07-11-2018, 03:26 AM
25 Nisan 1915 günü başlayan çıkarma, kuvvetlerimiz tarafından kıyıya kadar itilmesine ra men düşman, 26 ve 27 Nisan 1915 günleri de çıkarma harekâtına devam etti. ılerlemek isteyen ıngilizlerle yer yer şiddetli çarpışmalar oldu; ancak her taarruz Türk askerinin kahramanca savunması karşısında başarısız kaldı. Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesindeki bu üstün başarıları üzerine 1 Haziran 1915'de Albaylı a terfi etti.
Düşman, Çanakkale'de başarı sa layamamasına, ilerleme gösterememesine ra men, yeni bir çıkarma yapmada kararlıydı. Düşünülen çıkarmanın gerçekleşebilmesi için, her şeyden önce ilk direnç hatlarını oluşturan Arıburnu ve Seddülbahir'deki Türk kuvvetlerinin yerlerinden sökülmesi gerekiyordu. ıngilizler bu amaçla 6 ve 7 A ustos l915 günleri, takviyeli kuvvetlerle yeni bir taarruz daha denediler; düşman kuvvetleriyle, kuvvetlerimiz arasında şiddetli muharebeler oldu. Ancak, Mustafa Kemal'in aldı ı önlemler sayesinde düşmanın bu taarruzu da gelişme imkânı bulamadı.
Arıburnu ve Seddülbahir'deki taarruz devam ederken ıngilizler 6 A ustos 1919 akşamı Çanakkale'nin güney kıyılarına da asker çıkararak ilerlemeye başladı. Bu suretle Anafartalar Bölgesi de ansızın kritikleşti. Gelişen bu buhranlı durum üzerine Liman von Sanders'in emri ile komuta de işikli i yapılarak, "Anafartalar Grubu Komutanlı ı'na 8 A ustos 1915 tarihinde Albay Mustafa Kemal qetirildi. 9 A ustos 1915 günü komutayı ele alan Mustata Kemal, beklemeksizin aynı gün yaptı ı taarruz ile ilerleyen ıngiliz kuvvetlerini tekrar çıkarma yaptıkları kıyılara itti. Aynı günün akşamı Conkbayırı bölgesine geçerek buradaki kuvvetleri de 10 A ustos 1915 sabahı taarruza geçirdi. Böylece düşmanın ilerlemesine imkân verilmemiş; aksine tutundu u mevzilerden tamamen çıkarılarak Anafartalar bölgesine tam anlamıyla hâkim olunmuştu.
Mustata Kemal, 25 Nisan 1915 taarruzunda oldu u gibi 9 ve 10 A ustos taarruzlarında da bizzat ateş hattında bulunmuş, ateş hattından emirler vermiş, bu davranışı yanındaki subay ve erler için ifadesi imkânsız cesaret kayna ı olmuştu. Conkbayırı'nda kalbini hedef alan bir kurşun, cebindeki saate çarpıp geri döndü ünden mutlak bir ölümden kurtuldu. Bu muharebeler esnasında gösterdi i kahramanlık, azim ve yüksek kumanda kudreti, kendisine memleket içinde ve dışında büyük ün sa ladı. Artık o, "Anafartalar Kahramanı" olarak anılıyordu. Aylarca süren çıkarma ve savaşlar sonucu ilerleme kaydedemeyen ıngilizler; nihayet 1915 yılı Aralık sonunda müttefikleriyle beraber Çanakkale'den çekildiler. Düşmanların Çanakkale Bo azı'nı geçememesi, ıstanbul'un işgalini önlemiş; ıngilizlerin, Marmara ve Karadeniz üzerinden müttefikleri Rusya ile ba lantı kurma hayallerini söndürmüştü. Bütün bu olaylar, bir anlamda, I. Dünya Savaşı'nın akışını da etkiliyor, dünya tarihinin yönünü de iştiriyordu. Bu savaşlarda ıngilizler insan, araç ve gereç yönünden Türklerden şüphesiz ki çok fazla idi; ancak onların unuttukları nokta, Türk askerinin tarihsel kahramanlı ı ve bu kahramanlı ı yönlendiren Mustafa Kemal faktörü idi.
Mustafa Kemal, Çanakkale Muharebeleri'nin eski şiddetini kaybetti i 1915 yılının son aylarında, son bir taarruzla düşmanı tutundu u kıyılardan da sökerek onu tam ma lûp duruma düşürmek görüşünde idi. Ancak bu teklifi, Ordu Komutanı Liman von Sanders tarafından, düşmanın da kıyıdan yapaca ı topçu ateşinin a ır zayiat verdirebilece i endişesiyle benimsenmedi. Artık bu cephede yapacak bir şey kalmamıştı. Mustafa Kemal, 10 Aralık 1915'te "Anafartalar Grubu Komutanlı ı"nı, Fevzi (Çakmak) Paşa'ya bırakarak izinli olarak Çanakkale'den ayrıldı; ıstanbul a döndü.
Mustafa Kemal, 27 Ocak 1916'da karargâhı Edirne'de bulunan Onaltıncı Kolordu Komutanlı ı'na atandı. Kısa süre sonra bu Kolordu'nun aynı isimle Diyarbakır'da kurulması kararı üzerine yine Kolordu Komutanı olarak
11 Mart 1916'da Diyarbakır-Bitlis-Muş Cephesine tayin edildi. Mustafa Kemal, 26 Mart 1916'da Diyarbakır'a gelerek komutayı ele aldı. 1 Nisan 1916'da Generalli e yükseltildi. Diyarbakır'a gelişini takiben kısa bir hazırlıktan sonra 3 A ustos 1916 sabahı emrindeki kuvvetleri Bitlis ve Muş yönünde taarruza geçirdi; Ruslarla iki tümenimiz arasında taarruz ve karşı taarruz şeklinde şiddetli çarpışmalar oldu. Nihayet 8 A ustos 1916 sabahı Muş, aynı günün akşamı Bitlis kuvvetlerimiz tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. Muş; ne yazık ki 25 A ustos 1916'da tekrar Rusların eline düşmüştü. Mustafa Kemal Paşa, 2. Ordu Komutanlı ı sırasında, 14 Mayıs 1917'de Muş'u ikinci defa Rus işgalinden kurtardı.
Mustafa Kemal Paşa, Aralık 1916'da Ahmet ızzet Paşa'nın izinli olarak bir süre ıstanbul'a gitmesi üzerine vekâleten 2. Ordu Kumandanlı ına tayin edildi. Karargâhı Diyarbakır'da olan bu ordunun Kurmay Başkanı Albay ısmet (ınönü) Bey'di. Büyük Kumandanın, ınönü ile yakından tanışması, emir-komuta zinciri içinde çalışması bu tarihlere rastladı.
Mustafa Kemal Paşa,14 şubat 1917'de Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanlı ı'na atanması üzerine şam'a giderek Sina Cephesini teftiş etti ise de 5 Mart 1917 tarihinde Diyarbakır'da 2. Ordu'ya vekâleten komutan atandı. Tekrar Diyarbakır'a dönen Mustafa Kemal Paşa, 16 Mart 1917'de asaleten
2. Ordu Komutanlı ına getirildi. Fakat bu görevde de çok kalmayarak 5 Temmuz 1917 tarihinde Yıldırım Orduları Grubu Komutanlı ı'na ba lı olarak Halep'te kurulması kararlaştırılan 7. Ordu'nun başına getirildi. Bu cephenin umumî idaresi Falkenhein adlı bir Alman generaline verilmişti. Mustafa Kemal Paşa, 15 A ustos 1917 günü Halep'e gelerek göreve başladı. Fakat bir süre sonra General Falkenhein ile aralarında askeri görüşler ve uygulanacak harekat bakımından anlaşmazlık çıktı; bu anlaşmazlık sonucu Mustafa Kemal Paşa, 1917 Ekim başlarında istifa mecburiyetinde kaldı. Kendisine tekrar Diyarbakır'daki eski görevi teklif edildi ise de kabul etmeyerek ıstanbul'a geldi. 7 Kasım 1917'de Genel Karargâh'ta görevlendirildi. Ancak kısa süre sonra Veliaht Vahdettin Efendi'nin maiyetinde Alman Umumî Karargâhını ve Alman Cephelerini ziyaret etmek üzere Almanya seyahatine iştirak etti.
15 Aralık 1917 - 4 Ocak 1918 arasını kapsayan bu seyahat esnasında Mustafa Kemal, Alman askeri çevrelerinde incelemeler yaparak, Alman ımparatoru II. Wilhelm ve devrin tanınmış komutanlarıyla görüştü. Onlara -hoşlanmasalar da- I. Dünya Harbi'nin muhtemel sonuçları hakkındaki görüşlerini açıkça ve belirgin şekilde anlatıyordu.
