِنَّ أَكَثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtunâd dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illâd dehr, ve mâ lehum bi zâlike min ilmin, in hum illâ yezunnûn. Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin

mâ kâne huccetehum illâ en kâlû’tû bi âbâinâ in kuntum sâdıkîn. Kulillâhu yuhyîkum summe yumîtukum summe yecmeukum ilâ yevmil kıyâmeti lâ raybe fîhi ve lâkinne ekseran nâsi lâ

ya’lemûn.

Meali  :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Ve :  “O (  hayat), dünya hayatımızdan başka birşey değildir, ölürüz ve diriliriz. Ve bizi dehrden (  zamandan) başka birşey helâk edemez.” dediler. Ve onların bu konuda ilimden

(  nasipleri) yoktur. Onlar sadece zanda bulunurlar. Onlara âyetlerimiz beyan edilerek okunduğu zaman onların delilleri (  iddiaları) :  “Eğer siz sadıklarsanız (  doğru

söyleyenlerseniz), babalarımızı getirin!” demekten başka birşey olmadı. De ki :  “Allah sizi yaşatır, sonra öldürür. Sonra sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet günü (  biraraya)

toplar.” Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.

(  Sadakallahul Aziym CASİYE Suresi 24. 25. 26. ayetleri )

[Image: 147370216121331.gif]

yukardaki hadisde gecen "Onun bir gözü kördür.” sözünü yorumluyan diyorki  :  "bir gözü kördürden kasdedilen Yani, maddiyatı görür, maneviyatı görmez. Sistemi de sırf dünyaya

yöneliktir." o zaman bu illuminati gözü ile temsil edilmek istenilen göz ne o zaman? onlar dünyayi o tek gözle izlediklerini söylüyorlar zaten. daha deccal aramaya lüzüm varmi,

onlar resmen kendilerinin deccaliyat örgütü olduklarini alenen bildirip, onu temsil ediyorlar zaten, o halde o grubun 33 dereceden masonlari, afedesiniz götlerindeki gözleriyle

dünyayi görürler ve izlerler. ve bu da nerden cikdi deyince, biz müminler neden namazda, secde ve rukuda kicmizi havaya dikeriz diye, fransiz gavuruda karikatür yapip soruyordu,

sebebi işde, Allah insanlarin kicina bir adet dürbün, kainati gözleyici göz koymuş ki, ondan bakinca onun kainati gözüküyor, ve onunla kim ne yapmiş, ve ne yapiyor gözüküyor.

işde inanmayan dangillaraaciklama :  almancada g ö t e "arschloch" denilir "g ö t de li gi" demek işde. Allahu tealanin yukarlarda semada bir yerdede onun arşu aalasi varmiş

deniyor, yani arş ne o zaman bilirmisiniz, işde Allahu Tealanin kainati izledigi, ve ordan yönettigi o dürbüne ve aygita verilen isim, yani diyorki kuranda  : 

[Image: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]



إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الأَمْرَ مَا مِن شَفِيعٍ إِلاَّ مِن بَعْدِ إِذْنِهِ ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ

İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alâl arşi yudebbirul emr(  emre), mâ min şefîin illâ min ba'di iznihî, zâlikumullâhu rabbukum

fa'budûhu, e fe lâ tezekkerûn

Meali  :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim
Muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah, semaları ve yeryüzünü 6 günde yaratandır. Sonra arşa istiva etti. Ordan veya onunla İşleri düzenler, ve O’nun izni olmadıktan sonra ( 

olmadıkça) bir şefaatçi, yani ögretici olmadan, ondan haberdar olmak yoktur. İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Artık O’na kul olun. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

(  Sadakallahul Aziym YUNUS Suresi 3. ayet )

[Image: istiaze-ve-Besmele-Kirmizi-Renk.png]



الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ الرَّحْمَنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيرًا

Ellezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alâl arşir rahmânu fes’el bihî habîrâ

Meali  :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Gökleri ve arzı (  yeryüzünü) ve ikisi arasındakileri altı günde yaratan O’dur. Sonra Rahmân arşa istiva etti. Öyleyse onu (  arş nedir), bundan haberdar olana sor.

(  Sadakallahul Aziym FURKAN Suresi 59. ayet)

Peygamberimizin arkada gözü mü vardı? Arkasını nasıl görürdü?

ve Hz. Peygamberin ashaba safları düzeltmelerini isterken

“Saflarınızı düzgün tutun, Kuşku yok ki ben arkada olup bitenleri görüyorum” dediği sahih hadisle sabittir.

(  bk. Buhari, Ezan, 71-72; Müslim, Salat, 125(  434); Nesaî, İmamet, 27)

bu hadis gösteriyorki Muhammed, o insanin kicindaki dürbünü acabiliyordu, ve kicindaki gözü ilede arkasini ve kainati görüyordu.
yani işde o 33 derceden bir mason olan kimseninde, bu örgüt kicindan girip, o kicicndaki dürbünü acmasani ögretiyor, ve kici ile dünyayi görmeye başliyor, ve derece derece yani

gözü nereye kadar görcek onun dercesini bagli iş de 33 dereceden demek en yüksek demek, yani "arş a istiva" ve ordan yönetmek demek
işde zamanin kutbuda mesala mekkede otururken, o bilmem, almanyadaki bir sofisine müdahele edip yönetiyor, düşünkü icindeki kaianatin özel dügmeleri var, ve ondan sen bakinca

ordaki bir dügmeye dokunman, almanyadaki ahmete dokunman gibi, yine adnan okdar bir dua ögrtiyor diyorki tirnaginin ucundan dünyayi gösteren dua diyor, neymiş o dua, halbuki

işde kicindaki gözü acik olmayanin dua etmesi bir işe yaramaz, ancak o kicindaki gözü acilinca görebilir, yani dürbünü acilmasi lazimki görsün, ve neden secde yapariz yani

dürbüüüüüün işde azizim. hak o dürbünü görür amma, Allahin senin kicinami ihtiyaci var, kainati görmek için, hayir, Allah Hz Ademi yaratmadan önce secdede yokdu, namazda yokdu,

o dürbün denen arşlochda yokdu, götde yokdu, göt sonradan icad oldu. öyle olunca Allahin semada bir yerde Arşu Aala denilen özel bir dürbünü, büyük kocaman bir dürbünü var

zaten, ordan bakip görüyor demiyormu o ayette, arşdan bütün işleri emredip yönetir demiyormu yunus suresinde. nedir o Arş, işde insanlarin ve hayvanrinda KICINA onun bir

numunesini takmişki, senin kicdan, namazda secde edince bakar, yine senin kainatini görür, sen namaz kilmasan bile, senin sifatin olan cibilliyatin olan bir havan varki,

hayvanlarin cogu zaten ruku eder vaziyette, yani dürbüne bakilcak halde duruyor, yani egilmesini gerek yok, zeten egik durumda yani, öyle olunca senden bakmasa bile, senin

cibilliyatindan bakar bilir bulur, yine ordan bakmasa yukardaki arşdan bakar görür.
hani derler ya "bu adamin kicinda gözü var herşeyi görüyor" derler, essaf adamin kicinda gözü vardir, ona Arapca dübür veya türkce dürbün derler işde.

Fok baliginin bıyığına sonar sistemi diye bir göz takıp bıyığından ardını önünü yukarısını aşağısını gösteren allah, yine kedilerin kulak sistemeni duvarinda östesini duyabilcek

br kulak takan Allah yine yarasalara radar sistemi, takip radar ve dalga ile gece ve gündüz görmesini saglayan, yine kedilere takdigi gece görme duyusu yani kedi gözü denilen

yeni kameralara takilan özel bir göz sistemi ,aydinlatsmi icinde olan vwe gecedede gündüz gibi görebilen  bir kamereman göz takan Allah, iki cihanin habibi muhammede, arkasini

görebilcek bir göz takmasi mi garip, buna mi kudrerti yetmiyor a dangil müslüman ve böyle dangillerden biriside musftafa islamoglu ve bu hadisi "arkasinida görürdü" hadisini

şöyle yalanlayip tenkid ediyor.

Mustafa İslamoğlu yine Sahiheyn Hadislerine Çatıyor

...Çok daha ilginci, Buharı ve Müslim başta olmak üzere birçok hadis mecmuasının naklettiği bir hadisin sonradan kazandığı çok ilginç yorumdu. Ebu Hüreyre'den :  Resulullah

buyurdu :  "Siz işte şu önümü/kıblemi görüyor musunuz? Vallahi ne rükünüz, ne secdeniz gözümden kaçıyor; ben arkamda neler olup bittiğini de kesinlikle görüyorum."111
Hadis, Rasulûllah'ın namaz kıldırırken safları düzgün ve aralıksız tutma ihtarını bazı varyantlarda "Kuşku yok ki ben arkada olup bitenleri görüyorum" sözüyle pekiştirmesiydi.

