Thread Rating:
  • 0 Vote(s) - 0 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Açilmadan Yakilan Bir Mektup
#1
Oku-1 


AÇILMADAN YAKILAN BİR MEKTUP

Nasılsınız dendiği vakit, ezberden söyleyiverdiğimiz iyilik ifadelerini bir kenara bırakalım ve bir an durup düşünelim; birisi bize bu soruyu sorduğunda nasıl olduğumuzu tespit için aklımıza ilk olarak neler geliyor?

İyi olmanın bizdeki mikyası, miyarı, mihengi nedir?

“Sağlığım iyiyse iyiyim”, “borçlarımı ödersem iyi olacağım”, “finaller güzel geçerse benden iyisi yok”, “o arabayı bir alsam dünya yansa gam değil”, “perişanız üç puan gitti bu hafta da”, “memleket böyleyken ben nasıl olayım”, “şehid çocuğunun yüzünü görmeseydim iyiydi...”

Böylece uzayıp gider bu liste.

Bu soruya verdiğimiz cevaplar bizim aslında kim ve ne olduğumuzun da cevabı değil midir?

Kalbimizin bir tablosu yapılacak olsa, varlığıyla bizi iyi, yokluğuyla kötü eden şeyler, kullanılacak yegâne renk, şekil ve fırça darbeleri olmayacak mıydı?

Peki, ahirete ve hesap gününe iman eden bir kimsenin, iyi olup olmama ölçüsünü, dünya ve içindekilerle tespit etmesi sizce de biraz tuhaf, hatta anlamsız değil mi?

“Hanginizin en güzel ameli yapacağını imtihan için, ölümü ve hayatı yaratan O'dur” diyen bir Rabb'e iman eden insan, dünyaya iyi olmak için değil, iyi işler yapmak için gelmiştir. Bu onun, aynı zamanda iyi olmasına mâni değil bilakis tam bir sebeptir.

Bugün yaptığı işlerin iyi olup olmadığının bir bir hesabını vereceği bir günün geleceğini, hakiki bir imanla bilen insan, o günün sahibinin kendisine nasıl muamele edeceğini bilmeden bu gün 'iyiyim' diyemez.

Âriflerden bir zat, nasılsınız diye sorulunca, daha belli değil, dermiş, sıratı geçince belli olacak.

Ah bir anlasak...

İşlerimiz iyiyse, bugün iyi olduğumuzu zannediyoruz, oysa bugün iyi işler yaparsak 'o gün' iyi olacağız.

Peki o gün iyilerden olup olmayacağımızı, Dîvân-ı Hakk'ta bize nasıl muamele edileceğini bugünden bilmek mümkün müdür?

***

Bu soru, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi'nce yapılan 'Kültürümüzde Adâb-ı Muaşeret' sempozyumunda Prof. Dr. Uğur Derman Hoca'nın anlattığı bir hadiseyi okurken 'Er yarın Hakk dîvânında belli olur' ilâhisi eşliğinde düşüverdi kalbime.

“Son devrin büyük üstadlarından Tuğrakeş Hakkı Bey. Osmanlı Devleti'nin son tuğrakeşi. 1946 yılında vefat etti. Onun son derece mütevâzı, kısa zamanda yetişmiş bir talebesi var, ismini vermeyeceğim. Ne sebeple olduğunu bilemiyoruz, Hakkı Bey'i bir ziyaretinde bu talebesi çok ağır bir konuşma yapmış ve ne geçtiyse aralarında kapıyı vurup gitmiş.

Üç beş gün sonra Hakkı Bey'e bir mektup gelmiş. Mektuba bakmış, bu falancanın yazısı diye tanımış yazıyı, herhalde son konuşmamızdan sonra bana iyi şeyler yazacak değil, ben bunu açmayayım, açarsam belki hasbe'l beşer kötü bir şey söylerim diye düşünmüş. Kızlarını çağırıp onlara da anlatmış hadiseyi, kalmış öylece mektup. Vefatından sonra kızları, babamız bunu açmadıydı, bizim de açmamamız daha doğru olur deyip açmadan yakmışlar mektubu...”

***

Mektubu bir hışımla açıp, bir de talebem olacak, yaptığı edepsizliğe bak densizin deyip, yırtıp atabilir bir kenara, yapmıyor.

Kızlarını çağırıp, kapıyı çarpıp giden o rezil herif bir de mektup yazmış, okuyun da bakın nelerle uğraşıyorum diyebilir, demiyor.

Oturup kendi haklılığından dem vuran hakaretlerle dolu bir cevap mektubu yazabilir, yazmıyor.

Sahi, neden yapmıyor bunların hiç birisini?

Okunmamış mektuptan bir ayna yapıp kalbinize tutun ve bu soruların cevabını kendi içinizden okuyun lütfen. Aynaların pusunu almak isteyenler masallardaki karıncaları ezmemek için nalinlerine çıngırak takıp gezen adamdan yardım da alabilirler.

Benim aklımda başka bir soru var: Tuğrakeş Hakkı Bey o mektubu açıp okumadı tamam ama neden yırtıp atmadı yâhut yakmadı?

Kıyamamıştır.

Bir insana kızmaya sebep olacak endişesiyle onun yazdığı mektubu açıp okutmayan gönül, o mektubu da yaktırtmaz insana.

Yananın sadece bir kâğıt parçası değil, o mektubu yazan talebe ile hüsn-i hat meşk ederken geçen bütün güzel vakitler olacağını bilir, yakamaz.

Yanacak olan sadece talebesinin muhtemel edepsizliği değil, bir hocanın vefâ ve zarâfetidir, hisseder, yakamaz.

Haksızların mektubu açacağını, haklıların açıp bir de cevap yazacağını, hak olanlarınsa susup sadece yanacağını bilir; kendisi yanar, yetmez bir de talebesine yanar, o mektubu yakamaz!

...

Aklımıza, dilimize, kalbimize başkalarını ezmek için görünmez balyozlar takıp gezdiğimiz zamanlarda bu yakamayışı ve bu yanışı anlamak zor, bilirim.

Bir şey gelmez elimden, hâlimize yanarım.


“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” gelir kalbime.

Mekkeli bir fetih gününde yeni yavrulamış bir köpek, Bistam-Hemedan yolunda heybeye tutunmuş bir karınca, çocukların elinden kurtarılıp gökyüzüne salıverilmiş bir kuş gelir kalbime.

İçtiği sudan bastığı toprağa, aldığı nefesten kokladığı çiçeğe kadar her zaman ve mekânda 'aman incinmesin' diyen gönül sahipleri gelir kalbime.

Yanarım.

Dîvân-ı Hakk'ta sana nasıl muamele edileceğini bilmek istiyorsan, bugün O'nun (c.c) yarattıklarına nasıl muamele ettiğine bir bakıver, diye bir söz düşer kalbime, yanarım.

Bırakın ben yanayım, yakamadığım her mektupla, sezemediğim her mânâyla, olamadığım her bir anla, biraz daha yanayım.

Boş verin beni de, deyin hele,

Siz nasılsınız?

TEFEKKÜR DÎVÂNI

İnsan bazen anlatmaya çalıştığı şeyi aslında kendisinin de anlamadığını yazdığı kelimelerden değil, taşıdığı kalpten bilir ve anlar.

İşte bütün bir yazı boyunca anla-t-maya çalıştığım meselenin Âşık Paşa'nın muazzam şiirinden seçilmiş iki dörtlükle izâhı:

“Bana ağu sunan kişi

Şehd ü şeker olsun işi

Kolay gele müşkil işi

Eli erer olsun ona


Acı dirliğim isteyen

Tatlı dirilsin dünyada

Kim ölümüm ister ise

Bin yıl ömür olsun ona”

ÖZLÜ SÖZLÜK

Haklıya mükâfat olarak haklılığının, haksıza ceza olarak haksızlığının yettiğini bilerek haklı-haksız keşmekeşinden kurtulup Hakk derdine düşen insana Dîvân-ı Hakk'ta 'er' denir.

BİRİ VE DİĞERİ

-Biri Hakk'ın peşine düşer, diğeri hakkının

-Biri Hakk benim der; diğeri benim hakkım

Birine kısaca hakperest denir, diğerine sadece 'adam haklı'

ANLAYAMAM

Bir mektubu, incinmemek ve incitmemek adına hiç açmadan dünyadan göçen Hakkı Bey merhumu dua ile anlarım da; yazı biterken bile ona Fatihâ'dan bir mektupla cevap göndermeyen okuru rica ile anlayamam.

Serdar Tuncer
yenisafak





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)