Mustafa Kemal Paşa, 20 gün süren Almanya seyahatinden ıstanbul'a döndükten bir süre sonra böbrek rahatsızlı ı nedeniyle Viyana ve Karlsbad'a giderek tedavi gördü. 13 Mayıs 1918 - 4 A ustos 1918 arasını kapsayan bu seyahat dönüşü General Falkenhein'in yerine Yıldırım Ordular Grubu Komutanlı ı'na getirilmiş olan General Liman von Sanders'in emrindeki 7. Ordu'ya A ustos 1918'de tekrar komutan oldu ve 15 A ustos 1918 günü Halep'e geldi. Mustafa Kemal, bu cephede ıngilizlere karşı başarılı müdafaa savaşları yaptı. Takviyeli ıngiliz kuvvetleri karşısında, O'nun maharet ve dirayeti sayesinde, bu bölgedeki Türk Ordusu da ılmaktan kurtarılmış; büyük bir düzen içinde Halep'e kadar çekilme başarısını göstermişti.
Fakat I. Dünya Savaşı Almanya ve müttefikleri aleyhine gelişiyordu.
29 Eylül 1918 tarihinde Bulgaristan savaştan çekilmiş, 4 Ekim 1918 tarihinde de Almanya mütareke istemişti. ıstanbul'da Talat Paşa Kabinesi istifa etmiş, yeni Kabineyi Ahmet ızzet Paşa kurmuştu. Bu gelişmeler karşısında Mustafa Kemal Paşa yetkili makamlara, askerî ve siyasî önerilerine devam etti ise de yine kabul ettiremedi. Nihayet 30 Ekim 1918 tarihinde de Osmanlı Devleti, itilâf devletleri ile Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak l. Dünya Savaşı'ndan çekildi.
Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi'nin imza edildi i günün ertesi,
31 Ekim 1918 tarihinde Yıldırım Ordular Grubu Komutanlı ı'na getirildi ise de artık yapacak birşey kalmamıştı. 7 Kasım 1918 tarihinde bu Grup Kumandanlı ı'nın da Padişah iradesiyle kaldırılması üzerine Adana'dan hareketle 13 Kasım 1918 günü ıstanbul'a geldi. Artık Türkiye, mütareke şartlarını yaşıyordu ve kendisi de Harbiye Nezareti emrine verilmiş bir Ordu Kumandanı idi.
Memleket ve milletin içinde bulundu u şartlar a ır idi. Büyük bir savaş sonunda, ma lup bir devlet olarak 30 Ekim 1918'de "Mondros Mütarekesi" adı verilen şartları a ır bir anlaşma imzalanmış, bu anlaşma şartlarına dayanılarak memleketin birçok bölgesi galip devletlerce işgal edilmiş, ordumuz da ıtılmış, bütün silâh ve cephane galip devletlerin emrine verilmişti. Osmanlı memleketleri tamamen parçalandı ı gibi, Türk'ün ana yurdu, Anadolu da galip devletler arasında taksime u ruyordu. ıtalyanlar Antalya'ya çıkmıştı. ıskenderun, Adana, Mersin, Antep, Maraş, Urfa işgal altında idi. Kars'ta ıngilizler idareyi ele almıştı. Trakya işgal altında idi. Düşman donanması ıstanbul sularında demirlemişti. Çanakkale ve ıstanbul Bo azları tutulmuştu. ıstanbul ve ıstanbul Hükûmeti ıtilâf Devletlerinin baskı ve kontrolü altında idi. Padişah ve hükümet, düşmanlara âlet olmuş, âciz ve şaşkın bir vaziyette sadece kendileri için emniyet ve kurtuluş yolu aramakta idiler. Anadolu'nun her şehrinde ecnebi subaylar dolaşıyor, ıtilâf Devletleri temsilcisi sıfatıyla direktifler veriyorlardı. Yunanlılar da ızmir'i işgal hazırlıklarıyla meşguldu; bu yolda büyük çaba harcıyorlar, ıtilâf Devletlerini iknaya çalışıyorlardı. Nihayet 15 Mayıs 1919'da bu gayelerine eriştiler.
Olayların bu şekilde gelişece ini Mustafa Kemal, önceden sezinlemişti. Nitekim Mondros Mütarekesi'nden 5 gün sonra, 5 Kasım 1918'den itibaren Harbiye Nezaretinden Mondros Mütarekesi gere ince ordulara terhis emirleri gelme e başladı. Atatürk, aynı gün Adana'dan Sadrazam Ahmet ızzet Paşa'ya ilk ikaz telgrafını çekti: "Ciddî olarak arzederim ki gereken tedbirleri almadıkça orduyu terhis etmeyiniz! şayet orduları terhis edecek ve ıngilizlerin her dedi ine boyun e ecek olursak düşman ihtiraslarının önüne geçme e imkân kalmayacaktır". Bu, Atatürk'te, her şey bitti zannedilen bir zamanda da kurtuluş ümidinin sönmedi ini, pek çoklarının düştü ü yeis ve ümitsizli e asla kendisini kaptırmadı ını gösterir.
Fakat, acıdır ki Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılan bütün bu haklı itirazlar etkisiz kalır ve ordunun terhisine sür'atle devam edilir. Çünkü genel kanaat, ıtilâf Devletleri ile herhangi bir mücadeleye giremeyece imiz, böyle bir mücadelenin aleyhimize sonuçlanaca ı idi. O halde ıtilâf Devletlerini gücendirmeyecek, Mondros Mütarekesi şartlarını yerine getirecektik. ıstanbul Hükümetinin görüşü ve davranışı bu idi.
Padişah ve hükümetini saran bu umutsuzlu a ra men, milletimiz, haksız işgal ve istilâlara karşı nefsini müdafaa yolunda her çabayı gösteriyor; memleketin çeşitli yörelerinde düşmanla mahalli kuvvetler arasında çarpışmalar oluyordu. Di er taraftan mütecaviz dügmana karşı koymak ve kurtuluş çareleri aramak üzere Anadolu'da yer yer milli teşkilâtlar oluşturuluyordu. Ancak bütün bu kuruluşlar, ayrı ayrı çalışmaları sebebiyle istenilen ölçüde etkili olamıyorlar, bütün memleketi kapsayan bir hareket ve birlik gösteremiyorlardı.
Mütareke Türkiye'si, aklın alamayaca ı derecede karışık bir Türkiye'dir. Bölgesel direnme hareketlerine öncülük eden Müdafaa-i Hukuk, Muhafaza-i Hukuk, Redd-i ılhak gibi cemiyetlerin yanı sıra özellikle ıstanbul'da güya kurtuluş çareleri arayan yüzlerce cemiyet kurulmuştu. ıngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti, Cemiyet-i Akvam, Müzaheret Cemiyeti bunlann başlıcalarıdır. Kurtuluş çareleri de işikti. Bir kısmı ıngilizlerin, bir kısmı Fransızların himayesini istiyordu, bir kısmı Amerikan mandasını öneriyordu. Bir kısım kimseler de Mondros Mütarekesi gere ince padişah ve halife için hükümranlık hakkı tanınan küçük bir bölgede Osmanlı Devleti'ni sembolik olarak devam ettirme düşüncesinde idiler. Memleketin içinde bulundu u karışıklıktan istifade çareleri arayan bazı cemiyetler de vatan toprakları üzerinde millî birli i parçalayıcı faaliyetlere girişmişlerdi.
Bu durum karşısında ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi. Tarih kültürü çok geniş olan ve tarihten sonuç çıkarmasını çok iyi bilen Atatürk, gerçek kararı sezmekte gecikmedi. Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenli e dayanan, kayıtsız şartsız ba ımsız yeni bir Türk Devleti kurmak idi. Atatürk'e göre önemli olan "Türk milleti'nin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıydı. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemezdi. Yabancı bir milletin himaye ve efendili ini kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunlu u, acizlik ve miskinli i itiraftan başka birşey de ildi. Halbuki Türk'ün haysiyet ve gururu çok yüksek ve büyüktü. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyiydi". Öyleyse Milli Mücadele'nin parolası "Ya istiklâl ya ölüm!" olacaktı.
Artık Anadolu'ya geçerek Millî Mücadele bayra ını açmak gerekiyordu. ışte bu sıralarda, Mustafa Kemal Paşa'yı ıstanbul'dan uzaklaştırmak amacıyla, kendisine Dokuzuncu Ordu Müfettişli i teklif edildi. Mustafa Kemal Paşa, kendisine geniş salâhiyetler tanıyan bu vazifeyi kabul etti.