Kadı Iyaz'ın Mücahid'e atfen naklettiği bir yorumda şöyle deniliyordu :  "Allah Resulü sallalahu aleyhi vesellem, namaz kıldırmak için kalktığı zaman tıpkı önünü gördüğü gibi

arkasını da görüyordu." Bu yoruma hiç alakası olmayan şu ayeti delil getiriyordu :  "Ve tekallubeke fi's-sacidin" (  secde edenler içerisindeki yönelişlerini de).112 Yanlış

anlamaya kurban edilmiş bir ayet eşliğinde yanlış anlaşılmış bir tabiin müfessiri referans gösterilerek yapılan yanlış yorum burada durmamış. Eş-Şifa'ya Müzilu'l-Hafa adlı bir

zeyl yazan Şumunni'nin verdiği bilgiye göre, ünlü Kuduri'nin sarihi ve el-Kabiyye fi Risaleti'n-Nasıriyye'nin yazarı Muhtar b. Mahmud el-Hanefi şunu savunuyor :  "Peygamberimiz

aleyhisselam'ın iki kürek kemiği arasında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü bulunmaktaydı. O iki gözle oradan arkayı görmekte ve elbise o gözlerin görmesini engellememekteydi.

Kadı Iyaz, Ahmed b. Hanbel ve ulemanın çoğunluğu, bu görüşün gözün görüşüyle aynı olduğunu söylemişlerdir."113
111. el-Hasais 1/61. Hadisin aslı için bk. Buharı, 15 Cemaat 42, h. nu. 686; Müslim, 4 Salat 28, h. nu. 125.
112. eş-Şifa, 67. Mücahid'in "makul" çizgisine dayanarak bu yorumun ya Mücahid'in kastını yanlış anlamadan kaynaklandığını, ya da sonradan üretilip Mücahid'e nispet edildiğini

düşünmemiz gerekmektedir. Biz, ayetin anlamının yorumla hiç uyuşmadığından yola çıkarak birinci ihtimali gerçeğe daha yakın buluyoruz.
113. Age, 67 (  2)

Buhari Hadisleri :

109-.......Bize Abdu'l-Vâris, Abdulazîz'den; o da Enes(  R)'den tahdîs etti. Peygamber (  S) :  "Namaz saflarını doğrultunuz. Zira ben sizleri arkamdan da görüyorum"

buyurmuştur.

110-.......Bize Enes (  R) tahdîs edip şöyle dedi :  Bir defa namaz ikamet edilmişti. Resulullah (  S) yüzünü bizlerden tarafa döndürdü de :  "Namaz saflarınızı doğrultunuz ve

sımsıkı birbirinize yapışınız. Çünkü ben sizleri sırtımın arkasından da görürüm" buyurdu

Müslim Hadisi :

125- (  434) Bize Şeybân b. Ferruh rivayet etti. (  Dedi ki) :  Bize Abdül Vâris, Abdül Azîz'den -ki bu zat İbni Suhayb'dir- O da Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş

:

Resulullah (  Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  :
«Safları tamamlayın. Çünkü ben sizi arkamdan görüyorum.» buyurdu­lar.
Nesai Hadisi :

804- Enes (  r.a)’ten rivayete göre, Resulullah (  s.a.v), namaz kıldıracağı zaman :  “Safları düzgün tutunuz, safları düzgün tutunuz, safları düzgün tutunuz” derdi. Nefsim

kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki ben sizi önümden nasıl görüyorsam arkamdan da aynı şekilde görüyorum.” (  Müslim, Salat :  28; Buhârî, Ezan :  75)

İslamoğlu'nun Yazısının Tenkiti :

1."Peygamberin Arkada Gözü Var İddiası"
Hadis, Resulullahın namaz kıldırırken safları düzgün ve aralıksız tutma ihtarını bazı varyantlarda “Kuşku yok ki ben arkada olup bitenleri görüyorum” sözüyle pekiştirmesiydi.

Kadı Iyaz’ın Mücahid’e atfen naklettiği bir yorumda şöyle deniliyordu :  “ Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, namaz kıldırmak için kalktığı zaman tıpkı önünü gördüğü gibi

arkasını da görüyordu.” Bu yoruma hiç alakası olmayan şu ayeti delil getiriyordu. “Ve tekallebeke fi’s-sacidin” (  secde edenler içerisindeki yönelişlerini de) (  eş-Şifa)

Yanlış anlamaya kurban edilmiş bir ayet eşliğinde yanlış anlaşılmış bir tabiin müfessiri referans gösterilerek yapılan yanlış yorum burada durmamış. Eş-Şifa’ya Müzilu’l-Hafa

adlı bir haşiye yazan Şumunni’nin verdiği bilgiye göre, Kuduri şarihi ve el-Kunye’nin müellifi Muhtar b. Mahmud el-Hanefi, Risaletu’n-Nasıriyye adlı eserinde şu görüşü savunur :

“Peygamberimiz aleyhisselam’ın iki kürek kemiği arasında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü bulunmaktaydı. İki gözle aradan arkayı görmekte ve elbise o gözlerin görmesini

engellememekteydi Kadı Iyaz, Ahmed b.Hanbel ve ulemanın çoğunluğu, bu görüşün gözün görüşüyle aynı olduğunu söylemişlerdir."
Görüldüğü gibi;
a. Bu konuda bir hadis söz konusu değildir. Bazı insanların yorumu vardır.
b. Kadı Iyaz gibi büyük hadis aliminin isminin kullanılması meseleyi abartmaya yöneliktir. Zira Kadı Iyaz da böyle bir şey söylememiştir.
c. Nakilciden nakilciye giden bir sistemde en son söylediği iddia edilen Muhtar el-Hanefi’nin Risaletu’n-Nasıriyye adlı kitabının neresinde söylediğine dair bir referans da

verilememiştir. Bir muhaddis değil, bir fıkıh alimi olan bu zatın böyle bir şey söylediğini kabul etsek bile bunun ne değeri vardır ki... Bunun İslam ümmetine çamur atmanın ne

manası var...
d. Aslında sahih bir şekilde gelen habere karşı doğrudan çıkma cesareti gösterilmediği için [Hüsn-ü zan etmiş], bu tür zorlamacı yorumlardan hareketle konu eleştirilmek

istendiği ortadadır.
e. Hz. Peygamberin safları düzeltmelerini isterken “Saflarınızı düzgü tutun; şüphesiz ben arkamda sizi görüyorum” dediği sahih hadisle sabittir. (  bk. Buhari, Ezan, 71-72;

Müslim, Salat, 125(  434); Nesaî, İmamet, 27)
f. Hz. Peygamberin arkasını nasıl gördüğüne dair yapılan yorumlardan bazılarında “omuzları arasında ayrıca gözleri vardı” şeklindeki ifadeler hep tamriz sigası (  değersiz

ifadeler için söz konusu) olan Kiyle=denildi sözcüğü kullanılmıştır. (  bk. Suyutî, şerhu Süneni’n-Nesai; Haşiyetu’s-Sindi, ilgili hadisin şerhi)
h. Ehl-i Sünnet alimlerinin cumhuruna göre, Hz. Peygamberin arkasını görmesi için ayrı bir maddi göze veya görülen nesnelerin gözün karşısında olmasına ihtiyacı yoktur. Allah’ın

bir lütfu olarak manevi kalp gözüyle veya normal gözleriyle de arkasını görebilir ve görmüştür. (  bk. İbn Hacer, Buhari’nin ilgili hadisinin şerhi; Suyutî, a.g.y; Sindi, a.g.y)
Son olarak şunu söylemeliyiz ki; Ehl-i sünnet alimlerinin cumhuruna ait görüşler ortada iken, söyleyeni meçhul bazı marjinal sözleri bahane ederek geçmiş alimleri töhmet altında

bırakacak şekilde bir ifade tarzını benimsemek,“maksat üzümü yemek değil, bağcıyı dövmek” olduğunu akla getirir ki, bundan hepimizin Allah’a sığınması gerekir. (  3)
2. İslamoğlu, Sahiheyn hadislerini tenkite devam ediyor..Bu konu altında da 3 tane Sahiheyn hadisini cerh etmiştir..Eleştirilerine dayanağı "Haberin bizim açımızdan güvenilirlik

