Thread Rating:
  • 1 Vote(s) - 5 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Rabıtanın Kurandan Sünnetten ve Bilimsel Delilleri
#1
Dini-1 
   

Rabıtanın Kurandan Deililleri - Rabıtanın Sünnttten Deililleri- Rabıtanın Bilimsel Delilleri

RABITANIN KURAN’DAN DELİLLERİ

*-  Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
  “Ey iman edenler! Allah(-u Teala)dan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe Suresi 119)

Bu ayeti kerimede mü’minlere hitap edildiği açıktır. Bu da göstermektedir ki “Sıdk” sıfatı, imandan daha hususi (özel) bir manaya sahiptir. Çünkü iman edenlere “sadıklarla” beraber olunması emredilmiştir.
  Yani sıdk mertebesinde bulunan herkes mü’mindir, ancak her mü’min sıdk mertebesinde değildir

  Bu ayette emir buyrulan “beraberlik” iki şekilde olur:

1- CİSMANİ BERABERLİK: Bu türlü beraberlik, sadıkların meclisine bizzat devam ederek, onlardan ilim, fazilet ve feyz almakla olur.
  Kişi sadıklarla beraber olmak için, onların meclislerine devam eder, söylediklerini dinler, hal ve tavırlarını örnek alır.

  Bundan dolayıdır ki Ashab-ı kiram (Rıdvanullahi aleyhim ecmain) Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in etrafında pervane olur, sürekli onunla beraber bulunmaya gayret ederlerdi.
  Uzak beldelerde bulunanlar da fırsat buldukça ve yol emniyetini temin ettikçe, her taraftan Alemlerin Efendisi’ni ziyarete gelirlerdi.

2- RUHANİ BERABERLİK
  Eğer kişi, ayeti kerimede “Sadıklarla beraber olun” emri olduğu halde sadıklardan cismani olarak ayrı bulunuyorsa ne yapacaktır?

  İşte bu durumda da onların gidişatlarına uyacak, yaptıklarını yapıp, yapmadıklarını terk edecek, onların hal, tavır, davranış ve sözlerini onların gıyabında hayalinde canlandıracak ve onların hali ile hâllenecektir.

  Ehlulalh’ın meclisinde bizzat bulunmak, kişiye fayda sağladığı gibi, gıyaben şahıslarını ve hallerini düşünmek de fayda verir.
  Çünkü bir kişi hayalinde, dimağında (beyninde) ve kalbinde neyi tasavvur ederse, fiillerinde de o tezahür eder (açığa çıkar) k,, rabıta da bundan ibarettir.

  İsmail Hakkı Bursevi (Kuddise Sirrahu) “Sadıklarla beraber olunuz” ayetinin tfsirinde şöyle demiştir:
  “Bu ayeti kerimede bahsi geçen sadıklardan murad; kamil mürşidlerdir. Bir salik onların kapılarında ciddiyetle hizmet eder, muhabbetiyle nazarlarına kabul olunursa, onların feyz ve bereketiyle masivayı terk etmeye, Allah’u Teala yolunda istikamet üzere bulunmaya rahatlıkla muvaffak olur ve huzur-u hakk’a kavuşur.”

  Müfessir Alusi (Rahimehullah) ise, yukarıdaki ayetin tefsirinde: “Sadık ve Salihlere karışınız (onlarla iç içe olunuz) ki; onlar gibi olasınız. Çünkü herkes, yakın olduğu kimseye uyar” demiştir.

  Bu ayet-i Kerime’yi Ubeydullah Ahrar Hazretleri de rabıtaya delil olarak zikretmiştir.

*-  Diğer bir ayeti celilede de Mevla Teâlâ:
  “Kullarımın içine gir, cennetime gir.” Buyuruyor. (Fecr Suresi 29-30)

  Bu ayeti celilenin açık beyanından da anlaşılacağı üzere; dünyada, Allah’u Teâlâ’ya mahsus olan özel kulların arasına girmek, ahirette cennetlere girmeğe vesiledir.

  Tabi ki, dünyada devamlı o dostlar arasında bedenen bulunmak mümkün değilse de, rabıtadan ibaret olan manevi beraberlik, ehli için müyesserdir.

  Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirrahu) “Ruhul beyan tefsirinden naklen şöyle yazmıştır: “Bu ayeti celile, Süleyman Aleyhisselam’ın: “Beni rahmetinle Salih kullarının içerisine girdir.” (neml Suresi 19’dan) duasını beyan eden ayet-i kerime gibidir.

  Hususi kullar zümresine girmek, saadet-i ruhaniye (ruhun mutluluğu) onlarla beraber cennet ve derecelerine kavuşmak ise, cismani (bedenle alakalı) saadettir.

  Nitekim Mevla Teâlâ: “Kullarımın arasına gir, Cennetime gir” buyuruyor.

  Necmüddin-i Kübra (Kuddise Sirrahu) Hazretleri, “Te’vilat-ı Necmiyye” isimli eserinde, bu ayet-i kerimenin te’vilini yaparken:
  “Benim (zatım)la ve sıfatlarımla baki olan (tarikattan sonra hakikate kavuşarak manevi diriliği bulmuş) kullarımın içine gir.
  Zatını (kendini) ve enaniyetini (benliğini) yok ettiğin için, Zat’ımın cennetine gir” diye mana vermiştir.