16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuru ile ıstanbul'dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'da Anadolu topraklarına ayak bastı. Kendisinin Anadolu'ya gönderiliş gerekçesi, "Samsun ve çevresindeki asayişsizli i yerinde görüp incelemek ve tedbir almak"tan ibaretti. Hükûmete verilen ınqiliz raporlarında, bu bölgede Türklerin, Rumlara karşı gerilla hareketine giriştikleri ve bölgenin asayişini bozdukları bildirilmekte ise de durum tam tersine idi. Bu bölgede, Pontus Rum Devleti kurma amacına yönelik geniş bir Rum faaliyeti vardı. Baskı gören Rumlar de il, Türklerdi. Rum Patrikhanesinden idare edilen Mavri Mira Cemiyeti bu bölgede kurdu u çeteler vasıtasıyla Türk köylerini basıyor, katliamlar yapıyor, yerli halkı yıldırmak istiyordu. Bu girişimlere karşı vatansever Türkler de mukabil çeteler oluşturmuşlar; bölge Rumları ile mücadeleye başlamışlardı. Bütün bu gerçeklere ra men Mustafa Kemal Paşa'ya verilen talimat gere ince bölge Türklerinin direnmeleri önlenecekti. Mustafa Kemal Paşa, görevi kabul için Ordu Müfettişli i sıfatı ve geniş salâhiyetler istedi. ıstanbul Hükûmeti bu istekleri de kabul etti.
Saray ve ıstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa'nın bu görevi yapaca ını zannetmişti. Oysaki Mustafa Kemal'in düşünceleri tamamen başka idi. Ama bu görev, kuşkuları çekmeksizin Anadolu ya geçmek için de erlendirilmesi gereken bir fırsattı. Kendisine verilen yetkileri de, geri alınıncaya kadar milletin menfaatleri adına kullanmak vicdanî bir davranış idi. Esasen olayların akışı da kısa zamanda bunu ispatlayacaktı. Mustafa Kemal Paşa ıstanbul'dan ayrılmadan önce başta sadrazam olmak üzere kabine azalarının hemen hepsi ile ve en sonunda Padişahla görüşmüştü. Fakat bu kişilerin hiçbirinde memleketi içinde bulundu u badireden kurtaracak bir enerji, bir ümit ışı ı görmemiş, görememişti. ıstanbul Hükümetinin ve Padişahın davranışlarında ıtilâf Devletlerini gücendirmemek görüşünün a ır ezikli ini hissetti. Oysaki onların kararlarına uymak de il, karşı koymak lâzımdı. ışte Anadolu'ya bu gaye ile gidiyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın ıstanbul'dan ayrılırken yakın arkadaşlarına söyledi i şu sözler bu bakımdan büyük önem taşımaktadır: "Düşman süngüsü altında milli birlik olamaz. Ancak hür vatan topraklarında memleketin istiklâli ve milletin hürriyeti için çalışılabilir. Bu gayeyi tahakkuk ettirmek üzere Anadolu'ya gidiyorum".
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçer geçmez planını uygulamaya başladı. 21 Mayıs 1919'da Kâzım Karabekir'e çekti. Telgrafta bu davranışını şöyle belirtiyordu: "Umumî durumumuzun aldı ı vahim şekilden pek müteessirim. Millet ve memlekete borçlu oldu um en son vicdani vazifeyi yakından müşterek çalışma ile en iyi şekilde yerine getirmek mümkün olaca ı kanaati ile bu son memuriyeti kabul ettim".
Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıktıktan 2 gün sonra, 21 Mayıs 1919'da Genelkurmay Başkanlı ı'na Samsun ve çevresindeki asayişsizli in sebeplerini açıklayan ne ıstanbul Hükûmetinin ne de ıtilâf Devletleri temsilcilerinin hoşlanmadı ı şu telgrafı çekti: "Rumlar bu bölgede, Pontus Hükümeti teşkili gibi bir safsata etrafında toplanmış ve Rum çeteleri hemen kâmilen siyasi bir şekle dönüşmüştür". 22 Mayıs 1919'da Samsun'dan Sadaret'e gönderdi i raporu da şu cümle ile noktaladı: "Millet birlik olup hâkimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef almıştır". Bu anlamlı ifadede Anadolu'da beliren Milli Mücadele azmini sezmemek mümkün de ildir. ışte bu raporlar ıstanbul'a geldikten sonradır ki ıtilâf Devletleri temsilcileri ıstanbul Hükümetinden sordu: "Tanınmış bir Türk generalinin Anadolu'da ne işi vardır?" Bunun üzerine ıstanbul Hükûmeti, Anadolu'ya gönderdi i müfettişi geri ça ırma girişimlerine başladı.
Artık Anadolu'da başlayan Millî Mücadele, liderini bulmuş, da ınık ve bölgesel mukavemetler bir bayrak altında toplanmaya başlamıştı. Bunun ilk örne ini 22 Haziran 1919'da Mustafa Kemal imzasıyla Amasya'dan bütün memlekete duyurulan bir tamimde görüyoruz. Bu genelgede kutsal bir ses işitiliyordu: "Vatanın bütünlü ü, milletin istiklâli tehlikededir. Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır". Bu cümleler Milli Mücadele'nin örgütlü olarak fiilen başladı ının onun imzası ile bütün cihana ilânı idi. Bu genelge di er bir maddesiyle beliren millî tehlike karşısında izlenecek ilk yolu da belirtiyordu: "Her vilâyetten seçilecek milletin güvenini kazanmış delegelerle, Anadolu'nun en emin yeri olan Sivas'ta derhal bir millî kongre toplanacaktır".
Mustafa Kemal Paşa, Amasya Tamimi adıyla ünlü bu genelgesini yaptıktan sonra Erzurum'a geçmek üzere 27 Haziran 1919'da halkın sevinç gösterileri arasında Sivas'a geldi. şehirde kaldı ı 1 günlük süre içinde, Erzurum Kongresi'ni takiben Sivas'ta yapılacak Kongre için ilgililere gerekli direktifleri vererek Erzurum'a hareket etti. Atatürk, 3 Temmuz 1919 günü Erzurum'a geldi. Kendisi der ki "Benim Erzurum'a gelişim, bütün milletin ateşten bir çember içine alınmış oldu u bir zamana tesadüf etti. Bütün millet bu çemberin içinden nasıl çıkılaca ını düşünmekte idi". O, Ilıca önlerinde Erzurumlular tarafından coşkun bir şekilde karşılandı ı zaman Çukurova da muhacir olarak bulunup Erzurum'a dönen ihtiyar Mevlüt A a ile aralarında geçen konuşma, bu ateşten çember içinden mutlaka çıkılması gerekti i fikrini Atatürk'te daha da perçinledi. ıhtiyar, fakat dinç Mevlüt A a'ya Mustafa Kemal Paşa sordu:" - Çukurova gibi verimli bir memleketten niye döndün? Yoksa geçinemedin mi?" Mevlût A a derhal cevap verdi: "- Hayır Paşam, geçimimiz çok rahattı. Son günlerde işittim ki ıstanbul'daki ırzıkırıklar, bizim Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlar? Bu sözler, milletle beraber, millet için çalışmak üzere Erzurum' a gelen Mustafa Kemal Paşa'yı çok duygulandırmış, gözlerini yaşarmıştı. Etrafındakilere döndü ve : "-Bu milletle neler yapılmaz".
Atatürk, Erzurum'a gelişinden 5 gün sonra, 8-9 Temmuz 1919'da "Sine-i millette bir ferd-i mücahit" olarak çalışmak üzere çok sevdi i askerlik mesle inden ve görevinden istifa etti. Artık bir millet ferdi olarak, milletten kuvvet, kudret ve ilham alarak tarihi vazifesine devam ediyordu.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN SıVıL HAYATI
Askerlikten istifasını takiben Erzurumluların iste i üzerine Vilâyat-ı şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum şubesinin Heyet-i Faale başkanlı ına getirildi. Cemiyet, o günlerde daha evvelce alınan bir karar gere ince do u illerini kapsayan bir kongrenin hazırlıkları içinde idi. Mustafa Kemal'in Heyet-i Faale reisi olarak bu kongreye iştiraki mümkündü; fakat o, bu kongreye özellikle Erzurum'dan üye olarak iştirak etmek istiyordu. Ne çare ki Erzurum üyeleri evvelce seçilmişti; ama buna da bir çözüm bulundu. Erzurum'un iki de erli evlâdı, Kâzım Yurdalan ve Cevat Dursuno lu Erzurum üyeli inden istifa etmek suretiyle yerlerini Mustafa Kemal ve Rauf Bey'e bıraktılar. Bu suretle Mustafa Kemal Paşa'nın kongreye girişi meşruluk kazandı.
Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919'da tek katlı bir ilkokul salonunda 62 delegenin iştirakiyle toplanmıştı. Kongre bir kurucu meclis gibi çalışarak 14 gün devam etti ve 7 A ustos 1919 da çalışmalarına son verdi. Kongreyi geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açmış, delegelerin isim okunarak yoklaması yapıldıktan sonra başkanlık seçimine geçilmişti. Yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa başkan seçildi.