kriteri, senedinden önce muhtevasıdır" prensibi olduğunu biliyoruz..Sınırları bulunmayan/bilinmeyen, keyfilik, seçicilik, yenilik arayışı, ıslah arzusu, baş olma zaafı, kural

koyucu olma isteği, heva ve hevesin kendini gösterebildiği bu prensip ile, Kur'an'ın ruh ve muhtevasına uygun bulmadığı hadisleri kabul etmeyeceğini ifade etmektedir..
Hatırlanmalı ki, aynı ilkeyi (  yani Kurana uygunluğu) muhaddisler de uygulamıştır. Bu hadisler elimize aynı süzgeçten geçerek gelmiştir..Kişinin hadis hakkındaki genel kanaati

zayıflık ve red üzerine kurulmuşsa, bu kanaat, objektiflikten ve ilmilikten uzak şekilde tüm değerlendirmelerine yansıyacaktır..Nasıl ki ehl-i hadis, hadise en başta kabul ve

amel açısından bakar , zemmedilmiş manadaki ehl-i rey de hadise mecbur kalmadıkça red niyetiyle bakacaktır..
Eğer kişi aklın karşısında nakle daha az değer veriyor, sünnetin kaynağını vahiy görmüyor, Efendimizin (  s.a.v.) beşeri yönünün yanında harikulade özelliklerinin de olduğunu

kabul etmiyorsa, akla veya Kur'an'a arz prensibi dolaylı yoldan hadis inkarına dönüşecektedir..
Oysa hadis hafızlarının da bile bile Kur'an'ın ruhuna ve muhtevasına aykırı bir hadisi almaları düşünülemez..
Cumhur-u ulema ve ehl-i sünnetin "ruh ve muhteva" anlayışıyla İslamoğlu'nun ki örtüşmüyor..Ya hepsi hatalı ya da "biri".
3. Kadı Iyaz'ın Mücahid'e atfen naklettiği bir yorumda şöyle deniliyordu..
Tenkit :  Yazıda sanki yorumun Mücahid'e nispet edilmesinin tek kaynağı ve sorumlusu olarak Kadı İyaz işaret edilmiş. Hatta "Mücahid'in "makul" çizgisine dayanarak bu yorumun ya

Mücahid'in kastını yanlış anlamadan kaynaklandığını, ya da sonradan üretilip Mücahid'e nispet edildiğini düşünmemiz gerekmektedir" cümlesine bakılırsa bir sonradan uydurma ve

Tabiin'den birine nispet etme durumu var.
İslamoğlu'nun bu çirkin ithamına Suyuti'den şu yanıtı buluyoruz :
El-Humeydî Müsned'inde, îbn-i Münzir Tefsîr'inde ve Beyhakî, Mücâhîd'den naklen demiştir ki :  "Peygamberimiz (  s.a.v.), önünden rahatlıkla gördüğü gibi, arkasından ve saflar

arasından da rahatlıkla görürdü." Mücahid, bu açıklamayı, aşağıdaki ayet-i celile dolayısıyla yapmıştır. Şöyle ki :  "O ki, gece namaza kalktığın zaman seni görüyor. Secde

edenler arasında senin dolaşmanı da görüyor."
4. İslamoğlu :  Eş-Şifa'ya Müzilu'l-Hafa adlı bir zeyl yazan Şumunni'nin verdiği bilgiye göre, ünlü Kuduri'nin sarihi ve el-Kabiyye fi Risaleti'n-Nasıriyye'nin yazarı Muhtar b.

Mahmud el-Hanefi şunu savunuyor :  "Peygamberimiz aleyhisselam'ın iki kürek kemiği arasında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü bulunmaktaydı. O iki gözle oradan arkayı görmekte

ve elbise o gözlerin görmesini engellememekteydi. Kadı Iyaz, Ahmed b. Hanbel ve ulemanın çoğunluğu, bu görüşün gözün görüşüyle aynı olduğunu söylemişlerdir."113
Tenkit :  Yazıdan çıkan sonuç; Efendimizin (  salatın ve selamın en güzeli ona olsun) iki kürek kemiği arasındaki göz (  Allah bu rivayetleri uyduranları ıslah etsin) fikrinin

Kadı Iyaz , Ahmed bin Hanbel ve ulemanın çoğunluğunca paylaşıldığıdır..Aksine, Kadı Iyaz yukarıda eksiksiz alıntıladığımız yazıda bu manayı ihsas ettirecek herhangi bir cümle

kurmamaktadır..Yazıda mevzu bahis edilen husus Efendimizin beşer kabiliyetlerinin üzerindeki görmelerinin soyut olarak bilmek mi yoksa somut olarak göz organıyla görmek mi

olduğu idi :
"Bütün bu haberlerin hepsi onun baş gözü üzerine hamledilmiştir. Bu, Ahmed b. Hanbel ve diğerlerinin sözüdür. Diğer bir kısım ulema da bu ha­berleri baş gözü ile görmek değil

de, bilmek olarak değerlendirmişlerdir. Fakat bu haberlerin açıkça görülen anlamı, onların düşüncelerine uymamak­tadır. Zira Peygamberin o şekilde baş gözü ile görmesi onun için

gerçekleş­mesi kabil olmayan bir olay değildir. Bu durum peygamberlerin özelliklerindendir."
İslamoğlu bu cümleye kaç takla attırdı ki kitabına aldığı şekle muvaffak olabildi? Bir de anlama probleminden müşteki olmasa bari!


------------------

Kadı İyaz, Şifa-i Şerif :
Hz. Peygamberin (  s.a.s) Şahıs Olarak Özellikleri

Resulullah (  s.a.s)'ın aklının ve zekâsının keskinliğine, duyularının kuv­vetine, konuşmasının düzgünlüğüne, hareketlerindeki itidal ve görünümün­deki güzelliğe gelince;

şüphesiz ki o, insanların en akıllısı ve en zekisi idi. Onun, halkın zahirî ve batını işlerini düzenlemedeki genel ve özel siyasetini, şaşırtıcı görünüşü ve eşsiz hayat tarzı

ile beraber ilminin genişliğini düşünen ve şeriatı anlatıp yerleştirmedeki maharetini kavrayan, onun aklının ve zekâ­sının en ileri derecede olduğundan asla şüphe etmez. Bu

durum, anlatıp izah etmeye ihtiyaç göstermeyen bir gerçektir.
Vehb b. Münebbih diyor ki :  “Yetmiş bir kitapta okudum; hepsinde de Peygamberi (  s.a.s) insanların en akıllısı, en parlak görüşlüsü olarak buldum. Bu haberin başka bir

kanaldan gelen rivayetinde de Vehb, o kitapların hepsinde de Allah Teâlâ'nın, dünyanın başlangıcından sonuna kadar gelip geçen bütün in­sanlara verdiği aklın, Peygamberin

aklının yanında dünyadaki kumlar içerisinde bir kum tanesi mesabesinde olduğunu gördüm’ demiştir.
Mücahid diyor ki :  “Resulüllah (  s.a.s), namaza durduğu zaman önünü na­sıl görüyorsa, arka tarafını da öyle görürdü.” "Secde edenler arasında dolaşmanı da görüyor." ( 

Şuara,26/219) anlamındaki ayet de bu manada yorumlanmış­tır.
Muvatta’da rivayet edilen bir hadiste Peygamberimiz, "Şüphesiz ben sizi arkamdan da görürüm" buyurmuştur. Buhari ve Müslim'de de Enes (  r.a.)'ten buna benzer bir hadis-i şerif

rivayet edilmiştir. Aynı hadis Hz. Aişe valide­mizden de rivayet edilmiştir. O hadiste Aişe validemiz ilave olarak diyor ki :  "Bu özellik onun peygamberliğini teyit etmek ve

delillendirmek için Allah'ın ver­diği ziyade bir lütuftur.”
Bazı rivayetlerde de Efendimizin şöyle buyurduğu yer almaktadır :  “Ben ön tarafımdan baktığım gibi arka tarafımdan da bakarım." veya ifade şöyledir :
"Ben önümden gördüğüm gibi arkamdan da görürüm."
Bakıyy bin Mühled, Hz. Peygamberin aydınlıkta gördüğü gibi karanlıkta da aynen gördüğünü Hz. Aişe (  r.a.)'den rivayet etmiştir.36
Resulullah (  s.a.s)'ın, melekleri ve şeytanları gördüğüne dair pek çok sahih ve meşhur haber vardır.
Necaşi (  Habeş Kralı) öldüğünde, cenazesi Peygambere gösterildi ve Peygamber ona cenaze namazı kıldı. Miraç dönüşü Kureyşlilere anlattığı sırada, Mescid-i Aksa gözünün önüne