DOSTLARININ YOLUNA UYMAK
*-Cenab-I hak şöyle buyuruyor:
  “Bana yönelenin yoluna uy..” (Lokman Suresi 15)

  Bazı müfessirler bu ayet-i kerime hakkında şunları söylemişlerdi: “Burada geçen ‘Enabe” kelimesinin anlamı “Meyletmek ve bir şeye rücu’ etmek” demektir.
  “Bu iname (Allah’u Teala’ya yönelmek) peygamberlerin ve Salihlerin yoludur.” (İbni Atıyye, el-Muharraru’l veciz, 4/349; Kurtubi, El-Cami’u’li ahkami’l Kur’an, 14/45)

  İsmail Hakkı Bursevi (Kuddise Sirrahu) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle demiştir:
  Bu ayette, kâfir ve fasıklarla sohbetten sakındırma ve Salihlerle (beraberliğe) teşvik vardır. Çünkü kişilerin bir araya gelmesi, birbirini etkilemeyi gerektirir. Tabiatlar cezp edici, hastalıklar geçici ve sirayet edicidir.
  Bundan dolayı Semure ibn-i Cündeb (Radıyallahu Anh) den rivayet edilen bir hadislerinde, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
  “Müşrikle bir çatı altında oturmayınız ve onlarla bir arada durmayınız. Kim onlarla oturur veya beraber bulunursa, o da onlar gibidir.” Buyurmuştur. (Tirmizi, Siyer:42, No:1605, 4/156)

  Yani: “Müşriklerle bir yerde oturmayınız, aynı mecliste toplanmayınız ki, beraberlikten dolayı onların kötü ahlakı size sirayet etmesin ve çirkin halleri size bulaşmasın.”

  Alusi (Rahimehullah) ise şöyle demiştir:
  “Bu ayetle kamil (manen olgun) insanlara uyup, nakıslardan yüz çevirmeye ve kamil olanları, nakıs (eksik) olanları kemale erdirmesine işaret edilmiştir.

  Bütün bu ifadeler, Allah’u Teala’ya inabe etmiş (yönelmiş) velilerin yolu olan: “zikir”, “rabıta” ve “Murakabe” gibi vazifelere tabi olmanın faziletlerini açıklamak, buna mukabil nefislerinin arzularına uyarak bu büyüklerin yollarını inkara kalkışanların, kendilerinden de, fikirlerinden de uzak durulmasının önemini beyan hususunda, ne kadar net ve tesirli manalar ihtiva etmektedir.

RİBAT EMRİ
*- “Ey iman edenler! Sabredin (düşmanlarınızla) sabır yarışı edin (onlara galip gelin, sınırlarda) nöbet bekleşin ve Allah(u Teala’ya muhalefete kalkışmak)tan sakının ki, felaha (kurtuluşa)a eresiniz.” (Al-i İmran suresi 200)

  Bu ayeti celilede yer alan (Rabidu) emr-i celilinin masdarları olan “Ribat” ve “Murabata” tabirleri; “Sınırda düşmanı gözetlemek”, “Nöbet tutmak”, “Verilen emrin eksiksiz yerine getirilmesi” anlamlarını ifade eder.

  Beden ile nefsin irtibatını sağlaması ve “Halk alemi” ile “Emir alemi”ni bünyesinde barındırması dolayısıyla kalbe de “Ribat” denmiştir.

  Zira “Nazargahı ilahi” kabul edilen ve “Masiva” (Allah’u Teala’dan gayrısı)nın girmemesi için her şeyden önce gözetlenmesi gereken yer hiç şüphesiz ki kalptir.

  Kur’an-ı Kerim’de (Rabidu) şeklinde geçen ve emir ifade eden “Ribat” ve “Murabata” tabirlerinin; yalnızca maddi ve dış düşmanlara karşı değil:” ve “kötülüğü emredici” karakteri ile tanımlanan nefs ve şeytan düşmanına karşı da vaziyet almayı, bunların aldatıcı hilelerine karşı kalbi gözetlemeyi” amir bulunduğu ve başından beri bu ayet-i kerimenin, iki manayı da aynı anda hedef aldığı, hemen hemen çoğu müfessirlerce söz konusu edilmiştir.

  Unutulmamalıdır ki; hem fertlerin hem de toplumların hayatında sıcak savaşlar geçici, soğuk savaşlarsa sürekli ve daimidir.
  Sıcak savaşlarda dış, soğuk savaşlarda ise iç düşmanın dikkatle gözetlenmesi gerektiği açık bir husustur.
  Zamanın icap ve ihtiyaçlarına göre bunların tercih edilip değerlendirilebileceği söylenebilir. Bu sebeple ayeti kerimeyi:
  “İslam düşmanlarına karşı hazır olmak, teyakkuzda bulunmak (uyanık davranmak)” manasında anlamak yanında, bizleri Allah’u Teala’nın dininden uzaklaştırmak için mücadele vermek manasında anlamalıyız.
  Kaldı ki müfessirler bu terimlerin tasavvufi anlamlarını gösterirken İslami delillere istinad ettirmeyi de ihmal etmemişlerdir.

  Mesela Rağıb el-İsfahani (Rahimehullah) “Ribat” ve “Murabata” nın ikili anlamına işaret ederken:
  Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilen: “Zorluklara rağmen abdest almak, mescidlere çok adım atmak ve bir namazın ardından diğer namazı beklemek, işte ribat budur” (Müslim, taharet 14, no 251, 1/219; Tirmizi, Nesai, Muvatta, Ahmed-el müsned) hadisi şerifine dikkat çekmiştir.

  Ardında Kur’an-ı Kerim’de, “Rabt” kökünden türetilmiş kelimeleri ihtiva eden ayetleri sıraladıktan sonra:
  “O (Allah’u Teala) mü’minlerin kalplerine sekineti (iç huzuru, manevi kuvvet ve sabrı) indirendir” (Fetih Suresi 4’den) ayetinde hereketle, bu ayetlerdeki “Rabt”ın:
  “kalp sekineti (kalbin huzur bulup yatışması ve sukunete ermesi)” manasına delalet ettiğini söylemiştir. (Rağıb el-İsfahani, Müfredat-ü elfazı’l-Kur’an, sh:338-339)

  Dolayısıyla kelimenin gerek lügat anlamı gerekse İslam alimlerinin yukarıda işaret ettiğimiz fikirleri, “Ribat” ve “Murabata”nın sadece sufilerce değil, diğer alimlerce de tasavvufi bir muhtevaya sahip olduğunu gösteriyor.