Millî Mücadele'ye bayrak olan bir kongrenin Erzurum'da toplanışı bir tesadüfün eseri de ildi; Mondros Mütarekesi'nden sonra müdafaa şuurunun en keskin bir şekilde meydana çıktı ı bölgelerden biri Erzurum idi. Zira Mütareke hükümlerine göre asırlarca şehit kanıyla sulanmış Erzurum topraklarını da içine almak üzere bir Ermenistan kurulması isteniyordu. Bu durum, bölgedeki millî birlik ve mukavemet şuurunu daha da bileyledi. Keza Kongre'ye Do u Karadeniz il ve kasabalarını temsil etmek üzere 17 delege ile iştirak eden Trabzon'da da Pontus tehlikesi vardı. Bölge Rumları, Mondros Mütarekesi'nden faydalanarak Do u Karadenız şehirlerini kapsayacak bir Pontus Rum Devleti kurma hayali içindeydiler. Bu bakımdan Do u Anadolu şehirleri ile tehlike müşterekti.
Erzurum Kongresi güç şartlar altında toplanıyordu. Çünkü Kongre üyelerinin vilâyetlerce gerek seçiminde, gerekse seçilenlerin Kongre'ye gönderilmesinde büyük güçlükler çıkarılıyordu. Mülkî âmirlerin büyük kısmı, ıstanbul Hükûmeti'nin baskısı ile delegeleri korkutuyorlar, yola çıkmalarını engelliyorlar, hatta bazı vilâyetler kesin olarak delege göndermemekte direniyorlardı. Elâzı , Diyarbakır ve Mardin illerinden seçilen üyeler valilik baskısı sebebiyle yola çıkmaktan alıkonulmuşlar, dolayısıyla Kongre'ye iştirak edememişlerdi. Bu sebeple Kongre'nin toplanabilmesi için Müdafa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum şubesinin gayretleri yanında Mustafa Kemal Paşa tarafından da ciddî teşebbüslerde bulunmak icap etti. Vilâyetlerin herbirine açık telgraflar gönderilmekle beraber, bir taraftan da şifre telgraflarla valilere, komutanlara gerekti i şekilde tebligatta bulunuldu.
Nihayet yeteri kadar temsilci getirtilip Kongre'yi toplamaya muvaffak olundu.
ışte bu şartların oluşturdu u hava içinde gerçekleştirilen Erzurum Kongresi, Vilâyat-ı şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum şubesi ile Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti'nin müştereken hazırladı ı bir Kongre idi. O günkü mülkî taksimatta Trabzon'un kapsadı ı Do u Karadeniz il ve ilçelerinden 17, Erzurum un kapsadı ı il ve ilçelerden 25, Sivas'ın kapsadı ı il ve ilçelerden 14, Bitlis'ten 4 ve Van'dan 2 delegenin iştiraki ile toplam 62 üye ile toplanmıştı. Bugünkü idarî taksimat gözönüne alındı ı takdirde 30'a yakın Do u Anadolu ve Do u Karadeniz illerini ve bunların ilçelerini kapsamaktadır.
Erzurum Kongresi'nin toplanışı ve çalışmalarına başlamasıyla ıstanbul da Saray ve Hükûmet tarafından, Anadolu'da yükselen bu kurtuluş sesini bo mak için yo un bir faaliyet başladı. Ajanslarla Mustafa Kemal'in devlete başkaldıran bir asi oldu u, Erzurum Kongresi'nin kanunsuz toplandı ı ilân edildi. Mustafa Kemal Paşa'yı tutuklamak için her türlü tedbire başvuruldu. ıstanbul Hükûmeti, Erzurum Kongresi'nin da ılmasını, Kongre ye katılanların yakalanarak ıstanbul Divan-ı Harbine sevklerini emretti ise de millet fertlerini saran o zamanki millî hava içinde hiçbir makam bu emri yerine getirmeye teşebbüs edemedi.
ışte bu derece güç şartlar içinde gerçek bir vatan aşkıyla her türlü tehlikeyi göze alarak toplanan Erzurum Kongresi Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Türk Kurtuluş Savaşı' nın ilk temelleri bu Kongre'de atılmış, alınan tarihî kararlar Millî Mücadele'nin temel kurallarını oluşturmuştu.
Erzurum Kongresi kararları şu şekilde özetlenebilir:
1- Do u illeri ile Trabzon ve Canik sanca ı hiçbir sebep ve bahane ile Osmanlı toplulu undan ayrılması mümkün olmayan bir bütündür.
Bu demekti ki ne do u illeri Ermenistan sevdasıyla, ne Karadeniz illeri Pontus hulyasıyla anavatandan ayrılamayacaktır. Bu karar, vatanı ve milleti bölmek isteyenlere karşı ilk esaslı ihtardı.
2- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı, millet birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir.
Bu madde ile milletin, her türlü işgal ve müdahaleyi kesin olarak reddetti i, birlik halinde direnece i bildiriliyordu. Vatan topraklarına yönelik hiçbir işgal ve müdahale, karşılıksız kalmayacaktı. Millet işgal ve istilâyı birlik halinde püskürtmeye kararlıydı.
3- Vatanın ve istiklâlin muhafaza ve teminine ıstanbul Hükûmeti muktedir olamadı ı takdirde, gayeyi temin için Anadolu'da geçici bir hükûmet kurulacaktır.
ıstanbul Hükûmetinin hali ve tutumu belliydi; güçsüz ve beceriksizdi. Memleketi Mondros Mütarekesi ile kayıtsız şartsız galip devletlere teslim etmişti. Ülkeyi uçurumun kenarından ancak ve ancak millî iradeye dayanan bir hükûmet kurtarabilirdi; bu mutlaka gerçekleştirilecekti. Esasen Erzurum Kongresi bu amaca yönelik ilk adımdı.
4- Kuva- i Milliyeyi amil ve irade-i mılliyeyi hâkim kılmak esastır.
Kuva-yi Milliyeden kasdedilen millî kuvvetler, milletin ba rından çıkacak millî bir ordu idi. Bu ordu, milletin kutsal gayesi u runda Milletin arzu ve e ilimleri yönünde mutlaka zafere ulaşacaktı. Milli iradeyi hakim kılmak aynı zamanda demokratik bir esastı. Bu esasta Cumhuriyet rejiminin ilk kıvılcımlarını sezmemek mümkün de ildi.
5- Hıristiyan azınlıklara siyasî hakimiyet ve sosyal dengemizi bozan imtiyazlar verilemez.
Memleketteki azınlıklar yer yer siyasî egemenlik davasına kalkışmıştı. Memleket bütünlü ünü bozucu, vatanı parçalayıcı bu gibi davranışlara imkân verilmeyecekti. Azınlıklara sosyal dengemizi bozan ekonomik, hukuksal ve kültürel -her ne çeşit olursa olsun- ayrıcalıklar ve üstünlükler tanınmayacaktı.
6- Manda ve himaye kabul olunamaz.
Türk milleti her şeyi göze alarak istiklâli için silâha sarılmıştı. Hiç kimseden lûtuf ve yardım beklemiyordu; yabancı devletlerden merhamet istemiyordu. Her ne pahasına olursa olsun istiklâl mutlaka gerçekleşecekti. Parola "Ya istiklâl ya ölüm" idi.
7- Millı Meclis'in derhal toplanmasına ve hükûmet işlerinin meclisin denetimi altında yürütülmesine çalışılacaktır.
MilletılMe evletlerinin baskısı ve Padişah fermanı ile kapatılmış olan clısı derhal toplanmalı, hıikûmetin millet ve memleketin mukadderatı ile ilgili verece i her türlü karar böyle bir meclisin denetiminden geçirilmeliydi. Hükûmet kararları ancak bu şekilde meşruluk kazanacaktı.
8- Milletimiz insanî ve asrî gayeleri tebcil, fennî, sınaî ve iktisadî hal ve ihtiyacımızı takdir eder. Bu cümle ile Türk milletinin yeniliklere açık ruhu belirtiliyordu. Denilmek isteniyordır ki Türk milleti insanî ve uygar amaçların de erini bilen ve kavrayan bir millettir. Nitekim Atatürk milletin çehresini de iştiren büyük inkılâplara başladı ı zaman "yaptı ımız ve yapmakta oldu umuz inkılâpların gayesi, milletimizi her bakımdan uygar bir toplum haline getirmektir. ınkılâplarmızın temel kuralı budur", diyecekti. Kararda geçen "Milletimiz fennî. sınaî ve iktisadî hal ve ihtiyacımızı takdir eder" ifadesinde de harap bir memleketi bayındır hale getirmek için gelecekte gerçekleştirilecek kalkınma hamlelerine işaret edilmekte idi.
Erzurum Kongresi, memleketin bütününü ilgilendiren bu tarihî kararlarıyla bölgesel bir kongre olmaktan çıkmış, kendisinden sonra gelişecek tüm olayları büyük ölçüde etkilemişti. Zira Sivas Kongresi kararları, Erzurum Kongresi kararlarına dayandı. Misak-ı Millî'nin esasında Erzurum Kongresi kararları yer aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanış ve açılış gerekçesi Erzurum Kongresi kararlarına oturtuldu. Mudanya ve Lozan antlaşmalarının ba ımsızlı ı savunan ruhu; ilhamını Erzurum Kongresi kararlarından aldı. Cumhuriyet rejiminin ruhu, irade-i milliyeyi hâkim kılmak esasında toplandı. Ve nihayet "Milletimiz insanî ve asrî gayeleri tebcil eder" cümlesiyle Atatürk inkılâplarının ilk kıvılcımları Erzurum Kongresi'nde parıldadı.