getirildi. Medine'de Mescid-i Nebiyi yaparken de, Kâbe gözünün önüne getirildi de ona bakarak Mescidin kıble­sini tayin etti.
Resulullah'ın yıldızlar kümesi içerisinden on iki yıldızı gördüğü nakledilmiştir.
Bütün bu haberlerin hepsi onun baş gözü üzerine hamledilmiştir. Bu, Ahmed b. Hanbel ve diğerlerinin sözüdür. Diğer bir kısım ulema da bu ha­berleri baş gözü ile görmek değil de,

bilmek olarak değerlendirmişlerdir. Fakat bu haberlerin açıkça görülen anlamı, onların düşüncelerine uymamak­tadır. Zira Peygamberin o şekilde baş gözü ile görmesi onun için

gerçekleş­mesi kabil olmayan bir olay değildir. Bu durum peygamberlerin özelliklerindendir.
Nitekim Ebu Hureyre (  r.a.)'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah Efendimiz şöyle buyurmuştur :  "Allah (  c.c.), Musa (  a.s.)'ya tecelli edince, ona gece

karanlığında Safa tepesindeki karıncayı on fersah mesafeden gösterirdi."37.
Bu hadise binaen özellikle de Resulullah'ın, Miraç hadisesinde Melekût ve Ceberut âlemine dair Allah'ın şaşırtıcı ayetlerini gördükten sonra, yukarı­da bahsettiğimiz şeyleri

görmesi olmayacak şeyler değildir.
Peygamberin (  s.a.s.), zamanında akranları arasında en kuvvetli kişi olan Rukâne ile güreştiğine dair haberler vardır. Peygamberimiz Rukâne'yi İslama davet etmişti. O da,

‘söylediğinin doğru olduğunu bilseydim sana uyardım,’ demişti. Bunun üzerine Resulullah ona güreşmeyi teklif etti; ‘eğer seni yener­sem söylediğim doğru demektir.’ dedi ve

Cahiliye devrinin bu kuvvetli pehlivanı ile üç defa güreştiler, hepsinde de Resulullah (  s.a.s), onu yere serdi. (  Tirmizi, Hadis no :  1785)
Ebu Hureyre diyor ki :  "Resulullah'tan daha hızlı yürüyen birini görmedim. Sanki yer onun için büzülüyordu. Biz ona yetişeceğiz diye kendimizi bitiril­dik, o hiç aldırmazdı.
Diğer taraftan Resulullah'ın gülmesi tebessüm şeklinde idi. Bir tarafa dö­neceği zaman bütün vücudu ile döner başını sağa sola çevirip göz hırsızlığı yapmazdı. Yürüdüğü zaman,

ayaklarını kuvvetle kaldırıp indirirdi. Ne çalımlı ve kibirli ne de kadın yürüyüşü gibi hafif ve küçük adımlarla giderdi. Yürümesi yokuştan aşağı iniyormuş gibi idi."
36 İmam Suyutî (  r.a.) Menahilü's-Safa'da hadis-i şerifin İmam Beyhaki'nin, Delailü'n- Nübüvvesi'sinde bulunduğunu kaydetmiştir..Ayrıca bu hadisle ilgili olarak Nesimu'r-Riyâz

C.1. s. 463'te malumat vardır..
37 İmam Suyutî (  r.a)’nin Menahilü's-Safa s. 10'da kaydettiğine göre, bu hadis-i şerifi, İmam Taberani Mucemu's Sagir’inde Ebu Hureyre (  r.a.)'den tahric etmiştir. (  1)


Şuara ayetinin tefsirinde Razi, şöyle demektedir :

Teheccüd Namazı Kılanlar
a) Bununla, Hz. Peygamber (  s.a.s)'in gecenin bir yarısında teheccüd namazı için kalkıp, çalışıp çabalayan, din için uğraşan mü'minlerin hallerine muttali olmak için,

araştırmak üzere, onlar arasında (  evleri arasında) dolaşması kastedilmiştir. Nitekim rivayet olunduğuna göre, gece namazının farziyeti neshedilince, sahabe-i kiram'ın taatlere

karşı çok sevgisinden ötürü, Hz. Peygamber (  s.a.s), onların ne yaptıklarını görebilmek için, O gece ashabın evleri arasında dolaştı ve o evleri, onlardan duyduğu zikrullah

seslerinden ötürü, "arı kovanı" gibi buldu. Ayetteki "secde edenler" ifadesi ile namaz kılanlar kastedilmiştir.
Cemaat Halinde Namaz
b) Bunun manası şöyledir :  "Allah seni, insanlarla birlikte cemaat halinde namaz kılmaya kalktığında görür." Hz. Peygamber (  s.a.s)'in secde edenler arasında dolaşması da,

onların imamı olduğu için, kıyamı, rükû'u, secdesi ve oturuşu ile, onlar üzerindeki tasarrufu manasınadır.

Müslümanlar
c) Bu, "sen, dini işleri yerine getirme ve bu hususta yetme hususunda, ne zaman kalkar ve secde edenlerle dönüp dolaşır, çabalarsan, bu halin Allah'a gizli değildir" demektir.

Namazda Hz. Peygamber (  s.a.s)'in Arkayı Görmesi
d) Bununla, Hz. Peygamber (  s.a.s)'in, arkasında namaz kılanlara gözünün takılması kastedilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (  s.a.s) "Rükunuzu ve secdeniz tam yapın. Allah'a yemin

ederim ki, şüphesiz sizi, arkamda iken de görürüm' buyurmuştur.
Daha sonra Cenâb-ı Hak "Çünkü hakkıyla işiten, hakkıyla bilen O'dur" buyurmuştur. Bu, "O, senin söylediklerini hakkıyla duyan, niyet edip yaptıklarını hakkıyla bilendir" demek

olup, Cenâb-ı Hakk'ın semî olmasını, duymak suretiyle bildiği şeylerden başka bir şey olduğuna delalet eder. Aksi halde, "alim" lafzı, zaten bu manayı ifade etmektedir... [

Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları :  17/387]
*
(  1) Kadı İyaz , Şifa-i Şerif, Akçağ Yayınları, s. 58-59
(  2) Mustafa İslamoğlu , Üç Muhammed ,Düşün Yayıncılık, s. 96.
(  3) https://www.sorularlaislamiyet.com/m/ind...oku=210331

-----------------
Kuranda "Rae" yani görmek filinin gecdigi ayetler

/BAKARA-91 :  Ve izâ kîle lehum âminû bi mâ enzelallâhu kâlû nu’minu bi mâ unzile aleynâ ve yekfurûne bi mâ verâehu ve huvel hakku musaddikan limâ meahum kul fe lime taktulûne

enbiyâallâhi min kablu in kuntum mu’minîn(  mu’minîne).
Ve onlara :  “Allah’ın indirdiğine îmân edin.” denildiği zaman :  “Biz, bize indirilene îmân ederiz.” dediler. Ve, onun arkasındakini (  ondan sonra geleni) inkâr ederler. Ve, o

haktır ve onların yanındakini tasdik edicidir. De ki :  “Eğer siz, mü’minler iseniz bundan önce niye Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”
2/BAKARA-101 :  Ve lemmâ câehum resûlun min indillâhi musaddikun limâ meahum nebeze ferîkun minellezîne ûtûl kitâb(  kitâbe), kitâballâhi verâe zuhûrihim ke ennehum lâ ya’lemûn(

ya’lemûne).
Ve onlara Allah’ın katından yanlarındaki (  Kitab’ı) tasdik eden (  doğrulayan) bir resûl geldiği zaman, kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın

Kitab’ını arkalarına attılar.
2/BAKARA-167 :  Ve kâlellezînettebeû lev enne lenâ kerraten fe neteberrae minhum kemâ teberraû minnâ kezâlike yurîhimullâhu a’mâlehum haserâtin aleyhim ve mâ hum bi hâricîne

minen nâr(  nâri).
Ve o (  Allah’tan başkasına) tâbî olanlar dedi ki :  “Keşke bizim için (  dünyaya) bir kere daha dönüş olsaydı. O zaman bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan

uzaklaşırdık.” Böylece Allah, onlara amellerinin hasara uğradığını (  hüsrana düştüklerini) gösterecek. Ve onlar ateşten çıkacak da değiller.
2/BAKARA-271 :  İn tubdûs sadakâti fe niimmâ hiy(  hiye), ve in tuhfûhâ ve tu’tûhâl fukarâe fe huve hayrun lekum ve yukeffiru ankum min seyyiâtikum vallâhu bi mâ ta’melûne

habîr(  habîrun).
Eğer sadakaları açıkça verirseniz, işte o (  davranışınız) ne güzel! Ve eğer o (  sadakaları) gizleyerek fakirlere verirseniz artık o sizin için daha da hayırlıdır. (  Böylece