  Bu kelimelerden türetilerek vücud bulan müesseselerin, hem askeri ve idari, hem de dini ve tasavvufi sahalarda hizmet veren kuruluşlar olarak faaliyette bulunduğu tesbit edilmiştir. (Sühreverdi, Avarifü’l-mearif 103, 133)

  Her halükarde ribat emrinin zahiri manası, düşmana karşı nübet tutma anlamında olduğuna göre, İbn-i Abbas, Ebu Zerr ve CVabir (Radıyallahu anhuma)’dan rivayet edilen:
  “Senin en büyük düşmanın, iki yanının arasında olan nefsindir.” (Beyhaki, ez-zühd, No:345, sh:190; Deylemi, Müsnedül Firdevs No: 5248, 3/408 )

  Cihadın en üstünü, kişinin Allah’u Teala uğrunda nefsi ve arzusuyla cihat etmesidir.” (İbn-i Neccar, Deylemi, Ali el-Müttaki, kenz’ul- Ummal, No: 11262, 11265, 4/439-431)

  İşte rabıtanın önemi burada çok daha iyi anlaşılmaktadır. Rabıta yapan bir insan devamlı Allah ‘u Teala’nın nurunu ve rızasını talep ettiğinden nefsine ve şeytana karşı nöbet yerini terketmemekte, teyakkuz halinde beklemektedir.

YARATIKLARI DÜŞÜNMEK
  Mevla Teala bir ayeti kerimesinde:
“(O akıl sahipleri) öyle kimselerdir ki, ayakta otururken ve ynları üzere (yaslanmış) oldukları halde Allah (u Teala’y) ı zikrederler ve göklerle yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler.” (Al-i İmran 191 den)

  Gökler, yerler ve içindekiler hakkında tefekkürde bulunmak övülen bir amel olduğuna göre yaratıklar içerisinde en kıymetli varlık olan inan-ı kamil hakkındaki rabıta ve tefekkür niçin zemmolsun.

  Müfessirlerin İmamı Fahruddin-i Razi (Rahimehullah) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
  “Allah’u Teala kendini zikretmeye teşvik etti. Fakat iş tefekküre gelince, Zatı hakkında düşünmeye teşvik ve davet etmedi. Aksine yerlerin ve göklerin tefekkür edilmesini teşvik etti.

  Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
“Mahlukatı (yaratıkları) tefekkür ediniz, Halik’ı (Yaratıcıyı) tefekkür etmeyiniz.” (Ali el-Muttaki, Kenzu’l Ummal, No:5706, 3/106) sözü de bu aynı manadadır.

  Bunun sebebi şudur:
  Biz, yaratılan varlıkları düşünerek, onun yaratıcısı hakkında bir bilgiye sahip olabiliriz. Varlıkları düşünmek ve onlardaki İlahi sanat ve tecelliyi görmek mümkündür, fakat Zat-ı Bari’yi düşünmek mümkün değildir.” (Fahruddin-i Razi, Mefatihu’l Ğayb, 9/111)

  Bir ayeti celilede ise:
  “(Habibim!) De ki, göklerde ve yerde neler olduğuna bakın!” (Yunus 101’den) buyrulmaktadır.

  Görüldüğü üzere bu ayeti celilede, göklerde ve yerlerde bulunanlara bakılması emredilmiştir. Bu bakıştan maksat, varlıkların Allah’u Teala’nın varlığına, birliğine, kudretine delalet yönlerini düşünmek üzere bakmaktır.

  Yerde bulunan yaratıklar içerisinde, Allah’u Teala’yı en iyi tanıtacak mahluk ise insandır. Çünkü insanda, Allah’u Teala’nın sıfatlarının suretleri bulunmaktadır. Fakat her insan, görüldüğünde ve hatırlandığında Allah’u Teala’yı hatırlatmaz.
  “Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.” (Nesai, es- Sünenü’l Kübrai Tefsir:180, No:11235, 6/362; Taberi, Cami’ul Beyan, No: 17723, 24, 25, 26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadir’ul-usül, sh: 140; Haysemi, Mecma’uz-zevahid,10/78 )

  Dolayısıyla görülmeleri Allah’u Teala’yı akla getiren velileri mümkün oldukça gözle görmek, bu mümkün olmadığında ise onları, Allah’u Teala’yı hatırlattıkları için hayal etmek ve onlara rabıta yapmak da bu ayeti celiledeki emrolunan nazara (yaratıklara bakmaya) dahildir.


RABITANIN SÜNNETTN DELİLLERİ


Sahabe-i Kiram rabıta yapmış mıydı? Diyenlere sadece ve sadece Ebubekir-i Sıddik (Radıyallahu anh)’ın şu hadisesini anlatmak bile kafidir.

  Şöyle ki: O, ruhaniyet hasebiyle Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den hiç ayrılmadığından, hatta kaza-i hacet için bile Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den hali (boş) bir yer bulamadığından dolayı Peygamberimiz’den çok utanırdı.
  Bu durumu Efendimiz’e şikayet ettiğinde, peygamber efendimiz O’na ruhsat vermişti. (Abedst bozarken dahi gayri ihtiyari bir şekilde Resulüllah’ı hatırlamasında bir sakınca olmadığını beyan etmiştir) (Risale-i Halidyye Tercümesi, Mütercim, Şerif Ahmed İbn-i Ali, sh: 11-12, Esad Sahıbzade, Nurul Hidayeti ve’l irfan, sh: 30; Yusuf Şevki, Hediyetü’zakirin, sh 23)

  Bakınız, Hazreti Ebubekir Radıyallahu anh Hazretlerinin haline. Resulüllah Efendimiz’i düşünmekten bir an bile boş kalamıyor. Nerde olursa olursun onu düşünüyor. Neden? Çünkü Peygamber efendimiz, Allah’u Teala’nın nurunu ona ulaştıran bir vesile. Yoksa cennet ile müjdelenen ve peygamberler hariç bütün insanların imanı ile tartıldığı zaman imanı ağır gelen bir insan neden direk Allah’ı düşünmesin?

  Ey cahiller! Bu büyük sahabeyi de şirk ile mi suçlayacaksınız?