Düşman, Çanakkale'de başarı sa layamamasına, ilerleme gösterememesine ra men, yeni bir çıkarma yapmada kararlıydı. Düşünülen çıkarmanın gerçekleşebilmesi için, her şeyden önce ilk direnç hatlarını oluşturan Arıburnu ve Seddülbahir'deki Türk kuvvetlerinin yerlerinden sökülmesi gerekiyordu. ıngilizler bu amaçla 6 ve 7 A ustos l915 günleri, takviyeli kuvvetlerle yeni bir taarruz daha denediler; düşman kuvvetleriyle, kuvvetlerimiz arasında şiddetli muharebeler oldu. Ancak, Mustafa Kemal'in aldı ı önlemler sayesinde düşmanın bu taarruzu da gelişme imkânı bulamadı.
Arıburnu ve Seddülbahir'deki taarruz devam ederken ıngilizler 6 A ustos 1919 akşamı Çanakkale'nin güney kıyılarına da asker çıkararak ilerlemeye başladı. Bu suretle Anafartalar Bölgesi de ansızın kritikleşti. Gelişen bu buhranlı durum üzerine Liman von Sanders'in emri ile komuta de işikli i yapılarak, "Anafartalar Grubu Komutanlı ı'na 8 A ustos 1915 tarihinde Albay Mustafa Kemal qetirildi. 9 A ustos 1915 günü komutayı ele alan Mustata Kemal, beklemeksizin aynı gün yaptı ı taarruz ile ilerleyen ıngiliz kuvvetlerini tekrar çıkarma yaptıkları kıyılara itti. Aynı günün akşamı Conkbayırı bölgesine geçerek buradaki kuvvetleri de 10 A ustos 1915 sabahı taarruza geçirdi. Böylece düşmanın ilerlemesine imkân verilmemiş; aksine tutundu u mevzilerden tamamen çıkarılarak Anafartalar bölgesine tam anlamıyla hâkim olunmuştu.
Mustata Kemal, 25 Nisan 1915 taarruzunda oldu u gibi 9 ve 10 A ustos taarruzlarında da bizzat ateş hattında bulunmuş, ateş hattından emirler vermiş, bu davranışı yanındaki subay ve erler için ifadesi imkânsız cesaret kayna ı olmuştu. Conkbayırı'nda kalbini hedef alan bir kurşun, cebindeki saate çarpıp geri döndü ünden mutlak bir ölümden kurtuldu. Bu muharebeler esnasında gösterdi i kahramanlık, azim ve yüksek kumanda kudreti, kendisine memleket içinde ve dışında büyük ün sa ladı. Artık o, "Anafartalar Kahramanı" olarak anılıyordu. Aylarca süren çıkarma ve savaşlar sonucu ilerleme kaydedemeyen ıngilizler; nihayet 1915 yılı Aralık sonunda müttefikleriyle beraber Çanakkale'den çekildiler. Düşmanların Çanakkale Bo azı'nı geçememesi, ıstanbul'un işgalini önlemiş; ıngilizlerin, Marmara ve Karadeniz üzerinden müttefikleri Rusya ile ba lantı kurma hayallerini söndürmüştü. Bütün bu olaylar, bir anlamda, I. Dünya Savaşı'nın akışını da etkiliyor, dünya tarihinin yönünü de iştiriyordu. Bu savaşlarda ıngilizler insan, araç ve gereç yönünden Türklerden şüphesiz ki çok fazla idi; ancak onların unuttukları nokta, Türk askerinin tarihsel kahramanlı ı ve bu kahramanlı ı yönlendiren Mustafa Kemal faktörü idi.
Mustafa Kemal, Çanakkale Muharebeleri'nin eski şiddetini kaybetti i 1915 yılının son aylarında, son bir taarruzla düşmanı tutundu u kıyılardan da sökerek onu tam ma lûp duruma düşürmek görüşünde idi. Ancak bu teklifi, Ordu Komutanı Liman von Sanders tarafından, düşmanın da kıyıdan yapaca ı topçu ateşinin a ır zayiat verdirebilece i endişesiyle benimsenmedi. Artık bu cephede yapacak bir şey kalmamıştı. Mustafa Kemal, 10 Aralık 1915'te "Anafartalar Grubu Komutanlı ı"nı, Fevzi (Çakmak) Paşa'ya bırakarak izinli olarak Çanakkale'den ayrıldı; ıstanbul a döndü.
Mustafa Kemal, 27 Ocak 1916'da karargâhı Edirne'de bulunan Onaltıncı Kolordu Komutanlı ı'na atandı. Kısa süre sonra bu Kolordu'nun aynı isimle Diyarbakır'da kurulması kararı üzerine yine Kolordu Komutanı olarak
11 Mart 1916'da Diyarbakır-Bitlis-Muş Cephesine tayin edildi. Mustafa Kemal, 26 Mart 1916'da Diyarbakır'a gelerek komutayı ele aldı. 1 Nisan 1916'da Generalli e yükseltildi. Diyarbakır'a gelişini takiben kısa bir hazırlıktan sonra 3 A ustos 1916 sabahı emrindeki kuvvetleri Bitlis ve Muş yönünde taarruza geçirdi; Ruslarla iki tümenimiz arasında taarruz ve karşı taarruz şeklinde şiddetli çarpışmalar oldu. Nihayet 8 A ustos 1916 sabahı Muş, aynı günün akşamı Bitlis kuvvetlerimiz tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. Muş; ne yazık ki 25 A ustos 1916'da tekrar Rusların eline düşmüştü. Mustafa Kemal Paşa, 2. Ordu Komutanlı ı sırasında, 14 Mayıs 1917'de Muş'u ikinci defa Rus işgalinden kurtardı.
Mustafa Kemal Paşa, Aralık 1916'da Ahmet ızzet Paşa'nın izinli olarak bir süre ıstanbul'a gitmesi üzerine vekâleten 2. Ordu Kumandanlı ına tayin edildi. Karargâhı Diyarbakır'da olan bu ordunun Kurmay Başkanı Albay ısmet (ınönü) Bey'di. Büyük Kumandanın, ınönü ile yakından tanışması, emir-komuta zinciri içinde çalışması bu tarihlere rastladı.
Mustafa Kemal Paşa,14 şubat 1917'de Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanlı ı'na atanması üzerine şam'a giderek Sina Cephesini teftiş etti ise de 5 Mart 1917 tarihinde Diyarbakır'da 2. Ordu'ya vekâleten komutan atandı. Tekrar Diyarbakır'a dönen Mustafa Kemal Paşa, 16 Mart 1917'de asaleten
2. Ordu Komutanlı ına getirildi. Fakat bu görevde de çok kalmayarak 5 Temmuz 1917 tarihinde Yıldırım Orduları Grubu Komutanlı ı'na ba lı olarak Halep'te kurulması kararlaştırılan 7. Ordu'nun başına getirildi. Bu cephenin umumî idaresi Falkenhein adlı bir Alman generaline verilmişti. Mustafa Kemal Paşa, 15 A ustos 1917 günü Halep'e gelerek göreve başladı. Fakat bir süre sonra General Falkenhein ile aralarında askeri görüşler ve uygulanacak harekat bakımından anlaşmazlık çıktı; bu anlaşmazlık sonucu Mustafa Kemal Paşa, 1917 Ekim başlarında istifa mecburiyetinde kaldı. Kendisine tekrar Diyarbakır'daki eski görevi teklif edildi ise de kabul etmeyerek ıstanbul'a geldi. 7 Kasım 1917'de Genel Karargâh'ta görevlendirildi. Ancak kısa süre sonra Veliaht Vahdettin Efendi'nin maiyetinde Alman Umumî Karargâhını ve Alman Cephelerini ziyaret etmek üzere Almanya seyahatine iştirak etti.
15 Aralık 1917 - 4 Ocak 1918 arasını kapsayan bu seyahat esnasında Mustafa Kemal, Alman askeri çevrelerinde incelemeler yaparak, Alman ımparatoru II. Wilhelm ve devrin tanınmış komutanlarıyla görüştü. Onlara -hoşlanmasalar da- I. Dünya Harbi'nin muhtemel sonuçları hakkındaki görüşlerini açıkça ve belirgin şekilde anlatıyordu.