Allah), günahlarınızdan (  bir kısmını) örter (  bağışlar). Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
2/BAKARA-282 :  Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ tedâyentum bi deynin ilâ ecelin musemmen fektubûh(  fektubûhu), velyektub beynekum kâtibun bil adl(  adli), ve lâ ye’be kâtibun en

yektube kemâ allemehullâhu felyektub, velyumlilillezî aleyhil hakku velyettekıllâhe rabbehû ve lâ yebhas minhu şey’â(  şey’en), fe in kânellezî aleyhil hakku sefîhan ev daîfen

ev lâ yestatîu en yumille huve felyumlil veliyyuhu bil adl(  adli), vesteşhidû şehîdeyni min ricâlikum, fe in lem yekûnâ raculeyni fe raculun vemraetâni mimmen terdavne mineş

şuhedâi en tedılle ıhdâhumâ fe tuzekkire ıhdâhumâl uhrâ ve lâ ye’beş şuhedâu izâ mâ duû, ve lâ tes’emû en tektubûhu sagîran ev kebîran ilâ ecelih(  ecelihî), zâlikum aksatu

indallâhi ve akvemu liş şehâdeti ve ednâ ellâ tertâbû illâ en tekûne ticâreten hâdıraten tudîrûnehâ beynekum fe leyse aleykum cunâhun ellâ tektubûhâ ve eşhidû izâ tebâya’tum, ve

lâ yudârra kâtibun ve lâ şehîd(  şehîdun), ve in tef’alû fe innehu fusûkun bikum, vettekûllâh(  vettekûllâhe), ve yuallimukumullâh(  yuallimukumullâhu), vallâhu bi kulli şey’in

alîm(  alîmun).
Ey âmenû olanlar! Birbirinize belirli bir süreye kadar borç verdiğiniz zaman onu yazın (  senet yapın). Aranızda bir kâtip onu adaletle yazsın. Ve kâtip, Allah'ın kendisine

öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, aynı şekilde yazsın. Üzerinde hak bulunan (  borçlu) da yazdırsın. Ve Rabbi olan Allah'a karşı takva sahibi olsun (  ve emirlerinden

sakınsın) ve ondan bir şey eksiltmesin. Fakat, eğer üzerinde hak olan (  borçlu) olan kişi, sefih (  aklı ermeyen) veya zayıf (  küçük, güçsüz) ise veya kendisi onu (  söyleyip)

yazdıramayacak bir durumda ise o taktirde velîsi onu adaletle yazdırsın. Ve erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. Fakat eğer iki erkek bulunamıyorsa, o zaman şahitlerden razı

olacağınız bir erkek ve iki kadını (  şahit) tutun ki, ikisinden biri unutursa o taktirde, diğeri ona hatırlatır. Şahitler çağrıldıkları zaman (  şahitlikten) kaçınmasınlar.

Borç büyük olsun, küçük olsun vadesine kadar onu yazmaktan usanmayın. İşte bu, Allah'ın katında en adil ve şahitlik için en sağlam, şüphe etmemeniz için en yakın olandır. Ancak

aranızda devretmeye hazır olan peşin bir ticaret (  alım-satım) ise o zaman bunu yazmamanızdan dolayı sizin üzerinize bir günah yoktur. Alım-satım yaptığınız zaman da şahit

tutun. Kâtibe (  yazıcıya) ve şahitlere bir zarar verilmesin. Eğer bunu yaparsanız (  bir zarar verirseniz), bundan sonra o mutlaka sizin için bir fısk olur. Allah'a karşı takva

sahibi olun. Allah size öğretiyor. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
3/ÂLİ İMRÂN-35 :  İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(  alîmu).
İmrân'ın eşi (  Hanne) :  "Rabbim ben, karnımda olanı (  doğacak çocuğumu), hür olarak senin için (  yalnız sana itaat ve ibadet etsin diye) nezrettim (  adadım). Artık (  onu)

benden kabul buyur. Muhakkak ki Sen Semi'sin (  en iyi işitensin), Alîm'sin (  en iyi bilensin)." demişti.
3/ÂLİ İMRÂN-40 :  Kâle rabbi ennâ yekûnu lî gulâmun ve kad beleganiyel kiberu vemraetî âkir(  âkirun), kâle kezâlikellâhu yef’alu mâ yeşâ’(  yeşâu).
(  Zekeriyâ A.S)  :  "Rabbim benim oğlum nasıl olur, bana ihtiyarlık erişmişken. Ve benim kadınım da kısırdır.” dedi. (  Allah da ) :  "İşte böyle, Allah dilediğini yapar."

buyurdu.
3/ÂLİ İMRÂN-143 :  Ve lekad kuntum temennevnel mevte min kabli en telkavhu, fe kad raeytumûhu ve entum tenzurûn(  tenzurûne).
Ve andolsun ki siz, ölümü (  şehit olmayı), onunla karşılaşmadan (  yüzyüze gelmeden) önce, temenni ediyordunuz. İşte şimdi onu görmüş oldunuz. Ve (  oysa) siz (  şehit olarak

ölmeyi) bekliyordunuz.
3/ÂLİ İMRÂN-187 :  Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûneh(  tektumûnehu), fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen

kalîlâ(  kalîlen), fe bi’se mâ yeşterûn(  yeşterûne).
Ve Allah, kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz." diye, misâk almıştı. Fakat onu (  misâkı), arkalarına attılar (  sözlerini

tutmadılar) Ve onu az bir değere sattılar. Oysa yaptıkları alışveriş ne kötü.
4/NİSÂ-12 :  Ve lekum nısfu mâ terake ezvâcukum in lem yekun lehunne veled(  veledun), fe in kâne lehunne veledun fe lekumur rubuu mimmâ terakne min ba’di vasıyyetin yûsîne bihâ

ev deyn(  deynin). Ve lehunner rubuu mimmâ teraktum in lem yekun lekum veled(  veledun), fe in kâne lekum veledun fe lehunnes sumunu mimmâ teraktum min ba’di vasıyyetin tûsûne

bihâ ev deyn(  deynin). Ve in kâne raculun yûrasu kelâleten ev imraetun ve lehû ahun ev uhtun fe li kulli vâhidin min humâs sudus(  sudusu), fe in kânû eksera min zâlike fe hum

şurakâu fîs sulusi min ba’di vasiyyetin yûsâ bihâ ev deynin gayra mudârr(  mudârrin), vasıyyeten minallâh(  minallâhi). Vallâhu alîmun halîm(  halîmun).
Ve eğer eşlerinizin (  kadınlarınızın) çocukları yoksa, onların bıraktıklarının yarısı sizindir. Fakat eğer onların (  kadınların) çocukları varsa o zaman dörtte biri sizindir.

(  Bunlar) yapılan vasiyet veya (  üzerindeki) borç ödendikten sonradır. Ve eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (  kadınlarındır), fakat eğer

çocuğunuz varsa o taktirde bıraktığınızın sekizde biri onlarındır (  kadınlarındır). Bu da yaptığınız vasiyet veya borç (  ödendikten) sonradır. Ve eğer miras bırakan erkek veya

kadının evlâdı ve ana-babası olmayıp, erkek veya kızkardeşi varsa, bu taktirde ikisinden herbiri için altıda biridir. Fakat eğer bundan daha fazla iseler, o zaman onlar üçte

bire ortaktırlar. Bunlar (  kimseyi ) darlığa düşürmeden yapılan vasiyet ve de borç ödendikten sonradır. (  İşte bunlar), (  size) Allah tarafından vasiyettir. Ve Allah

Alîm'dir, Halîm'dir.
4/NİSÂ-24 :  Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâballâhi aleykum, ve uhille lekum mâ varâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayra musâfihîn( 

musâfihîne). Fe mâstemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne farîdah(  farîdaten). Ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil farîdah(  farîdati). İnnallâhe kâne

alîmen hakîmâ(  hakîmen).
Ve evli kadınlarla evlenmeniz (  haram kılınmıştır), elinizin altında bulunan (  harp esirleri) cariyeler müstesna. (  İşte bunlar) Allah'ın size yazdıklarıdır (  farz kıldığı

hükümlerdir). Ve bunların dışında olanlar, iffetli olmak ve zina yapmamak şartıyla mallarınızla istemeniz (  mehirlerini verip almanız) size helâl kılındı. Artık onlardan

faydalanmak isterseniz o taktirde farz olan mehirlerini onlara verin. Ve bu farzdan sonra, razı olduğunuz konuda onunla anlaşmanızda sizin üzerinize bir günah yoktur. Muhakkak

ki Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-61 :  Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve ilâr resûli raeytel munâfıkîne yesuddûne anke sudûdâ(  sudûden).
Ve onlara :  "Allah'ın indirdiğine (  Kur'ân'a) ve Resûl'e gelin." denildiği zaman, münafıkların senden yüz çevirerek ayrıldıklarını görürsün.
4/NİSÂ-128 :  Ve in imraetun hâfet min ba’lihâ nuşûzen ev ı’râdan fe lâ cunâha aleyhimâ en yuslıhâ beynehumâ sulhâ(  sulhan). Ves sulhu hayr(  hayrun). Ve uhdıratil enfusuş

şuhh(  şuhha). Ve in tuhsinû ve tettekû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(  habîran).
Ve şâyet bir kadın kocasının ilgisizliğinden veya ondan yüz çevirmesinden korkarsa, artık ikisinin arasında sulh (  anlaşma) yapılarak ıslah edilmesinde (  uzlaşmasında) onların

ikisine de bir günah yoktur ve sulh (  anlaşma) daha hayırlıdır. Nefsler cimriliğe (  kıskançlığa ve hırsa) hazır kılınmıştır (  meyilli yaratılmıştır). Ve eğer ihsanla davranır

ve takva sahibi olursanız, o taktirde, muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
6/EN'ÂM-40 :  Kul e raeytekum in etâkum azâbullâhi ev etetkumus sâatu e gayrallâhi ted’ûn(  ted’ûne), in kuntum sâdıkîn(  sâdıkîne).
(  Ya Muhammed müşriklere) de ki :  “Siz kendinizi gördünüz mü? (  halinizi gördünüz mü, aczinizi anladınız mı? Allah’ın âyetlerini inkâr edenler karanlıkta kalmış sağır ve

dilsizlerdir.) Eğer Allah’ın azabı size gelse veya o saat (  kıyâmet vakti) size gelse, eğer siz sadıksanız (  doğru sözlü iseniz), Allah’tan başkasına mı dua edersiniz?”
6/EN'ÂM-46 :  Kul e raeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârakum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bihî, unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn ( 

yasdifûne).
(  Ya Muhammed müşriklere) de ki :  “Gördünüz mü? (  aczinizi anladınız mı?) Şâyet Allah sizin işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese,

Allah’tan başka hangi ilâh onları size (  geri) getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar yüz çeviriyorlar.
6/EN'ÂM-47 :  Kul e raeytekum in etâkum azâbullâhi bagteten ev cehreten hel yuhleku illâl kavmuz zâlimûn(  zâlimûne).
(  Ya Muhammed müşriklere) de ki :  “Siz (  herbiriniz) kendinizi gördünüz mü? (  halinizi, acizliğinizi anladınız mı?) Eğer Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelse, zalimler

kavminden başkası mı helâk edilir?”
6/EN'ÂM-68 :  Ve izâ raeytellezîne yahûdûne fî âyâtinâ fe a’rıd anhum hattâ yahûdû fî hadîsin gayrihî, ve immâ yunsiyennekeş şeytânu fe lâ tak’ud ba’dez zikrâ meal kavmiz

zâlimîn(  zâlimîne).
Âyetlerimiz hakkında (  alaylı) konuşmaya dalanları gördüğün zaman, ondan başka bir söze geçinceye kadar artık onlardan yüz çevir. Ama şeytan sana unutturursa, hatırladıktan

sonra artık o zalimler topluluğuyla beraber oturma.
6/EN'ÂM-77 :  Fe lemmâ rael kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le ekûnenne minel kavmid dâllîn(  dâllîne).
Ay’ı doğarken görünce :  “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca :  “Eğer Rabbim beni hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi.
6/EN'ÂM-78 :  Fe lemmâ raeş şemse bâzigaten kâle hâzâ rabbî, hâzâ ekber(  ekberu), fe lemmâ efelet kâle yâ kavmî innî berîun mimmâ tuşrikûn(  tuşrikûne).
Güneşi doğarken görünce :  “Bu benim Rabbim, bu daha büyük.” dedi. Fakat kaybolup gidince :  “Ey kavmim ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” dedi.
6/EN'ÂM-94 :  Ve lekad ci’timûnâ furâdâ kemâ halaknâkum evvele merratin ve teraktum mâ havvelnâkum verâe zuhûrikum, ve mâ nerâ meakum şufeâekumullezîne zeamtum ennehum fîkum

şurakâu, lekad tekattaa beynekum ve dalle ankum mâ kuntum tez’umûn(  tez’umûne).
Ve andolsun ki; sizi ilk defa yarattığımız gibi Bize tek tek (  tek başına) geldiniz ve size ne verdiysek (  neyin sahibi yaptıysak, ne lütfettiysek) arkanızda bıraktınız ( 

terkettiniz). Sizinle ortak olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Andolsun, sizinle aranızdaki bağları koparılmış, haklarında zanda bulunmuş

olduğunuz şeyler, sizden uzaklaşıp gitmiştir.
6/EN'ÂM-138 :  Ve kâlû hâzihi en’âmun ve harsun hicrun lâ yat’amuhâ illâ men neşâu bi za’mihim ve en’âmun hurrimet zuhûruhâ ve en’âmun lâ yezkurûnesmallâhi aleyhâftirâen aleyhi,

se yeczîhim bimâ kânû yefterûn(  yefterûne).
Onlar, kendi zanları ile :  “Bizim dilediğimiz kimseler hariç bu hayvanlar ve ekinler haramdır, onları yemeyin!” dediler. (  Bir kısım) hayvanların sırtı(  na binmek) haram

kılındı. Ve bir kısım hayvanların da (  onlara iftira ederek), üzerlerine Allah’ın ismini anmıyorlar (  onları besmele ile kesmiyorlar). (  Allah) iftira etmiş olduklarından

dolayı onları yakında cezalandıracak.
6/EN'ÂM-140 :  Kad hasirallezîne katelû evlâdehum sefehan bi gayri ilmin ve harramû mâ razakahumullâhuftirâen alâllâh(  alâllâhi), kad dallû ve mâ kânû muhtedîn(  muhtedîne).
Ve bir ilmi olmaksızın akılsızca (  aptalca) evlâdını öldürenler hüsrana uğramışlardır. Ve Allah’a iftira ederek, Allah’ın onları rızıklandırdığı şey(  ler)i haram kılan

kimseler, dalâlette kalmışlardır ve hidayete ermiş değillerdir.
7/A'RÂF-149 :  Ve lemmâ sukıta fî eydîhim ve raev ennehum kad dallû, kâlû le in lem yerhamnâ rabbunâ ve yağfir lenâ le nekûnenne minel hâsirîn(  hâsirîne).
Ve ellerinin arasına düşürülünce (  akılları başlarına gelince pişman oldular) dalâlete düşmüş olduklarını gördüler :  “Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi mağfiret

etmezse, mutlaka biz hüsrana düşenlerden oluruz.” dediler.
8/ENFÂL-48 :  Ve iz zeyyene lehumuş şeytânu a'mâlehum ve kâle lâ gâlibe lekumul yevme minen nâsi ve innî cârun lekum, fe lemmâ terâetil fietâni nekesa alâ akibeyhi ve kâle innî

berîun minkum innî erâ mâ lâ terevne innî ehâfullâh (  ehâfullâhe), vallâhu şedîdul ıkâb(  ıkâbi).
Ve şeytan, onlara amellerini süslemişti. Ve şöyle dedi :  “Bugün insanlardan size gâlip olacak yoktur. Ve muhakkak ki ben, size müttefikim (  yardımcıyım).” Fakat iki toplum, ( 

birbirini) görünce iki topuğu üzerinde arkasına dönüp kaçtı ve “Ben, sizden uzağım. Gerçekten ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Muhakkak ki ben, Allah’tan korkarım.”

dedi. Ve Allah, ikabı (  azabı) şiddetli olandır.
9/TEVBE-1 :  Berâetun minallâhi ve resûlihî ilâllezîne âhedtum minel muşrikîn (  muşrikîne).
Müşriklerden, ahd aldığınız kimselere Allah’tan ve O’nun Resûl'ünden bir beraattir (  bir ihtardır).
10/YÛNUS-21 :  Ve izâ ezaknân nâse rahmeten min ba'di darrâe messethum izâ lehum mekrun fî âyâtinâ, kulillâhu esrau mekrâ(  mekren), inne rusulenâ yektubûne mâ temkurûn( 

temkurûne).
Ve onlara bir sıkıntı, bir darlık isabet etmesinden sonra, insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onların âyetlerimiz hakkında tuzakları olduğu zaman (  alay ettikleri ve

yalanladıkları zaman) de ki :  “Allah, tuzak kurmakta daha hızlıdır.” Muhakkak ki elçilerimiz kurduğunuz şey(  ler)i (  ne kuruyorsanız) yazıyorlar.
10/YÛNUS-50 :  Kul e raeytum in etâkum azâbuhu beyâten ev nehâren mâzâ yesta'cilu minhul mucrimûn(  mucrimûne).
De ki :  “O’nun azabı şâyet gece veya gündüz size gelse (  ne olur) düşündünüz mü (  gördünüz mü)? Mücrimlerin (  suçluların) O’ndan acele istediği nedir?”
10/YÛNUS-54 :  Ve lev enne li kulli nefsin zalemet mâ fîl ardı leftedet bihi, ve eserrûn nedâmete lemmâ raevul azâb(  azâbe), ve kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlemûn( 

yuzlemûne).
Muhakkak ki; zulmeden her nefs, yeryüzünde ne varsa onun olsa, azabı gördüğü zaman pişmanlığını gizler ve mutlaka onu (  onların hepsini) feda ederdi (  verirdi). Ve onların

arasında adaletle hükmedilmiştir. Ve onlara zulmedilmez.
10/YÛNUS-59 :  Kul e raeytum mâ enzelallâhu lekum min rızkın fe cealtum minhu harâmen ve halâlen, kul allâhu ezine lekum em alâllâhi tefterûn(  tefterûne).
De ki :  “Allah’ın sizin için rızık olarak indirdiği şeyleri gördünüz mü? Sonra da onlardan (  bir kısmını) haram ve (  bir kısmını) helâl kıldınız.” De ki :  “Allah size izin

mi verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”
11/HÛD-10 :  Ve le in ezaknâhu na'mâe ba'de darrâe messethu le yekûlenne zehebes seyyiâtu annî, innehu le ferihun fahûr(  fahûrun).
Ve eğer ona darlık isabet ettikten sonra, ona ni’met tattırırsak, mutlaka :  “Kötülükler benden gitti.” der. Muhakkak ki o, şımarık bir övünen (  böbürlenen)dir.
11/HÛD-28 :  Kâle yâ kavmi e raeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî rahmeten min indihî fe ummiyet aleykum, e nulzimukumûhâ ve entum lehâ kârihûn(  kârihûne).
Dedi ki :  “Ey kavmim! Sizin reyiniz (  görüşünüz) bu mu? Eğer ben, Rabbimden bir beyyine üzerinde isem ve bana Kendi katından bir rahmet verdi ise ve artık o, size gizli

tutulduysa ve siz onu kerih görüyorken, sizi ona mecbur mu edelim (  zorlayalım mı)?”
11/HÛD-63 :  Kâle yâ kavmi e raeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî minhu rahmeten fe men yansurunî minallâhi in asaytuhu fe mâ tezîdûnenî gayra tahsîr(  tahsîrin).
Salih (  a.s) şöyle dedi :  “Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden bir delil üzerinde isem ve bana Kendinden bir rahmet vermiş ise de görüşünüz (  bu) mu? Şâyet ben, O’na asi olursam

Allah’a karşı kim bana yardım eder? O taktirde benim hayırdan uzaklaşmamı artırmanızdan başka bir şey olmaz.”
11/HÛD-71 :  Vemraetuhu kâimetun fe dahıket fe beşşernâhâ bi ishâka ve min verâi ishâka ya'kûb(  ya'kûbe).
Ve ayakta duran hanımı, bunun üzerine gülümsedi. O zaman onu, İshak ile ve İshak’ın arkasından Yâkub ile müjdeledik.
11/HÛD-81 :  Kâlû ya lûtu innâ rusulu rabbike len yasilû ileyke fe esri bi ehlike bi kıt'ın minel leyli ve lâ yeltefit minkum ehadun illâmraeteke, innehu musîbuhâ mâ esâbehum,

inne mev’ıdehumus subhu, e leyses subhu bi karîb(  karîbin).
(  Resûller şöyle) dediler :  “Ey Lut! Muhakkak ki biz, senin Rabbinin resûlleriyiz (  elçileriyiz). Onlar sana asla ulaşamazlar. Hemen gecenin bir kısmında hanımın hariç, ailen

ile gece çık, yürü. Sizin içinizden biriniz (  hiç kimse) geri dönmesin (  dönüp bakmasın). Çünkü; onlara isabet eden şey, ona da isabet edecek. Muhakkak ki onlara vaadedilen

vakit, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil mi?”
11/HÛD-88 :  Kâle yâ kavmi e raeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve razakanî minhu rızkan hasenâ(  hasenen), ve mâ urîdu en uhâlifekum ilâ mâ enhâkum anhu, in urîdu illâl

ıslâha mâsteta’tu, ve mâ tevfîkî illâ billâh(  billâhi), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîb(  unîbu).
(  Şuayb şöyle ) dedi :  “Eğer ben, Rabbimden bir delil üzerinde isem ve beni kendinden güzel bir rızıkla rızıklandırdı ise de görüşünüz (  bu) mu? Sizi ondan men ettiğim şeyde

size muhalefet etmek istemiyorum. Sadece gücümün yettiği kadar ıslâh etmek istiyorum. Benim başarım ancak Allah iledir. Ben, O’na tevekkül ettim ve O’na yöneldim.”
11/HÛD-92 :  Kâle yâ kavmi e rahtî eazzu aleykum minallâhi, vettehaztumûhu verâekum zıhriyyâ(  zıhriyyen), inne rabbî bi mâ ta’melûne muhît(  muhîtun).
Ey kavmim! Benim rahtım (  arkadaşlarım), sizin yanınızda Allah’tan daha mı üstün? Ve O’nu (  Allah’ı) unutarak arkanıza attınız (  önem vermediniz). Muhakkak ki benim Rabbim,

yaptıklarınızı ihata eder (  ilmi ile kuşatır).
12/YÛSUF-4 :  İz kâle yûsufu li ebîhi yâ ebeti innî raeytu ehade aşera kevkeben veş şemse vel kamere raeytuhum lî sâcidîn(  sâcidîne).
Yusuf (  A.S), babasına şöyle demişti :  “Babacığım, gerçekten ben on bir yıldız, güneş ve ay gördüm. Onları bana secde eder (  vaziyette, durumda) gördüm.”
12/YÛSUF-21 :  Ve kâlellezîşterâhu min mısra limraetihî ekrimî mesvâhu asâ en yenfeanâ ev nettehizehu veledâ(  veleden), ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ardı ve li nuallimehu

min te’vîlil ehâdîs(  ehâdîsi), vallâhu gâlibun alâ emrihî ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemun(  ya’lemune).
Mısır’da onu satın alan kişi, hanımına şöyle dedi :  “Onun yerleşeceği yeri, özenle hazırla (  ona karşı kerim ol). Belki bize faydası olur veya (  belki de) onu evlât

ediniriz.” Ve işte böylece ona hadîslerin (  olayların, sözlerin) tevîlini (  yorumunu) öğretelim diye Yusuf’u yeryüzünde yerleştirdik. Ve Allah, emrinde gâlip olandır. Ve lâkin

insanların çoğu bilmezler.
12/YÛSUF-30 :  Ve kâle nisvetun fîl medînetimraetul azîzi turâvidu fetâhâ an nefsihî, kad şegafehâ hubbâ(  hubben), innâ le nerâhâ fî dalâlin mubîn(  mubînin).
Şehirdeki kadınlar :  “Azîzin (  vezirin) hanımı, onun (  emrinde) olan (  kölesi) genç delikanlıyı elde etmek istiyor. Aşk onun kalbine işlemiş. Biz, gerçekten onu apaçık bir

sapıklıkta görüyoruz.” dedi(  ler).
12/YÛSUF-31 :  Fe lemmâ semiat bi mekrihinne erselet ileyhinne ve a’tedet lehunne muttekeen ve âtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen ve kâletihruc aleyhinn(  aleyhinne), fe

lemmâ raeynehû ekbernehu ve katta’ne eydiyehunne ve kulne hâşe lillâhi mâ hâzâ beşerâ(  beşeren),in hâzâ illâ melekun kerîm(  kerîmun).
(  Kadınların) onu çekiştirdiklerini işittiği zaman, onlara (  davetçi) gönderdi. Ve onlara karşılıklı oturacak yer hazırladı. Onlardan herbirine (  meyve soymaları için) bir

bıçak verdi. Ve (  Yusuf’a) :  “Onlara (  kadınlara), çık!” dedi. Böylece onu gördükleri zaman ona hayran kaldılar ve ellerini kestiler. Ve :  “Hâşâ! Allah için, bu bir beşer

değil, ancak kerim (  bir) melektir.” dediler.
12/YÛSUF-35 :  Summe bedâlehum min ba’di mâ raevul âyâti le yescununnehu hattâ hîn(  hînin).
Daha sonra delilleri gördükten sonra, belli bir süreye kadar onu mutlaka zindana atmaları, onlara uygun göründü.
12/YÛSUF-51 :  Kâle mâ hatbukunne iz râvedtunne yûsufe an nefsihî, kulne hâşe lillâhi mâ alimnâ aleyhi min sûin, kâletimraetul azîzil âne hashasal hakku ene râvedtuhu an nefsihî

ve innehu le mines sâdikîn(  sâdikîne).
(  Melik) :  “Yusuf’u elde etmek istediğiniz zaman konuştuğunuz konu neydi?” dedi. Onlar (  kadınlar) şöyle dediler :  “Hâşâ, Allah için ondan bir kötülük görmedik.” Azîzin

karısı da :  “Şimdi hak (  gizli iken) ortaya çıktı. Ben, onun nefsinden murat almak istedim. Muhakkak ki; o sadıklardandır.” dedi.
15/HİCR-60 :  İllâmraetehu kaddernâ innehâ le minel gâbirîn(  gâbirîne).
Onun hanımı (  kadını) hariç. Çünkü onun mutlaka geride kalanlardan (  helâk olacaklardan) olmasını takdir ettik.
16/NAHL-13 :  Ve mâ zerae lekum fîl ardı muhtelifen elvânuhu, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yezzekkerûn(  yezzekkerûne).
Yeryüzünde sizin için ne yaratıp çoğalttıysa hepsinin renkleri çeşit çeşittir (  muhteliftir). Muhakkak ki bunda, zikreden (  tezekkür eden) bir kavim için elbette âyet ( 

delil) vardır.
16/NAHL-85 :  Ve izâ raellezîne zalemûl azâbe fe lâ yuhaffefu anhum ve lâ hum yunzarûn(  yunzarûne).
(  Cehennemden ayrılmalarına izin verilmeyen) zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan (  azap) hafifletilmez. Ve onlara, nazar edilmez (  yüzüne bakılmaz).
16/NAHL-86 :  Ve izâ raellezîne eşrakû şurakâehum kâlû rabbenâ hâulâi şurakâunâllezîne kunnâ ned’û min dûnike, fe elkav ileyhimul kavle innekum le kâzibûn(  kâzibûne).
(  Allah’a) şirk (  ortak) koşanlar, şirk (  ortak) koştukları şeyleri (  putları) gördükleri zaman :  “Rabbimiz! İşte bunlar, senden başka dua etmiş olduğumuz ortaklarımız.”

dediler. O zaman onlar da (  putlar da) :  “Muhakkak ki siz, gerçekten yalan söyleyenlersiniz.” diye onlara söz attılar (  söylediler).
17/İSRÂ-62 :  Kâle e raeyteke hâzâllezî kerremte aleyye, le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(  kalîlen).
(  İblis) dedi ki :  “Senin görüşüne göre, benim üzerime (  benden daha) mükerrem (  ikram edilmiş, şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (  kadar) tehir

edersen (  ertelersen), onun zürriyetinden (  neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana (  kendime) tâbî kılacağım.”
17/İSRÂ-106 :  Ve kur’ânen faraknâhu li takraehu alân nâsi alâ muksin ve nezzelnâhu tenzîlâ(  tenzîlen).
Ve Kur’ân-ı Kerim; onu kısımlara (  sure sure ve âyet âyet) ayırdık. İnsanlara, onu muksin olarak (  uzun sürede) okuman için tenzîlen (  kısımlara ayırıp, uzun sürede

okunabilecek şekilde), bir indirişle indirdik.
18/KEHF-22 :  Se yekûlûne selâsetun râbiuhum kelbuhum, ve yekûlûne hamsetun sâdisuhum kelbuhum racmen bil gaybi, ve yekûlûne seb'atun ve sâminuhum kelbuhum, kul rabbî a'lemu bi

ıddetihim mâ ya'lemuhum illâ kalîl, fe lâ tumâri fîhim illâ mirâen zâhirâ(  zâhiren), ve lâ testefti fîhim minhum ehâdâ(  ehâden).
Ve gaybı taşlayarak (  bilmeden tahminde bulunarak) diyecekler ki :  “(  Onların sayısı) üçtür, dördüncü onların köpeğidir.” “Beştir, altıncı onların köpeğidir.” diyecekler. Ve

“Yedidir, sekizinci onların köpeğidir.” diyecekler. De ki :  “Onların adedini en iyi Allah bilir. Pek azı hariç, onlar bilmezler.” Onlar hakkında, zahir olandan (  bilinenden)

başka tartışma (  mücâdele etme)! Onlar hakkında, onlardan birisine soru sorma (  açıklama isteme)!
18/KEHF-53 :  Ve rael mucrimûnen nâre fe zannû ennehum muvâkıûhâ ve lem yecidû anhâ masrifâ(  masrifen).
Ve mücrimler, ateşi (  cehennemi) gördü. O zaman içine düşeceklerini zannettiler (  idrak ettiler). Ve ondan uzaklaşacak (  kaçacak) bir yer bulamadılar.
18/KEHF-63 :  Kâle e raeyte iz eveynâ ilâs sahrati fe innî nesîtul hût(  hûte), ve mâ ensânîhu illâş şeytânu en ezkurehu, vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ(  aceben).
(  Genç şöyle) dedi :  “Gördün mü kayaya sığındığımız zaman ben gerçekten balığı unuttum. Onu hatırlamamı, bana şeytandan başkası unutturmadı. Ve o (  balık), acayip bir şekilde

denizin içine doğru kendi yolunu tuttu.”
18/KEHF-79 :  Emmâs sefînetu fe kânet li mesâkîne ya’melûne fîl bahri fe eradtu en eîbehâ ve kâne verâehum melikun ye’huzu kulle sefînetin gasbâ(  gasben).
Lâkin gemi, denizde çalışan fakirlerindi. Onu kusurlu yapmak istedim. Onların arkasında, bütün gemileri gasbederek (  zorla) alan bir melik (  kral) vardı.
19/MERYEM-5 :  Ve innî hıftul mevâliye min verâî ve kânetimraetî âkıran fe heb lî min ledunke veliyyâ(  veliyyen).
Ve gerçekten ben, arkamdan (  benden sonra) vali olanlar (  benim soyumdan gelenler benim gibi davranmazlar diye) korktum. Ve benim kadınım (  artık) akir oldu. Bu sebeple bana,

Senin katından bir velî (  dost, yardımcı, evlât) bağışla.
19/MERYEM-8 :  Kâle rabbî ennâ yekûnu lî gulâmun ve kânetimraetî âkıran ve kad belagtu minel kiberi ıtiyyâ(  ıtiyyen).
(  Zekeriya (  A.S) şöyle) dedi :  “Rabbim, benim nasıl bir oğlum olabilir? Ve benim kadınım (  artık) akir (  kısır) oldu. Ben (  de) yaşlanarak ihtiyarlığa ulaştım.”
19/MERYEM-28 :  Yâ uhte hârûne mâ kâne ebûkimrae sev’in ve mâ kânet ummuki bagıyyâ(  begıyyan).
Ey Harun’un (  kız)kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi. Ve senin annen de azgın (  iffetsiz) değildi.
19/MERYEM-75 :  Kul men kâne fîd dalâleti felyemdud lehur rahmânu meddâ(  medden), hattâ izâ raev mâ yûadûne immâl azâbe ve immâs sâate, fe se ya’lemûne men huve şerrun mekânen

ve ad’afu cundâ(  cunden).
De ki :  “Kim dalâlett





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)