  SEVBAN (RADIYALLAHU ANH)
  Resulüllah efendimizin azatlısı Sevban (Radıyallahu nah) Resulüllah’a karşı çok muhabbetli olup, O’nsuz hiç durmazdı. Bir gün rengi değişmiş ve yüzünde üzüntü eseri olduğu halde Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in huzuruna geldiğinde, Resulüllah (Sallallah Aleyhi ve Sellem) ona:
  “Senin rengini ne değiştirdi” diye sordu. O da:
  “Ya Resulallah! Bende hiçbir hastalık ve ağrı yok. Ancak seni görmediğim zaman, tekrar sana kavuşuncaya kadar çok sıkıntı çekiyorum.
  Sonra ahireti düşündüğümde seni hiç göremeyeceğimden korkuyorum. Çünkü sen Peygamberlerin makamına yükseleceksin, ben ise cennete girsem de, senin makamından daha aşağı bir mertebede olacağım. Cennete giremezsem, o vakit seni ebediyen göremeyeceğim” diye cevap verince:
  “Her kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, işte onlar, Allah’u Teâlâ’nın kendilerine in’am ettiği peygamberler, sıddiklar, şehitler ve Salihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştırlar.” (Nisa suresi 69) ayet-i celilesi nazil oldu. (Begavi, Me’alimü’t-Tenzil: 1/450; Ebu ishak es-Sa’lebi, El-Keşfü ve’l beyan, 3/341; Kurtubi, el-Cami’u li ahkami’l Kur’an; 57175, Vahidi, esbabü’n-nüzul, No:334, sh: 168; Ebu Hayyan, el-bahru’l Muhit, 37286)

  İşte sahabe-i Kiramın sevgisi ve rabıtası. Peygamberimizi göremedikleri zaman onu düşünmekten ve O’ndan ayrı düşmekten renkleri solan sahabe efendilerimiz.

  Haydi, ey cahiller! Bu sahabeyi’de “Neden Allah’tan korkusuna sararmıyor da Peygamberi görmediği için sararıyor” diye şirk ile suçlayın!

  SENİ HATIRLADIĞIM ZAMAN…
  Said ibn-i Mansur ve ibn-i Münzir (Rahimehullah) Şa’bi (Radıyallahu anh)den şöyle rivayet etmişlerdir:

  Ensar-ı Kiramdan bir zat, efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:
  “Ya Resulallah! Vallahi elbette sen bana canımdan, oğlumdan, ailemden ve malımdan daha sevgilisin.
  Eğer ben evimde iken seni hatırladığımda gelip seni görmezsem, o kadar darlanıyorum ki, ruhumun bedenimden çıkacağını zannediyorum.” Dedi ve ağlamaya başladı. (Said ibn-i Mansur, es-Sünen, No:661, 4/1 308; Taberani, ibn-i Merdüye, Ebu Nuaym, Ziya-i makdisi, Suyuti, ed-Dürrül Mensur 2/588 )

  Gördüğünüz gibi sahabe-i Kiram Resulüllah’ı düşünmeden bir an bile geçiremiyordu ve Peygamber Efendimizde onları kendisini düşünmekten men etmiyordu. Dolayısıyla rabıtanın bir bid’at olduğunu söylemek kadar art niyet olamaz.

O PEYGAMBERDİR FARKLIDIR!
  Sahabe Efendilerimizin rabıtasının ne kadar şiddetli olduğunu görüyorsunuz. İnkârcılara sahabe-i Kiramdan da örnek verdiğimiz zaman inkâr yolları kapandığı için bu sefer: “Ama o Peygamberdir” diyerek yeni bir çıkış yolu aramaya kalkarlar. Onlara da şöyle cevap veririz:

  Peygamber Efendimiz Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayetle şöyle buyuruyor:
  “Beş şey ibadettendir; az yemek, camilerde oturmak, Ka’beye bakmak, Okumadan da olsa mushafa bakmak, Âlimin yüzüne bakmak” (Deylemi, Müsnedü’l Firdevs, 2/190 no:2969; Suyuti, nebhani, el-Fehu’l Kebir, No:6097, 1/566)

  Yine başka bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
  “Beş şey ibadettendir; Ka’beye bakmak, anne-babaya bakmak, Zemzeme bakmak ki o, günahları sildirir, bir de âlimin yüzüne bakmak” (Ali el- Muttaki, kenzu’l Ummal, No.43494, 15/880, Münavi, Feyzül Kadir, No:3971, 31613)

  Yine Abdullah ibni Mes’ud (Radıyallahu anh)den gelen bir hadis-i şerifte Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)ı işaret ederek:
  “Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir” buyurmuştur. (Hâkim, El-Müstedrek, No: 4683, 82,81, 3/153; Taberani, el-Mu’cemü’l Kebir, No:207, 18/109; Deylemi, el-Firdevs, 4/294; Bu Nuaym, Hılyetü’l-Evliya, 2/183, 5/58 )

  Efendimizin “Ali’nin yüzüne bakmak sevaptır” ve “Âlimin yüzüne bakmak sevaptır” hadis-i şerifleri bize gösteriyor ki, suretlere bakılması ve düşünülmesi peygamberlere has olan bir özellik olmayıp, ilmi ile amel eden âlimlerin yüzüne bakmak da sevaptır.

  Ve Efendimizin beyanına göre âlimlerin yüzüne bakmak sevap ise onları Allah için sevmek ve düşünmekte de hiçbir mahzur yoktur.

  İmam-ı Münavi bu âlimlerden maksadın Şeriat ilmini bilen ve bildiği ile amel eden âlimler olduğunu bildirmiştir.

  Herallî (Rahimehullah şöyle demiştir) “Âlimin yüzüne bakan kimse, onu görmekle Allah’u Teâlâ’ya yaklaşmaya niyet etmelidir.” (Feyzu’l Kadir 3/613)

BAKMAK VE RABITA
  Şimdi diyeceksiniz ki bakmak ve düşünmek ile Allah’u Teâlâ’ya yaklaşmakta nasıl bir bağlantı olur? Said İbni Cübeyr (Radıyalahu Anh)Den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulüllah efendimiz şöyle buyuruyor:
  “Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.” (Nesai, es- Sünenü’l Kübrai Tefsir:180, No:11235, 6/362; Taberi, Cami’ul Beyan, No: 17723, 24, 25, 26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadir’ul-usül, sh: 140; Haysemi, Mecma’uz-zevahid,10/78 )

  Bu hadis-i şerifte, görüldükleri zaman Allah’ı hatırlatan insanlardan bahsedilmektedir. Dolayısıyla Allah’ı hatırlamaya vesile, araç, sebep olmaktadırlar. Gördüğümüz zaman Allah’ı hatırlıyor isek düşündüğümüz zaman da hatırlamamız mümkün olacaktır.

  Bakınız, inkârcılar “Allah yerine koydukları mürşidi düşünüyorlar” diyerek bizim şeyhe taptığımızı ve dolayısıyla şirke düştüğümüzü ileri sürüyorlar. Hâlbuki Peygamber Efendimiz onların görüldüğü zaman Allah’ı hatırlattığını buyurmuş ve Allah’ı hatırlamak için onların yüzüne bakılmasının önünü açmıştır.

  Yani “neden Allah’ı hatırlamak için evliyayı aracı yapalım” diyenlere “Allah’ı hatırlamak için aracı koymak şirktir” diyenlere böylelikle peygamberimiz cevap vermiş oluyor. Tabi bu iddiaları ortaya atanlar cahilliklerini ortaya koymuş oluyorlar.

  Ey cahiller! Peygamberi de mi şirk ile suçlayacaksınız!…

  İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “En hayırlı meclis arkadaşlarımız kimlerdir” diye soranlara:
  “Kimi görmek size Allah’ı hatırlatıyor, kimin konuşması sizin ilmini artırıyor, kimin de ameli size ahireti hatırlatıyorsa.” Buyurdu. (Askalani, Heysemi, Mecma’üz-zevaid, 10/226; Ebu Y’al, el-Müsned, no: 2437, 4/326; Ahmed İbni Hanbel, el-Müsned, No:27670, 27672, 10/442, 443; hakim-i Tirmizi, Nevaridiru’l-usul, sh:140)

  Zaten görülen Allah dostunun, Allah’ı hatırlatması onun beyaz sakalı sakalı veya sarığından değil, ruhaniyetinin kemalatındandır. Asıl mesele ruhaniyettir. Dolayısıyla görülünce Allah’ı hatarlatan bir şeyin, düşünüldüğünde hatırlatmaması imkansızdır.

  Mesela şehevi şeyleri düşünmek insanın şehvet duygularını harekete geçirir. Hatta ilmihallerde şehvetin temas ile mi, düşünerek mi oluştuğu bile konu olmaktadır. Dolayısıyla düşünmek, hatırında canlandırmak kadar etkili bir hareket yoktur.

  Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere onları bizzat gördüğümüzde Allah’u Teala’yı hatırlamamız ne kadar normal,  meşru ve olması gereken bir davranış ise, onları bizzat göremediğimiz zamanlarda, onların suretlerini hayal edip düşünmemiz de neticede bize Allah’u Teala’yı hatırlatacağı için, rabıtayı kul ile Allah arasında perde değil de, tam tersine kulu Allah’u Teala’ya götüren bir vasıta olarak görmemiz icap eder.

DAHA İYİ ANLAMAK İÇİN MİSAL VERELİM
  Mesela ben, Efendi Hazretleri’ni gördüğüm zaman bana Allah’u Teâlâ’yı hatırlatıyor. Aklıma Allah korkusu, akabinde günahlarım ve eksiklerim geliyor. Bu davranış yukardaki hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere meşrudur. O halde ben, Allah’u Teala’yı hatırlamak için Efendi Hazretlerinin suretini gözümün önüne getirebilir miyim? Getirebilirim çünkü bakmak ve düşünmek arasında fark yoktur. Hatta düşünmek bazen bakmaktan daha tesirlidir.

RABITA KELİMESİ
  Bütün bu delillerin arasına sıkışıp kalan inkarcılar çıkacak yol bulamayan bu sefer “rabıta” kelimesine takılırlar. Sahabelerin “rabıta” gibi ifadelerinin olmadığını ileri sürerler. Burada önemli olan isim değil manadır.

  Yukarıda da gördüğünüz gibi sahabe-i kiram bizim rabıta dediğimiz olayı yaşamakta ve aşırı düşkünlüklerini beyan etmektedirler.

  Ancak buradaki önemli husus sahabe-i Kiram, tabiin ve onların etba’ında bulunan kalbi ve hubbi rabıta, tekellüfe (hiçbir zorlamaya) muhtaç olmaksızın kendilerinde hâsıl oluyordu. Bu nedenle buna bir isim vermeleri de gerekmiyordu. Sonra zaman uzayıp kalpler bulanınca ve muhabbet azalınca, meşayıh, bu sevgi irtibatını açıkça müridlerine tenbih etme ve muayyen bir vakit koyma zaruretini hissetiler ki böylece onlar, mürşidlerinden feyiz alabilmeleri için kalplerini zorla da olsa toplamaya muvaffak olabilsinler. Daha sonra bu sevgiye “bağlayıcı” anlamına gelen “rabıta” adını verdiler.

  Böylelikle sünnette hadis-i şerifler ile sabit olan bu fiil, tasavvuf erbabında eğitim metodu olarak rabıta ismi ile yer aldı.

  Dolayısıyla “rabıta” kelimesinin sonradan verilmiş bir isim olması, “Allahı hatırlatan” bu yöntemin bid’at olduğu anlamına gelmez.

RUHLARIN BİRBİRİYLE BULUŞMASI
  Aişe (Radıyallahu anha9 annemizden rivayete göre, Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
  “Ruhlar toplu (halde gezen) ordulardır. Onlardan (ezelde, Allah’u Teâlâ yolunda) birbiriyle tanışanlar i’tilaf eder (anlaşır), Tanışmayalar ise ihtilaf ederler (dünyada zıtlaşırlar)” (Buhari, enbiya:3, No:3158, 3/1213; Müslim, Birr:49, No:2638, 4/2031; Ebu Davud, Edeb:19, No:4834, 2/65; Ahmed İbn-i Hanbel, El-Müsned, No: 7940, 3/151; Sehavi, el-mekasıdülhasene, No:95, sh:73)

  Abdullah Bidn-i Amr ibn-i As (Radıyallahu anhuma)dan rivayet edilen bir hadis şerifte Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
  “Muhakkak ki müminlerin ruhları, daha sahip (ler)i (birbiri) ni görmeden, bir gün ve gecelik yol mesafesinde karşılaşırlar.” (Ahmed İbni Hanbel, El-Müsned No: 7068, 2/683; Buhari, El-Edebül müfred, No: 263, sh:89; Deylemi, El-Müsnedül Firdevs, No:912, 1/237; Hakim-i Tirmizi, nevadiru’l usul, sh: 164)

  Hakim-i Tirmizi (Kuddise Sirrahu) bu hadis-i şerifi naklettikten sonra şöyle demiştir:
  “Ruhların hali bir hayli acayiptir, çünkü ruh, semavi 8aslı gökten gelme) olduğu için hafiftir. Şehvetlerin karanlığıyla nefis ona karıştığı zaman ağırlaşır.
  Fakat nefis bir takım riyazatlarla şehvetten uzaklaşır ruh ondan kurtulur ve bulanıklığı durulursa, işte o zaman eski hiffet ve tahareti (hafiflik ve temizliği) geri döner ve öyle bir hale sahip olur ki ona ancak kalbi Allah’u Teala’ya inanmış ve onunla mutmain olmuş olanlar inanır. (Hakim-i Tirmizi, Nevaridu’l Usul 164)

  İmam-ı Münavi bu hadisi naklederek şöyle demektedir:
  “Ruhlari nefsin bulanıklarından kurtulup, lezzet ve şehvet elbiselerini çıkararak, geldikleri manevi aleme döndüklerinde, ölüm sebebiyle bütün maddi kayıtlardan ayrıldıkları için, hürriyetlerie kavuşarak göğe yükselir ve sağken Allah’u Teala’ya yönelme hususundaki gayret ve çalışmaları nisbetinde, istedikleri yerlerde dolaşırlar….

  Şimdi burada insanın aklına “bunlar ölü olduğu için serbesttir veya birbirine kavuşur. Bu ölülere has bir özelliktir” diye soru işareti gelebilir. Şimdi nakledeceğimiz hadis-i şerif bu sorulara da cevap vermektedir.

  İmare İbni Huzeyme ibn-i Sabit (Radıyallahu anhum) şöyle anlatıyor:
  Babam Huzeyme bir kere rüyasında sanki Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in alnı üzerine secde ettiğini görmüş, bunu Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e anlatmıştı.
  Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Ruh ruha kavuşur” buyurmak suretiyle mubarek başını eğerek ona rüyada gördüğü gibi yapmasını emretti. Babam da arka tarafından Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in alnı üzerine secde yaptı.” (Ebn-i Ebi şeybe, Musannef, İman: 18, 7/243; Ahmed ibni hanbel, El-Müsned, No:21963, 21937, 21941, 21943i 21944, 8/201; Nesai, es-Sünenül Kübra, Ta’bir:5, No: 7631, 4/384; ibn-i hıbban, el-İhsan, No:7149, 16/98 )

  İşte bu hadis-i şerif tereddüt ve şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde ruhların buluştuğu ve iltifat (yöneliş) mahallinin özellikle en şerefli uzuv olan yüze doğru olduğunu göstermektedir ki, bu da rabıtaya işaret etmektedir.

  Şimdi günümüz inkarcıları “Resulüllah anlına secde yaptırmış” diyerek Yüce Peygamberi de (haşa) şirk ile itham edebilirler.

  Cahiller bilmez ki, Allah’u Teala’da meleklerine Adem Aleyhisselama secde etmelerini emir buyurmuştur. Bu secdeler Adem Aleyhisselam’a veya peygamberimizin alnına değil, Allah’u Teala’ya yapılmıştır.

  Bakın Ali Haydar Efendi bu hadis-i şerifi okuduktan sonra en buyurmuştur:
  “Ayının postu bile tabaklanarak temiz olduktan sonra, seccade olabiliyorsa Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in mübarek alnından daha temiz seccade olur mu?”

  İşte aynı şekilde rabıta yapılan kişinin yüzüne yönelmek demek ona tapmak manasına gelmemektedir. Bilakis o zat Mevla Teâlâ’nın tecellilerinin mazharı olarak düşünülmekte ve hakikatte Allah’u Teâlâ’dan istenmektedir.

  Ayrıca yukarıda zikredilen hadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki, kâmil bir mürşidin ruhaniyetinin, aralarında ne kadar mesafe bulunursa bulunsun, kendisine candan iştiyak ve muhabbetle bağlı olan ve ona rabıta yapan müridleriyle irtibat kurmasına ve ona yol gösterici olmasına bir mani yoktur.

  Bütün bu hadisi şerifler bizlere ruhların birbirleriyle nasıl irtibat kurduğunu ispat ederken, teveccüh ve rabıta hakkında da büyük bir delildir.

  Bu diller, rabıtanın meşruluğunu değil ne kadar lüzumlu olduğunu da gözler önüne sermektedir. Bunca delili inkar etmek, görmemezlikten gelmek veya yok saymak akıllı insanların sergileyeceği bir davranış değildir. Bir insan uygulamıyorsa bile inkar etmemelidir. Allah’a ve resulüne muhalefet etmemelidir..

  İnkar bir bataklıktır, çırpındıkça batmak kaçınılmazdır. Allahu Teala bilerek vyea bilmeyerek inkar eden insanlara uyanış nasip eylesin. Bizlere yolumuzun önemini kavrayarak dört elle sarılma aşkı ihsan eylesin..

RABITANIN BİLİMSEL DELİLLERİ

Peygamberimizin sahabesinin, Allah’ın en sevgili kulu, habibi olan ve bizim de herşeyimizden çok sevmemiz emredilen O yüce Peygamberden ayrı kaldıklarında, yanındayken aldıkları feyz ve muhabbeti devam ettirmek için kullandıkları rabıta yolunu bu gün bilim dünyası TELEPATİ adı ile kabul ediyor.

Evet, dini imanı bilimle açıklamaya kalkan ve “bu bilime uymuyor onun için yoktur, şu bilime uymuyor onun için yoktur” diyen akılcılar ve Rabıtanın hiçbir tesiri yoktur diyerek inanları şirkle suçlayan vehhabi=selefi zihniyetindeki insanlar!

  İşte bilim, işte tıp… Buna ne diyeceksiniz…
TELEPATİ NEDİR?

  Bakınız küçücük bir araştırma ile telepati hakkında nasıl bilgilere ulaştık. Wikipedia sitesinde şu gerçekler yazıyor:

Telepati ya da uzaduyum bireyler arasında bilinen beş duyunun yardımı olmaksızın gerçekleştiği ileri sürülen bilgi aktarımıdır. Bir başka deyişle, telepati parapsikolojide incelenen paranormal bir yetenek olup, bireyler arasında duyular-dışı algılama yoluyla düşünce, fikir, duyum veya imajların aktarılmasını sağladığı ileri sürülen tesir irtibatıdır.
  ALICI VE VERİCİ

Telepatide, alıcı ve verici olmak üzere en az iki kişi vardır. Tesiri gönderen ya da düşüncesini yayan, gönderen kimseye verici (agent), gönderileni almaya çalışan kişiye alıcı denir.
  ZİHİN OKUMA YETENEĞİ OLUŞUR!

Telepati yeteneğine sahip bazı” alıcı” telepatların diğer insanların zihinlerini okuma yeteneği oldukları söylenir. Telepati psikokinezi ile birlikte parapsikolojik araştırmanın iki temel araştırma alanını oluşturur. Bu alanda telepatiyi tam anlamıyla keşfetmek ve anlamak üzere sürdürülen birçok araştırma vardır.

Parapsikoloji alanında telepati kısa adı ESP (extra-sensory perception) olan duyular dışı algılamanın bir türü olarak kabul edilir. Duyular dışı algılamanın diğer tanınmış türlerinden bazıları prekognisyon ve durugörü olarak bilinir. Telepati yeteneğini test etmek üzere başvurulan çeşitli deney yöntemleri bulunmaktadır.

Telepati deneylerinin yapılabilmesi için laboratuvar koşulları zorunlu değildir; halk arasında ya da aile içinde yapılan telepati deneyleri arasında en bilinen yöntem şöyle açıklanır: Dış uyaranların az olduğu (sessiz, pek ışık almayan, soğuk olmayan vs.) bir odada birkaç kişi gevşer ve zihinsel olarak konsantre olur (odaklanır). Bu kişilerden biri “verici”, diğerleri “alıcı”dır. Deneyde herhangi bir aldatmaca olmaması için verici kişi deneyden önce diğerlerine aktarmak istediği şey (görüntü, örneğin bir elma) neyse onu bir kağıda diğerlerinden gizli olarak yazmış olmalıdır. Beş veya on dakika süren odaklanma süresince verici kişi başka hiçbir şey düşünmeden aktaracağı görüntüye odaklanmalı, yani sürekli onu düşünmeli ve onu bilincinde net ve duru bir biçimde canlandırmalıdır. Alıcılar ise, vericiden gelen etkili yayının bilinçlerinde yer edebilmesi için hiçbir şey düşünmemeye, bilinçlerini bütünüyle boş tutmaya en üst düzeyde özen göstermelidirler. Başarı, vericinin odaklanma (konsantrasyon) derecesine bağlı olduğu kadar, alıcıların her türlü kaygı ve kişisel düşüncelerden uzak bir biçimde bilinçlerini boş tutabilmelerine de bağlıdır. Odaklanma bitiminde tüm alıcılar kendi önlerinde bulunan kağıda bilinçlerin hangi görüntünün belirdiğini yazarlar ve sonuçlar karşılaştırılır. Gözlemler her beş kişiden birinin iyi bir alıcı olduğunu ortaya koymuştur.
  ZAMANLA KÖRELİR!

İnsanlarda, zamanla körelmiş olduğu belirtilen bu yeteneğin aslında herkeste değişik derecelerde mevcut bulunduğu ve çeşitli deneme egzersizleriyle geliştirilebileceği ileri sürülür. Araştırmacılar Avusturalya’daki bazı orman kabilelerinin beş duyu dışında bir iletişim yöntemi kullandıklarını bildirmektedir. Bu araştırmacılardan biri olan Alexander Markey, Yeni Zelanda’lı Maori’lerin günümüzde hala telepati kullanarak iletişim sağlayabildiklerini yazmış olduğu bir kitabında dile getirmektedir. Benzer yöntemler Afrika kabilelerinde de, örneğin Tabu yerlilerinde kullanılmaktadır.

Roger Luckhurst’a göre, Batı kültüründe telepati kavramı esas olarak 19. yy. sonlarında ortaya çıkmıştır. Bu dönemden önce bilim fiziksel olgulara yoğunlaşmıştı ve “zihin”le pek ilgilenmiyordu. Paranormal fenomeni anlama çalışmaları esas olarak canlısal manyetizma çalışmaları ile başlamıştır. Telepati daha sora metapsişik araştırmacılarca ele alınmış ve SPR gibi derneklerin kurulmasından bir süre sonra laboratuvar koşullarında yöntemli ve sistemli bir şekilde incelenmeye başlandı. Bu alanda ilk başarılı sonuçlar, parapsikolojinin babası sayılan, Duke Üniversitesi’nden profesör J.B. Rhine tarfından elde edildi.
Örneğin Duke Üniversitesi’nde yapılan bir dizi ESP deneyinde, 1850 deneyden 558’inde başarılı sonuç alınmıştı. Bu sonuçların rastlantıya dayalı olasılık hesaplarına göre gerçekleşme olasılığı ancak 22 milyarda birdi. Rhine’ın ESP ve telepati deneyleri üzerine yazdığı “Altmış Yıldan Sonra Duyular-dışı Algılama” (Extra-Sensory Perception After Sixty Years) adlı kitabı Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nce öğrenciler için akademik bir test kitabı olarak kabul edildi. Rhine gibi psişik araştırmacıların başarılı sonuçlar almasından sonra telepati laboratuvar koşulları içine çekildi ve parapsikolojik araştırma kapsamında ele alınmaya başlandı. (Wikipedia yazısından alıntılar burada son buldu)
TASAVVUFUN EĞİTİM METODU

Gördüğünüz gibi tasavvufun olmazsa olmazı “rabıta” bilimsel olarak “telepati” adı ile ispat edilmiş durumda. Yazıda da belirtildiği gibi uzaktan duygu aktarımı bu sayede yapılabilmektedir.

Yıllar önce Mustafa İsmet Garibullah (Büyük Şeyh) Efendi’nin yazdığı Risale-i Kudsiyye’de ne güzel açıklanmış değil mi:

Gönülden gönüle yol vardır halilâ
Minel kalbi ilel kalbi sebilâ

  Mahmud Efendi Hazretlerimizin bu konudaki sözleri de aynı paralellik içinde. Her müridin şeyhin kalbinde bir yeri olduğu gibi sözlerini defalarca işitmiştik sultanımızdan…

  Bilim din için delil değildir ama bazı inkarcılara bu şekilde de cevap verilebilir… Bilimin bile tasdik ettiği, onayladığı ve dini açıdan da meşruluğu ispat edilen bir hususu “yok” diyerek inkar etmek akıl kârı değildir.

  Peki, biz Rabıta ile ne yapıyoruz?

  Rabıta ile Şeyhimizin kalbine ve ruhaniyetine yöneliyoruz. Burada inkarcıların yanıldığı nokta burası. Evet, yüzünü düşünmek önemli ama biz bedenine değil ruhaniyetine ve kalbine yöneliyoruz. Ruhaniyetine yönelindiği için “kadının yönelmesi ve düşünmesi de” şer’i açıdan bir sorun teşkil etmiyor.

  Neden yöneliyoruz?

  Nefsini tezkiye etmiş ve kalbini masivadan temizlemiş olması, Allahu Teala’nın nurunun onun kalbine parlaması sebebiyle yöneliyoruz. O nurdan istifade edebilmek için yöneliyoruz.

  Bu konuyu da daha önce yazmıştık. Yeri gelmişken yine yazalım ve hatırlayalım:

Ebu Inebe el-Havlani (Radıyallahu nah)’dan rivayet edilen: bir hadisi şerifte şöyle buyruluyor:
  “Şüphesiz Allah(u Tealan)ın, yer ehlinden bir takım kapları vardır. Rabbinizin kapları, Salih kullarının kalpleridir.
Kalplerin Allah’a en sevgilisi ise, en yumuşak ve en merhametli olanlarıdır.”(Teberani, Zebidi, İthafü-s Sade, 6/209, Ahmed İbni Hanbel, ez-Zühd, No:827, sh:223; Münavi, Feyzül Kadir, No: 2375, 2/629, Süyuti, Nebhani, El-Fethu’l Kebir, No:4103, 1/374)

  İmam-ı Münavi (Kuddise Sirrahu) bu hadis-i şerifin şerhinde şöyle buyurmuştur:
“hadis-i şerifte geçen Salih kullardan maksat; hem Allah’u Teâlâ’nın hem de kullarının haklarından üzerlerine düşenleri hakkıyla yerine getirenlerdir.
İşte bu kulların kalplerine Allah’u Teâlâ’nın marifetinin nuru dolarak uzuvlarına taşar. Çünkü kalp yumuşayarak incelip parlayınca, parlak ayna gibi olur. Meleküt (manevi) âleminin nurları ona parlayınca bütün göğsü aydınlatır.
  İşte o zaman gönül gözü, Allah’u Teâlâ’nın emirlerinin iç yüzünü görmeye başlar ve bu görüş onu Allah’u Teâlâ’nın nurunu mülahaza etmeye sevk eder (gözetmeye sürükler)
Böyle bir kalp Allah’u Teâlâ’nın kendisine verdiği safa (paklık) ile ziynet ve behayı (süs ve güzelliğini) kemale erdirdiğinden, mahlûkatı arasında Allah’u Teâlâ’nın nazarının mahalli olur.
İNKARCIYA SON CEVAP!

  Eğer bir inkarcı “bunun faydası yok” derse vereceğimiz cevap şudur: “Biz delilleri ile ispat ettiğimiz bu hususta şer’i olarak bir engel bulunmadığını anlıyoruz. Yani bu, dinimizce yasaklanmayan meşru bir harekettir. Dolayısıyla yapılmasında bir engel yoktur. Yapanlar çokça faydasını görmektedir.

  Faraza faydası yoksa bile yaptığımız rabıtanın bize bir zararı da yoktur. Çünkü rabıta yapılan, düşünülen kişi, her anında Allah yolunda olduğuna, Allah’ın şeriatından kıl kadar şaşmayan biri olduğuna, peygambere 6 cihetten ittiba eden biri olduğuna, Kuşluk kılmamayı ölmeye tercih eden biri olduğuna şahitlik ettiğimiz biridir, Allah’ın salih bir kuludur. Dünyanın iğrençliklerini düşüneceğimize bir Allah dostunu düşünmemiz bizim zararımıza olamaz…

  Dolayısıyla rabıta yapmamızdan fayda görsek veya görmesek de bir kaybımız yoktur…
SONUÇ!

  Rabbimize şükürler olsun ki, yine sitemiz ihvanlar.net ten güzel bir çalışmayı daha sizlere sunduk… İnkarcıların tutunacak hiçbir dalı yok. En azından biz yolumuzun hak, davamızın sabit, fiillerimizin meşru olduğunu bilelim bize yeter…





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)