Mustafa Kemal Paşa, 20 gün süren Almanya seyahatinden ıstanbul'a döndükten bir süre sonra böbrek rahatsızlı ı nedeniyle Viyana ve Karlsbad'a giderek tedavi gördü. 13 Mayıs 1918 - 4 A ustos 1918 arasını kapsayan bu seyahat dönüşü General Falkenhein'in yerine Yıldırım Ordular Grubu Komutanlı ı'na getirilmiş olan General Liman von Sanders'in emrindeki 7. Ordu'ya A ustos 1918'de tekrar komutan oldu ve 15 A ustos 1918 günü Halep'e geldi. Mustafa Kemal, bu cephede ıngilizlere karşı başarılı müdafaa savaşları yaptı. Takviyeli ıngiliz kuvvetleri karşısında, O'nun maharet ve dirayeti sayesinde, bu bölgedeki Türk Ordusu da ılmaktan kurtarılmış; büyük bir düzen içinde Halep'e kadar çekilme başarısını göstermişti.
Fakat I. Dünya Savaşı Almanya ve müttefikleri aleyhine gelişiyordu.
29 Eylül 1918 tarihinde Bulgaristan savaştan çekilmiş, 4 Ekim 1918 tarihinde de Almanya mütareke istemişti. ıstanbul'da Talat Paşa Kabinesi istifa etmiş, yeni Kabineyi Ahmet ızzet Paşa kurmuştu. Bu gelişmeler karşısında Mustafa Kemal Paşa yetkili makamlara, askerî ve siyasî önerilerine devam etti ise de yine kabul ettiremedi. Nihayet 30 Ekim 1918 tarihinde de Osmanlı Devleti, itilâf devletleri ile Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak l. Dünya Savaşı'ndan çekildi.
Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi'nin imza edildi i günün ertesi,
31 Ekim 1918 tarihinde Yıldırım Ordular Grubu Komutanlı ı'na getirildi ise de artık yapacak birşey kalmamıştı. 7 Kasım 1918 tarihinde bu Grup Kumandanlı ı'nın da Padişah iradesiyle kaldırılması üzerine Adana'dan hareketle 13 Kasım 1918 günü ıstanbul'a geldi. Artık Türkiye, mütareke şartlarını yaşıyordu ve kendisi de Harbiye Nezareti emrine verilmiş bir Ordu Kumandanı idi.
Memleket ve milletin içinde bulundu u şartlar a ır idi. Büyük bir savaş sonunda, ma lup bir devlet olarak 30 Ekim 1918'de "Mondros Mütarekesi" adı verilen şartları a ır bir anlaşma imzalanmış, bu anlaşma şartlarına dayanılarak memleketin birçok bölgesi galip devletlerce işgal edilmiş, ordumuz da ıtılmış, bütün silâh ve cephane galip devletlerin emrine verilmişti. Osmanlı memleketleri tamamen parçalandı ı gibi, Türk'ün ana yurdu, Anadolu da galip devletler arasında taksime u ruyordu. ıtalyanlar Antalya'ya çıkmıştı. ıskenderun, Adana, Mersin, Antep, Maraş, Urfa işgal altında idi. Kars'ta ıngilizler idareyi ele almıştı. Trakya işgal altında idi. Düşman donanması ıstanbul sularında demirlemişti. Çanakkale ve ıstanbul Bo azları tutulmuştu. ıstanbul ve ıstanbul Hükûmeti ıtilâf Devletlerinin baskı ve kontrolü altında idi. Padişah ve hükümet, düşmanlara âlet olmuş, âciz ve şaşkın bir vaziyette sadece kendileri için emniyet ve kurtuluş yolu aramakta idiler. Anadolu'nun her şehrinde ecnebi subaylar dolaşıyor, ıtilâf Devletleri temsilcisi sıfatıyla direktifler veriyorlardı. Yunanlılar da ızmir'i işgal hazırlıklarıyla meşguldu; bu yolda büyük çaba harcıyorlar, ıtilâf Devletlerini iknaya çalışıyorlardı. Nihayet 15 Mayıs 1919'da bu gayelerine eriştiler.
Olayların bu şekilde gelişece ini Mustafa Kemal, önceden sezinlemişti. Nitekim Mondros Mütarekesi'nden 5 gün sonra, 5 Kasım 1918'den itibaren Harbiye Nezaretinden Mondros Mütarekesi gere ince ordulara terhis emirleri gelme e başladı. Atatürk, aynı gün Adana'dan Sadrazam Ahmet ızzet Paşa'ya ilk ikaz telgrafını çekti: "Ciddî olarak arzederim ki gereken tedbirleri almadıkça orduyu terhis etmeyiniz! şayet orduları terhis edecek ve ıngilizlerin her dedi ine boyun e ecek olursak düşman ihtiraslarının önüne geçme e imkân kalmayacaktır". Bu, Atatürk'te, her şey bitti zannedilen bir zamanda da kurtuluş ümidinin sönmedi ini, pek çoklarının düştü ü yeis ve ümitsizli e asla kendisini kaptırmadı ını gösterir.
Fakat, acıdır ki Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılan bütün bu haklı itirazlar etkisiz kalır ve ordunun terhisine sür'atle devam edilir. Çünkü genel kanaat, ıtilâf Devletleri ile herhangi bir mücadeleye giremeyece imiz, böyle bir mücadelenin aleyhimize sonuçlanaca ı idi. O halde ıtilâf Devletlerini gücendirmeyecek, Mondros Mütarekesi şartlarını yerine getirecektik. ıstanbul Hükümetinin görüşü ve davranışı bu idi.
Padişah ve hükümetini saran bu umutsuzlu a ra men, milletimiz, haksız işgal ve istilâlara karşı nefsini müdafaa yolunda her çabayı gösteriyor; memleketin çeşitli yörelerinde düşmanla mahalli kuvvetler arasında çarpışmalar oluyordu. Di er taraftan mütecaviz dügmana karşı koymak ve kurtuluş çareleri aramak üzere Anadolu'da yer yer milli teşkilâtlar oluşturuluyordu. Ancak bütün bu kuruluşlar, ayrı ayrı çalışmaları sebebiyle istenilen ölçüde etkili olamıyorlar, bütün memleketi kapsayan bir hareket ve birlik gösteremiyorlardı.
Mütareke Türkiye'si, aklın alamayaca ı derecede karışık bir Türkiye'dir. Bölgesel direnme hareketlerine öncülük eden Müdafaa-i Hukuk, Muhafaza-i Hukuk, Redd-i ılhak gibi cemiyetlerin yanı sıra özellikle ıstanbul'da güya kurtuluş çareleri arayan yüzlerce cemiyet kurulmuştu. ıngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti, Cemiyet-i Akvam, Müzaheret Cemiyeti bunlann başlıcalarıdır. Kurtuluş çareleri de işikti. Bir kısmı ıngilizlerin, bir kısmı Fransızların himayesini istiyordu, bir kısmı Amerikan mandasını öneriyordu. Bir kısım kimseler de Mondros Mütarekesi gere ince padişah ve halife için hükümranlık hakkı tanınan küçük bir bölgede Osmanlı Devleti'ni sembolik olarak devam ettirme düşüncesinde idiler. Memleketin içinde bulundu u karışıklıktan istifade çareleri arayan bazı cemiyetler de vatan toprakları üzerinde millî birli i parçalayıcı faaliyetlere girişmişlerdi.
Bu durum karşısında ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi. Tarih kültürü çok geniş olan ve tarihten sonuç çıkarmasını çok iyi bilen Atatürk, gerçek kararı sezmekte gecikmedi. Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenli e dayanan, kayıtsız şartsız ba ımsız yeni bir Türk Devleti kurmak idi. Atatürk'e göre önemli olan "Türk milleti'nin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıydı. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemezdi. Yabancı bir milletin himaye ve efendili ini kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunlu u, acizlik ve miskinli i itiraftan başka birşey de ildi. Halbuki Türk'ün haysiyet ve gururu çok yüksek ve büyüktü. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyiydi". Öyleyse Milli Mücadele'nin parolası "Ya istiklâl ya ölüm!" olacaktı.
Artık Anadolu'ya geçerek Millî Mücadele bayra ını açmak gerekiyordu. ışte bu sıralarda, Mustafa Kemal Paşa'yı ıstanbul'dan uzaklaştırmak amacıyla, kendisine Dokuzuncu Ordu Müfettişli i teklif edildi. Mustafa Kemal Paşa, kendisine geniş salâhiyetler tanıyan bu vazifeyi kabul etti.
16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuru ile ıstanbul'dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'da Anadolu topraklarına ayak bastı. Kendisinin Anadolu'ya gönderiliş gerekçesi, "Samsun ve çevresindeki asayişsizli i yerinde görüp incelemek ve tedbir almak"tan ibaretti. Hükûmete verilen ınqiliz raporlarında, bu bölgede Türklerin, Rumlara karşı gerilla hareketine giriştikleri ve bölgenin asayişini bozdukları bildirilmekte ise de durum tam tersine idi. Bu bölgede, Pontus Rum Devleti kurma amacına yönelik geniş bir Rum faaliyeti vardı. Baskı gören Rumlar de il, Türklerdi. Rum Patrikhanesinden idare edilen Mavri Mira Cemiyeti bu bölgede kurdu u çeteler vasıtasıyla Türk köylerini basıyor, katliamlar yapıyor, yerli halkı yıldırmak istiyordu. Bu girişimlere karşı vatansever Türkler de mukabil çeteler oluşturmuşlar; bölge Rumları ile mücadeleye başlamışlardı. Bütün bu gerçeklere ra men Mustafa Kemal Paşa'ya verilen talimat gere ince bölge Türklerinin direnmeleri önlenecekti. Mustafa Kemal Paşa, görevi kabul için Ordu Müfettişli i sıfatı ve geniş salâhiyetler istedi. ıstanbul Hükûmeti bu istekleri de kabul etti.
Saray ve ıstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa'nın bu görevi yapaca ını zannetmişti. Oysaki Mustafa Kemal'in düşünceleri tamamen başka idi. Ama bu görev, kuşkuları çekmeksizin Anadolu ya geçmek için de erlendirilmesi gereken bir fırsattı. Kendisine verilen yetkileri de, geri alınıncaya kadar milletin menfaatleri adına kullanmak vicdanî bir davranış idi. Esasen olayların akışı da kısa zamanda bunu ispatlayacaktı. Mustafa Kemal Paşa ıstanbul'dan ayrılmadan önce başta sadrazam olmak üzere kabine azalarının hemen hepsi ile ve en sonunda Padişahla görüşmüştü. Fakat bu kişilerin hiçbirinde memleketi içinde bulundu u badireden kurtaracak bir enerji, bir ümit ışı ı görmemiş, görememişti. ıstanbul Hükümetinin ve Padişahın davranışlarında ıtilâf Devletlerini gücendirmemek görüşünün a ır ezikli ini hissetti. Oysaki onların kararlarına uymak de il, karşı koymak lâzımdı. ışte Anadolu'ya bu gaye ile gidiyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın ıstanbul'dan ayrılırken yakın arkadaşlarına söyledi i şu sözler bu bakımdan büyük önem taşımaktadır: "Düşman süngüsü altında milli birlik olamaz. Ancak hür vatan topraklarında memleketin istiklâli ve milletin hürriyeti için çalışılabilir. Bu gayeyi tahakkuk ettirmek üzere Anadolu'ya gidiyorum".
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçer geçmez planını uygulamaya başladı. 21 Mayıs 1919'da Kâzım Karabekir'e çekti. Telgrafta bu davranışını şöyle belirtiyordu: "Umumî durumumuzun aldı ı vahim şekilden pek müteessirim. Millet ve memlekete borçlu oldu um en son vicdani vazifeyi yakından müşterek çalışma ile en iyi şekilde yerine getirmek mümkün olaca ı kanaati ile bu son memuriyeti kabul ettim".
Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıktıktan 2 gün sonra, 21 Mayıs 1919'da Genelkurmay Başkanlı ı'na Samsun ve çevresindeki asayişsizli in sebeplerini açıklayan ne ıstanbul Hükûmetinin ne de ıtilâf Devletleri temsilcilerinin hoşlanmadı ı şu telgrafı çekti: "Rumlar bu bölgede, Pontus Hükümeti teşkili gibi bir safsata etrafında toplanmış ve Rum çeteleri hemen kâmilen siyasi bir şekle dönüşmüştür". 22 Mayıs 1919'da Samsun'dan Sadaret'e gönderdi i raporu da şu cümle ile noktaladı: "Millet birlik olup hâkimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef almıştır". Bu anlamlı ifadede Anadolu'da beliren Milli Mücadele azmini sezmemek mümkün de ildir. ışte bu raporlar ıstanbul'a geldikten sonradır ki ıtilâf Devletleri temsilcileri ıstanbul Hükümetinden sordu: "Tanınmış bir Türk generalinin Anadolu'da ne işi vardır?" Bunun üzerine ıstanbul Hükûmeti, Anadolu'ya gönderdi i müfettişi geri ça ırma girişimlerine başladı.
Artık Anadolu'da başlayan Millî Mücadele, liderini bulmuş, da ınık ve bölgesel mukavemetler bir bayrak altında toplanmaya başlamıştı. Bunun ilk örne ini 22 Haziran 1919'da Mustafa Kemal imzasıyla Amasya'dan bütün memlekete duyurulan bir tamimde görüyoruz. Bu genelgede kutsal bir ses işitiliyordu: "Vatanın bütünlü ü, milletin istiklâli tehlikededir. Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır". Bu cümleler Milli Mücadele'nin örgütlü olarak fiilen başladı ının onun imzası ile bütün cihana ilânı idi. Bu genelge di er bir maddesiyle beliren millî tehlike karşısında izlenecek ilk yolu da belirtiyordu: "Her vilâyetten seçilecek milletin güvenini kazanmış delegelerle, Anadolu'nun en emin yeri olan Sivas'ta derhal bir millî kongre toplanacaktır".
Mustafa Kemal Paşa, Amasya Tamimi adıyla ünlü bu genelgesini yaptıktan sonra Erzurum'a geçmek üzere 27 Haziran 1919'da halkın sevinç gösterileri arasında Sivas'a geldi. şehirde kaldı ı 1 günlük süre içinde, Erzurum Kongresi'ni takiben Sivas'ta yapılacak Kongre için ilgililere gerekli direktifleri vererek Erzurum'a hareket etti. Atatürk, 3 Temmuz 1919 günü Erzurum'a geldi. Kendisi der ki "Benim Erzurum'a gelişim, bütün milletin ateşten bir çember içine alınmış oldu u bir zamana tesadüf etti. Bütün millet bu çemberin içinden nasıl çıkılaca ını düşünmekte idi". O, Ilıca önlerinde Erzurumlular tarafından coşkun bir şekilde karşılandı ı zaman Çukurova da muhacir olarak bulunup Erzurum'a dönen ihtiyar Mevlüt A a ile aralarında geçen konuşma, bu ateşten çember içinden mutlaka çıkılması gerekti i fikrini Atatürk'te daha da perçinledi. ıhtiyar, fakat dinç Mevlüt A a'ya Mustafa Kemal Paşa sordu:" - Çukurova gibi verimli bir memleketten niye döndün? Yoksa geçinemedin mi?" Mevlût A a derhal cevap verdi: "- Hayır Paşam, geçimimiz çok rahattı. Son günlerde işittim ki ıstanbul'daki ırzıkırıklar, bizim Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlar? Bu sözler, milletle beraber, millet için çalışmak üzere Erzurum' a gelen Mustafa Kemal Paşa'yı çok duygulandırmış, gözlerini yaşarmıştı. Etrafındakilere döndü ve : "-Bu milletle neler yapılmaz".
Atatürk, Erzurum'a gelişinden 5 gün sonra, 8-9 Temmuz 1919'da "Sine-i millette bir ferd-i mücahit" olarak çalışmak üzere çok sevdi i askerlik mesle inden ve görevinden istifa etti. Artık bir millet ferdi olarak, milletten kuvvet, kudret ve ilham alarak tarihi vazifesine devam ediyordu.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN SıVıL HAYATI
Askerlikten istifasını takiben Erzurumluların iste i üzerine Vilâyat-ı şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum şubesinin Heyet-i Faale başkanlı ına getirildi. Cemiyet, o günlerde daha evvelce alınan bir karar gere ince do u illerini kapsayan bir kongrenin hazırlıkları içinde idi. Mustafa Kemal'in Heyet-i Faale reisi olarak bu kongreye iştiraki mümkündü; fakat o, bu kongreye özellikle Erzurum'dan üye olarak iştirak etmek istiyordu. Ne çare ki Erzurum üyeleri evvelce seçilmişti; ama buna da bir çözüm bulundu. Erzurum'un iki de erli evlâdı, Kâzım Yurdalan ve Cevat Dursuno lu Erzurum üyeli inden istifa etmek suretiyle yerlerini Mustafa Kemal ve Rauf Bey'e bıraktılar. Bu suretle Mustafa Kemal Paşa'nın kongreye girişi meşruluk kazandı.
Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919'da tek katlı bir ilkokul salonunda 62 delegenin iştirakiyle toplanmıştı. Kongre bir kurucu meclis gibi çalışarak 14 gün devam etti ve 7 A ustos 1919 da çalışmalarına son verdi. Kongreyi geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açmış, delegelerin isim okunarak yoklaması yapıldıktan sonra başkanlık seçimine geçilmişti. Yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa başkan seçildi.
Millî Mücadele'ye bayrak olan bir kongrenin Erzurum'da toplanışı bir tesadüfün eseri de ildi; Mondros Mütarekesi'nden sonra müdafaa şuurunun en keskin bir şekilde meydana çıktı ı bölgelerden biri Erzurum idi. Zira Mütareke hükümlerine göre asırlarca şehit kanıyla sulanmış Erzurum topraklarını da içine almak üzere bir Ermenistan kurulması isteniyordu. Bu durum, bölgedeki millî birlik ve mukavemet şuurunu daha da bileyledi. Keza Kongre'ye Do u Karadeniz il ve kasabalarını temsil etmek üzere 17 delege ile iştirak eden Trabzon'da da Pontus tehlikesi vardı. Bölge Rumları, Mondros Mütarekesi'nden faydalanarak Do u Karadenız şehirlerini kapsayacak bir Pontus Rum Devleti kurma hayali içindeydiler. Bu bakımdan Do u Anadolu şehirleri ile tehlike müşterekti.
Erzurum Kongresi güç şartlar altında toplanıyordu. Çünkü Kongre üyelerinin vilâyetlerce gerek seçiminde, gerekse seçilenlerin Kongre'ye gönderilmesinde büyük güçlükler çıkarılıyordu. Mülkî âmirlerin büyük kısmı, ıstanbul Hükûmeti'nin baskısı ile delegeleri korkutuyorlar, yola çıkmalarını engelliyorlar, hatta bazı vilâyetler kesin olarak delege göndermemekte direniyorlardı. Elâzı , Diyarbakır ve Mardin illerinden seçilen üyeler valilik baskısı sebebiyle yola çıkmaktan alıkonulmuşlar, dolayısıyla Kongre'ye iştirak edememişlerdi. Bu sebeple Kongre'nin toplanabilmesi için Müdafa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum şubesinin gayretleri yanında Mustafa Kemal Paşa tarafından da ciddî teşebbüslerde bulunmak icap etti. Vilâyetlerin herbirine açık telgraflar gönderilmekle beraber, bir taraftan da şifre telgraflarla valilere, komutanlara gerekti i şekilde tebligatta bulunuldu.
Nihayet yeteri kadar temsilci getirtilip Kongre'yi toplamaya muvaffak olundu.
ışte bu şartların oluşturdu u hava içinde gerçekleştirilen Erzurum Kongresi, Vilâyat-ı şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum şubesi ile Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti'nin müştereken hazırladı ı bir Kongre idi. O günkü mülkî taksimatta Trabzon'un kapsadı ı Do u Karadeniz il ve ilçelerinden 17, Erzurum un kapsadı ı il ve ilçelerden 25, Sivas'ın kapsadı ı il ve ilçelerden 14, Bitlis'ten 4 ve Van'dan 2 delegenin iştiraki ile toplam 62 üye ile toplanmıştı. Bugünkü idarî taksimat gözönüne alındı ı takdirde 30'a yakın Do u Anadolu ve Do u Karadeniz illerini ve bunların ilçelerini kapsamaktadır.
Erzurum Kongresi'nin toplanışı ve çalışmalarına başlamasıyla ıstanbul da Saray ve Hükûmet tarafından, Anadolu'da yükselen bu kurtuluş sesini bo mak için yo un bir faaliyet başladı. Ajanslarla Mustafa Kemal'in devlete başkaldıran bir asi oldu u, Erzurum Kongresi'nin kanunsuz toplandı ı ilân edildi. Mustafa Kemal Paşa'yı tutuklamak için her türlü tedbire başvuruldu. ıstanbul Hükûmeti, Erzurum Kongresi'nin da ılmasını, Kongre ye katılanların yakalanarak ıstanbul Divan-ı Harbine sevklerini emretti ise de millet fertlerini saran o zamanki millî hava içinde hiçbir makam bu emri yerine getirmeye teşebbüs edemedi.
ışte bu derece güç şartlar içinde gerçek bir vatan aşkıyla her türlü tehlikeyi göze alarak toplanan Erzurum Kongresi Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Türk Kurtuluş Savaşı' nın ilk temelleri bu Kongre'de atılmış, alınan tarihî kararlar Millî Mücadele'nin temel kurallarını oluşturmuştu.
Erzurum Kongresi kararları şu şekilde özetlenebilir:
1- Do u illeri ile Trabzon ve Canik sanca ı hiçbir sebep ve bahane ile Osmanlı toplulu undan ayrılması mümkün olmayan bir bütündür.
Bu demekti ki ne do u illeri Ermenistan sevdasıyla, ne Karadeniz illeri Pontus hulyasıyla anavatandan ayrılamayacaktır. Bu karar, vatanı ve milleti bölmek isteyenlere karşı ilk esaslı ihtardı.
2- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı, millet birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir.
Bu madde ile milletin, her türlü işgal ve müdahaleyi kesin olarak reddetti i, birlik halinde direnece i bildiriliyordu. Vatan topraklarına yönelik hiçbir işgal ve müdahale, karşılıksız kalmayacaktı. Millet işgal ve istilâyı birlik halinde püskürtmeye kararlıydı.
3- Vatanın ve istiklâlin muhafaza ve teminine ıstanbul Hükûmeti muktedir olamadı ı takdirde, gayeyi temin için Anadolu'da geçici bir hükûmet kurulacaktır.
ıstanbul Hükûmetinin hali ve tutumu belliydi; güçsüz ve beceriksizdi. Memleketi Mondros Mütarekesi ile kayıtsız şartsız galip devletlere teslim etmişti. Ülkeyi uçurumun kenarından ancak ve ancak millî iradeye dayanan bir hükûmet kurtarabilirdi; bu mutlaka gerçekleştirilecekti. Esasen Erzurum Kongresi bu amaca yönelik ilk adımdı.
4- Kuva- i Milliyeyi amil ve irade-i mılliyeyi hâkim kılmak esastır.
Kuva-yi Milliyeden kasdedilen millî kuvvetler, milletin ba rından çıkacak millî bir ordu idi. Bu ordu, milletin kutsal gayesi u runda Milletin arzu ve e ilimleri yönünde mutlaka zafere ulaşacaktı. Milli iradeyi hakim kılmak aynı zamanda demokratik bir esastı. Bu esasta Cumhuriyet rejiminin ilk kıvılcımlarını sezmemek mümkün de ildi.
5- Hıristiyan azınlıklara siyasî hakimiyet ve sosyal dengemizi bozan imtiyazlar verilemez.
Memleketteki azınlıklar yer yer siyasî egemenlik davasına kalkışmıştı. Memleket bütünlü ünü bozucu, vatanı parçalayıcı bu gibi davranışlara imkân verilmeyecekti. Azınlıklara sosyal dengemizi bozan ekonomik, hukuksal ve kültürel -her ne çeşit olursa olsun- ayrıcalıklar ve üstünlükler tanınmayacaktı.
6- Manda ve himaye kabul olunamaz.
Türk milleti her şeyi göze alarak istiklâli için silâha sarılmıştı. Hiç kimseden lûtuf ve yardım beklemiyordu; yabancı devletlerden merhamet istemiyordu. Her ne pahasına olursa olsun istiklâl mutlaka gerçekleşecekti. Parola "Ya istiklâl ya ölüm" idi.
7- Millı Meclis'in derhal toplanmasına ve hükûmet işlerinin meclisin denetimi altında yürütülmesine çalışılacaktır.
MilletılMe evletlerinin baskısı ve Padişah fermanı ile kapatılmış olan clısı derhal toplanmalı, hıikûmetin millet ve memleketin mukadderatı ile ilgili verece i her türlü karar böyle bir meclisin denetiminden geçirilmeliydi. Hükûmet kararları ancak bu şekilde meşruluk kazanacaktı.
8- Milletimiz insanî ve asrî gayeleri tebcil, fennî, sınaî ve iktisadî hal ve ihtiyacımızı takdir eder. Bu cümle ile Türk milletinin yeniliklere açık ruhu belirtiliyordu. Denilmek isteniyordır ki Türk milleti insanî ve uygar amaçların de erini bilen ve kavrayan bir millettir. Nitekim Atatürk milletin çehresini de iştiren büyük inkılâplara başladı ı zaman "yaptı ımız ve yapmakta oldu umuz inkılâpların gayesi, milletimizi her bakımdan uygar bir toplum haline getirmektir. ınkılâplarmızın temel kuralı budur", diyecekti. Kararda geçen "Milletimiz fennî. sınaî ve iktisadî hal ve ihtiyacımızı takdir eder" ifadesinde de harap bir memleketi bayındır hale getirmek için gelecekte gerçekleştirilecek kalkınma hamlelerine işaret edilmekte idi.
Erzurum Kongresi, memleketin bütününü ilgilendiren bu tarihî kararlarıyla bölgesel bir kongre olmaktan çıkmış, kendisinden sonra gelişecek tüm olayları büyük ölçüde etkilemişti. Zira Sivas Kongresi kararları, Erzurum Kongresi kararlarına dayandı. Misak-ı Millî'nin esasında Erzurum Kongresi kararları yer aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanış ve açılış gerekçesi Erzurum Kongresi kararlarına oturtuldu. Mudanya ve Lozan antlaşmalarının ba ımsızlı ı savunan ruhu; ilhamını Erzurum Kongresi kararlarından aldı. Cumhuriyet rejiminin ruhu, irade-i milliyeyi hâkim kılmak esasında toplandı. Ve nihayet "Milletimiz insanî ve asrî gayeleri tebcil eder" cümlesiyle Atatürk inkılâplarının ilk kıvılcımları Erzurum Kongresi'nde parıldadı.
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca