Thread Rating:
  • 0 Vote(s) - 0 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Mektubati Şeyh Ahmed El-Haznevi 7.Bölüm
#1
Oku-1 
Mektubati Şeyh Ahmed El-Haznevi 61-62-63-64-65-66-67-68-69-70. Mektuplar

Altmışbirinci Mektub
Bir talâkın fetvâsı için bâzı tâbilerine yazmıştır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kâinatta hiç bir varlık yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salât ü selam, yaratıklarının en hayırlısı olan Muhammed’in (Sallâllahü aleyhi ve sellem) bütün âl ve ashabmın üzerine olsun!.
Birisi karısına, boşanmıştır, boşanmıştır... deyince ,mecliste hazır olanlardan biri, ona «Falan adamın kızı de!» Üçüncü def’a falanın kızı boşanmıştır, demiş. Bu sözleri, talâkın kinâyesi midir, boşamaya niyet etmediği dâvasında musaddak mıdır (Doğrulanır mı ) diye sorulan sorunun cevabı: Adamın dediği gibi bu sözü, talâkın sarihi olup ilk söylediği sözü ile bir talakı düşer. İkincisi ise ,iddia ettiğine göre, evvelki sözünün te’kidi olduğu için hiç bir talakı vaki olmaz. Üçüncü sözü ile evvelki sözünün arasına fasıl vaki olduğundan bir talakı daha düşer ve böylece iki talakı düşmüş olur. Kadının idd’eti ( ) tamam olduğundan yeniden zevcesini nikah edebilir, sözün hülâsası, zevcesi baine (üç talak ile) olarak kendisinden boşanmış, lakin yeniden nikahının yapması caizdir. Allah, çok bilicidir. Şeyh Mecül ile Molla ibrahim’e selam ederiz.

Altmışikinci Mektub
Saliki (kendisinde tasavvufa çalışan) Sıhı köyünden Molla İbrahim’e, kendisine tabi olmadan önce, Şeyhdeıı (Kuddise sirruh) darılmasının ve ona layık olmayan şeyleri zatına isnat etmesinin hiç bir sebebi olmadığının, insan nefsini görmeyip onu her şeyden daha noksan olduğunu bilmesi lazım olduğunun, bütün masiyet ve gaflet nefisten razı olmaktan geldiğinin, bütün taatların esası, nefisten razı olmamasının, Nakşibendiye tarikatından maksad, tevazu ve salik kendi vücüdunu görmemesi olduğunun bir hikmete binaen Şeyh (Kuddise sirruh) bazı iyi ve övülen ahvâlini bildirmesinin ve bu konu ile igili mes’elenin beyanı hakkındadır.

ALLAHIN ADIYLA BAŞLARIM

Allah’a hamd oLsun, o herşeye kafidir. Selam, Allah’ın seçtiği kullârının üzerine olsun!
Sonra, bu mektüb, nefsinin helakine acele ile çalışan köleden, yarınki güııüııün (kıyamet gününün) azabı ile, geçen zamanda yaptığı günahlarından gafil olup günlük dünya işiyle meşgul olan Nakşibendi tarikatına mensub Ahmed’den, Allah yolundaki kardeşi ve dostu Hac El Haremeyn, faziletli alim vezeki Sıhılı Molla İbrahim’edir. Muhammed’in (onun, alinin ve sahabesinin üzerine salat ü selam olsun) hürme’tine bağışlayıcıdan, (Allah) kendisine verilen ni’met devamla çoğalıp işlerinde başarı ve iyilikle sonuçlanmasıyla te’yid e’dilsin.
Kendisi, size ve sizde bulunan talebe ve dostlara selam edip, sizden ve onlardan dua diler. Sonra şu arz edilir ki, bu fakire karşı olan eski öfkenizi tekrarlamakta olduğunuzu def’alarca bazı kimselerin ağzından işittik. 0 fakir ki, mecliste bulunsa hatırı sorumlak için keııdısine iltifat edilmez. Hazır değilse, az akla geldiği için hatıra gelmez.

Kardeşim! Evliyâ. sınıfından olan bâzı muhakkik arifler, «Fasık bir mü’ minin de iman nüru belirtilseydi, yer ile göğün arasım dolduracaktı.» demişlerdir. Bu miskin göle de Resfıl-i Emin Peygamberin (Sallallahü aleyhi ve sellem) adaşı (ismi Ahmed) der ki, çok fasık olan mü’minlerden herhangi birisini görsem, illa. benden ahlakça daha güzel olduğurıu itikad ederim. Cünkü onun imanı sabittir. Fasıklığı belli değildir. Fakat nefsimin ayıbları bence aşikardın. Sonucum meçhuldür. Bir çok fısk ve fücür sahibi kişiler, sonunda en kamil arif olan evliyadan olmuş ve bir çok salih ve vera sahibi olan kimse de, sonunda esfel-i safiline (aşağılardan daha aşağı tabakaya) düşürülmüştür. Hülasa: Müslümanlardan herhangi birisinden kızmak mü’minierin herhangi birisini gıybet etmek, ondan kıskanmak, Allah’ın kullarından herhangi birisinin üzerine kendimi üstün görmek, benim için mümkün değildir. İlimleriyle amel edenlerden kamil, alim ve faziletli olan zattan değil, nefsimi fasıklardan herhangi bitisinden bile üstün olduğunu itikad etmiyorum. Kendime ve size ve diğer bütün müslümanlara manevi afetlerden âfiyet dilerim. Keşif elli ve temiz ruhlu olan arif ve alimler, bütün masiyet, gaflet ve şehvetin esası, insanın kendi nefsinden razı olmasındandır. Taat, gafletten ayılma ve iffetin aslı da insan kendi nefsinden razı olmamasıdır, di¬ye kat’i olarak ittifak ettikleri halde, kendi nefsi emmaremi herhangi bir kimsenin üzerine nasıl üstün tutabilirim Gerçekten Peygamber de (Sallallahü aleyhi ve sellem) «Kendi ayıbı, onu başkasının aybını görmekten meşgul eden kimseye ne mutlu.» Yine kendisi, «Kişi ilmiyle amil olmadıkça alim olamaz.» buyurmuştıır. Allah’a yemin ederim ki, şahsım ayıblarla dolu olup, maksadım mü’min kardeşlerinin ayıblarıyla uğraşmak değildir. Keza anam beni doğurduğu zamandan beri hayırları yaptığıma inanmıyorum. Nefsimin, bütün hayırlardan müflis olduğunu biliyorum. Çünkü yapılan ameller ancak niyetlere bağlıdır. Niyet, ibadetlerin ruhudur. İhlassız niyet de yoktur. Bütün a’melleri.ınde ihlas mevcut değildir. Bu tarikat reisi El-Hace Bahaeddin Naikşibendi (Kuddise sirruh) ve (Radıyallahü anh). «Ben nefsimi bütün şeylerle karşılaştırdıın, nefsimi her şeyden hatta köpeğin artığından bile daha aşağı, hakir ve zilletli gördüm» buyurmuştur.

Ariflerin efendisi, Allah’a aşık olanların sultan, zamanın rnürşidi Hazret-i sani, efendimiz (Allah bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlasın!) buyurdular ki, «Tarikatımız ashab-ı kiramın tarikatının aynısıdır. Ki o, Şeriat-ı Muhammediyye ile Eş’âriyye âkidesidir. Tarikatân maksad, tevazü nefsi görmemektir. Hatta bir kimse kendi nefsini köpeğinin üzerine tercih edip manevi ilerlemesiııe bir zarar gelmezse de o durumu istidrâctır, (azar azar azâba yaklaşmaktır.) Burada zamanında tek mürşid, cesedin ruhu mesâbesinde olan mürşidimizin buyruğu sona erdi.
Gerçekten, kendi zannınıza göre bu miskin, hakkında «emsaline karşı kendini büyüterek böbürleniyor» diye söylediğinizi çok işittim. Halbuki, mutekasdimün (evvelki âlimler) kemalâtı ve müteahirin (sonraki alimlerin) âdâb ve feyzleri zatında bulunan, zamanındaki mürşidlerin müridlerinde mutlaka tasarruf eden, etrafta yapılan araştırmadan sonra, benzerini bulamadığınız, yıldızlar gibi senâları yağmur gibi etrafa yayılan, taş gibi katı kalblere mârifetleri doldurmakla tasarrufu cereyan eden, akıllıların akılları evsafını düşünmekten aciz kalan, zamanında bizim ve en iyi insanların mevlâsı Hazret El-Şeyh Muhammed Diyaüddin’in (Kuddise sirruh) mülâkatını tahsil etmek gayesiyle, on beş sene müddetle uzun, uzak, bir çok vadi, çöl ve beldelerde nefsimi ve ruhumu telef ettim. Onun nisbeti ve tarikatı için o tarikat ki, «Onu tadmayan bilmez ve onu tadan kimse ruhu ile satın alır» diye vasıflandırılmış tarıkatının yolunda ömrümü harcadım. Allah bu söyliyeceğimize şahiddir ki, çeşitli zanlala bana isnad ettiğiniz şeylerden beriyim. Bugün fakih Hasan gelip benden razı olduğunuzu haber verince, gayet sevindim ve bu ni’mete karşı aralıksız olarak Allahü tealaya hamd ettim. Şekaveti, ittifaka ayrılmayı mülakata tebdil eden Allah’a şükür olsun! Mahlükatın en şereflisinin şeriatı istikametinde bulunman için bazı vakitlerde bizi sâlih dualarmızla hatırlamanızı rica ederim. Allah, o şeriat sahibinin (Sallallahü aleyhi ve sellem) âl ve ashâbının üzerine salatların üstünü en kamil selamları nazil eylesin!

Altmışüçüncü Mektub
Garzanlı Molla Muhyiddin’e, gördüğü rüyanın tabiri, rüyada ne şekilde olursa olsun, mürid üstadı ve sadatı (tarikatın ulu zat¬ları) rüyada görse, kendisiııe iltifat ettikleriııe işaret olduğu ve buna benzer mes’ele hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kainatta hiç bir şey yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam, Allah’ın yaratıklarımn en hayırlısı olan efendimiz Muhammed’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün âl ve sahabesinin üzerine olsun!
Sonra, bu mektüb, nefsinin heva ve heveslerine dalmış kimseden Allah yolundaki kardeş ve dostu Molla Muhyiddin’edir. Allah ,onu kendine yönelen ve masivasından yüz çeviren kimselerden eylesin! Sonra şu arz edilir ki, ne şekilde olsa, rüyada mürşid ve sadâtı (Kuddise sirruhüm) görmek, rüyayı görene iltifat ve himmetlerine işarettir.

Çünkü rüya tabiri kitablarında beyan edildiği üzere, rüyadaki dövme, dövenin dövülene terbiye ve edeb öğretmeye, dövülen kimse, kendisini dövenden bir iyiliğe nail olacağına delalet eder. Öyle ise, gördüğün bu rüyadan korkma. Zira, seni döven kimse, senin hakkında muhabbet ve şiddetli gayretine delalet eder. Senin rüyanda, âhirette günahlardan afv ve Allah’ın, senden rızâsı olduğuna dair bir müjde vardır.
Size selam ve dua eder, duanızı dilerim. Köy halkınıza, akrabanıza da selam ederiz. Sözün hülâsası, âhirette kurtulmanın çaresi, peygamberlerin efendisi olan Muhammed’e (Sallallahü aleyhi ve sellem) mütabeat etmektedir. Onun ve peygamberlerin, onun âl ve ashâbının üzerine salavatların en tamamı, selamların en kâmili olsun!

Altmışdördüncü Mektub
Molla Cüneyd’e bir mazerete binâen tevbe guslüne bedel olarak teyemmüm caiz olduğu, halkın tarikata dahil olmaları vaktinin tayini, tarikata girnıenin adâbı, sekiz adâbın yapılmaları, dahil olanlara râbıta, evrâd ve Hâcegân hatmesinin öğretilmesi, her mülâkatta el öpme değil, müsafaha (seIâm ve sevgi maksadıyla el sıkma) nın sünnet oluşu, «bir mürid mürşidine niçin demesiyle, yaptığı amelde başarısız olacağı ve bir talebe ise, hocasından ders alırken, bu niçin böyledir diye sebebini sormadan geçerse, hakiki bir talebe olamaz» diyen kimsenin iki sözünüıı açıklamasının beyanı ve bu konu ile ilgili mesele hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Hamd, âlemin Rabbine olsun! Salatü selâm Peygamberlerin efen¬disinin (Sallâllahu aleyhi ve sellem) ve temiz olan âlinin üzerine olsun!
Sonra, bu mektüb, kendisine ni’met veren zâtın, şükrünün edâsına kusurlu köleden, Allah yolundaki kardeşi ve dostu Molla Cüneyd’edir. Allah onu kendine yakın olanlardan eylesin! iki mektübunuz bu köleye ulaştı. Bir hikmete binâen cevabı gecikti. Çünkü eşyalar, ezelden (Allah’tan) kendilerine tahsis edilldiği vakitlerin rehineleridirler (onlarda hâsıl olurlar). Öyleyse cevabın gecikmesi kınanmaz.
Daha sonra, size şu arz edilir ki: Fıkıh kitablarında mezkür sebeblerden birisinin vücüda gelmesiyle, tevbe guslüne bedel olarak teyemmüm câizdir. Mümkün olduğu kadar, örf ve âdete göre, halkın tarikata dahil olmaları, onlara o husustaki talimatları geceleyin olsun! Mümkün değilse, gündüzün olup diğer sekiz adab gecede olsunlar. Halka rabıta virdlerin, hatmenin talimatı da teveccüh vaktinde olması layıktı. 0 vakitte mümkün değilse, imkan dahilinde tehir edilmeden güneşin doğuşundan sonra olsun!
Müsafaha (el sıkma) ise her mülakatta sünnettir. Üstad-ı azam (Rahmetullahi aleyh) bııyurdular ki: «Çok el öpmeyin, çünkü bid’attir. Sahabelerin (Allah hepsinden razı olsun) adetleri, el sıkmaktı. ilk mülakatta, ayrılma ve veda zamanlarından başka el öpmek layık değildir.»
Halk, her mülakat ve ayrılmalarında Üstad-ı a’zamın. (Rahmetullahi aleyh) elini öpmeyi adet edinmislerdi. Bunun üzerine halifesi olan Molla ibrahim’e: «Halk ile arkadaşlık yap; fakat onlara bu kötü adeti terk etmelerini emret» diye buyurdu.

Tarikata dahil olanara, daha mükemmel bir şekilde ezberlemeleri için, tarikat adab ve talimatının yazılması caizdir Risale kitabının sahibi, «rnürşidin’e (bu niçin böyledir) diyen mürid ile derste hocasına (Bu nedendir ) sormayıp geçen talebe, işlerinde başarıya ulaşamazlar!» diye söylediği kavlinin hakkınızdaki sualinizin cevabı, her iki şahsın arasında açıkça bir fark vardır. Zira, müridin hakkı, mürşidini taklit etmektir. Ona karşı terbiyeli olmaktır. Ona yapacağı itiraz bu iki şey’e muha¬liftir. Talebenin üstadına karşı, terbiyeli olmaktan başka kendisinden iztifade etmesi’dir. Süküt etmesi buna aykırıdır.

Size ve ev hakınıza selam edip, size. dua ederiz. Bütün dostlara, Muhammed Dervani’ye, Said El-Fatih’e, Muhammed Ali, Yasin’e de selam edip onları unutmuyoruz. Senaların kafilesi ile bir çok selamları, şerefli kardeşlere, Şeyh Muhammed Cezü, Hac Abdülcelile, Molla Ramazan, Molla Abdülmecid’e hediye eder ,onlara dua edip hallerinden sorduktan sonra dualarını dileriz.

Hacı Yusufun eşine gönderilen mektubu emin bir kimse vasıtasiyle kendisine teslim ediniz! Sonra şunu derim ki, benden bedel olarak İmamı Nevevi’nin. (Rahmetullahi aleyh) türbesini ziyaretle bu fakir için iztimdad edip, ona ve evladına dua etmeniz emelimizdir. Allah, efendimiz Muhammed’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) al ve sahabesinin üzerine salat ü selam eylesin


Altmışbeşinci Mektub
Halifesi Molla Salih’e zevcesinin vefatı dolayısiyle başsağlığı, ölümünden ibret alması, ölüye faydalı olan ve hayattakilerden beklenen şey ile bununla ilgili konu hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Selam, Allahü tealanın kulları arasından seçtiği zatın (Sallallahü
aleyhi ve sellem) doğru ve vefalı olan al ve ashabının üzerine olsun! Sonra bu mektub, yüce kapı eşiğinin hizmetçisinden Allah yolundaki kardeş ve dostu Molla Salih’edir. Allah onu nezdinde makbul olanlardan eylesin!

Rahmetli eşinizin vefat haberi hizmetçiye ulaştı. Oraya gelmesi mümkün olmayınca, kendisine bedel olarak bu mektubu yazdı. Kardeşim!
Cenab-ı Hak, Kur ‘an-ı kerimde,

«Her canlı ölümün tadıcısıdır.» ( ) buyurduğu kavlini doğrultarak
insan için ölüm kaçınılmaz bir gerçektir. Öyle ise, ömrü uzun olup da ameli çok olana ne mutlu. Rahmetlinizin ölümünden ibret alıp ölümünüzü de hatırlamanız, külliyetinizle Allah’ın razı olduğu şeylere meyl etmeniz, bu dünya hayatının gurur eşyasından başka bir şey saymamanız lazımdır. Dünya eşyasına bir kıl kadar da itibar olsaydı, kafirlere ve şerirlere verilmiyecekti. Allah sübhanehü ve teala kendisinden başka her şeyden kalben yüz çevirmemizi, kudsi Cenabına yönelmemizi, bize nasib eylesin! Ölünüze dua ve istiğfar (afv taleb etmek) onun için sadaka vermekle rühuna yardım etmek lazımdır. Resulüllah (SallaIlahü aleyhi ve sellem), «Ölü, suda boğulmak üzere olan biri gibidir. Babasından, anasından, kardeşinden veya dostundan gelecek olan bir duayı beklemektedir. Ona bir dua gelince, nezdinde dünya ve dünyada olan şeylerden daha sevimlidir.» diye buyurmııştur.

Peygamberden (Sallallahü aleyhi ve sellem) taziye hususunda rivayet olunan şu kelimelerle sizi taziye ederim: Allah, sevabnıızı arttırsnı, mateminizin sonunu güzelleştirip ölünüzü afv ederek size sahır ilham eylesin! Size şükür nasib eylesin! Size selam ve dua edip duanızı dileriz. Tabi ve dostlara, bütün köy halkına da selam ederiz. Allah, efendimiz Muhammed’in, (Sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabının üzerine salat ü selam eylesin!


Altmışaltıncı Mektub
Arappınar’da mukim Molla Müsllm’e. Halka tevbe ettirmekle emr olunan kimse, nezdinde tam bir Allah aşkı olduğunu veya kitle halinde halk tarikata dahil olduğunu görünce, devamlı şükr ve istiğfar etmesinin kendisine vacib olduğu, bu tarikata dahil olduklarında, onlara bu iki şey’i yapmalarını, bütün kavl ve fiillerinde parlak şeriatın ahkamına sarılmalarını, mezkür ahkamlardan azimet olanlarla amel edip, şeriat ve tarikattaki bid’atlardan sakınmalarıyla emr etmesinin, sıfatlara muhalefet eden kimse rezil olduğımıuı onlara itaat eden, kurtulduğunun beyanı
hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM
Hamd, Alemin Rabbine olsun! Salat ü selam, Allah’ın yarattıklarının en hayırlısı olan Muhammed’in, (Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün al ve ashabının üzerine olsun!
Sonra bu mektub, yaptığı va’zı ile amel etmeyen ,halkı gafletten uyarırp da kendisi gafletten ayılmayan, onlara Allah’ın buyurduğu şeylerle emr edip kendisi onlarla amel etmeyen, onları kötü şeylerden inen ederek kendisi sakınmayan, Hazret (El-Şeyh Muhammed Diyauddin)
Allah bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlasın! gölgesiyle gölgelenen kimseden, Allah yolundaki kardeş ve dostu Molla Müslim’edir. Allah, onu üzüntü’den korusun. Sıhhat ve selamette olup tevbe edenlerin çoğalmalarından şevk ve manevi lezzet hasıl olup, halkın tarikata dahil olduklarından bahs eden mektubunuz, mekur kimseye (bana) ulaştı. Dolayısiyle Allah’a hamd ederek son derece sevindi. Zira tarikat kardeşlerinin çoğalmalarında tam bir ümit olduğu balde uzaktakilere de Allah’ın feyzi nazil olmasına sebep olmaları umulur. Lakin halka tevbe ettirmekle emr olunan kimse ,kendisinde Allah’ın tam bir zevki, kitle halinde halkı tarikata dahil olduklarını göriince, sevinerek, mağrur olmadan devamlı olarak şükür, Allah’dan rica ve istiğfar etmesi, Allah’a sunulması vaci’dir. Çünkü hakiki ni’met verici olan Allah’ın sükrünü, sadat-ı kiramın (Kuddise sirruhum) haklarını eda etmemiştir.
Gavs-i A’zam (El-Seyvid Sıbğatııllah) (Rahmetullahi aleylı) torunu olan El-Şeyh Bahauddin’in nezdinde halk çok tevbe ettiği zamanda, üstad-ı a’zam’a (El-Seyh Abdurrahman El-Tahiye) «Ona (Şeyh Bahauddin) Allah’tan afv dilemesi için kendisine mektub yaz» diye buyurdu.
Üstad-ı Azam da halifesi, tasavvuf ve ilimde mahir olan El-Şeyh Abdülkadir, halkın tarikata dahil oldukları, onlarda hasıl olan şevkleri hakkında kendisine gönderdiği bir mektubun cevabında demiş ki: Allahü teâla’ya hamd ve şükretmeniz ve Gavsın manevi gölgesinde fâni olmanız gerekir. «Nefsim bu manevi işlere sebeb oldu» diye düşünüp onu şübhe tehlikesine düşürmekten dolayı helâk olmamanız için istiğfar ediniz! Zira gerçek hi’dâyet edici ancak Allahü teâla’dır. Gavs-i A’zam da (Allah, onım sırlarını kutlasın) buna sebebdir. Sen bu irşad hususunda el sallanmasıyla sallanan kamçı kabilindensin. Gavs-i A’zam (Rahmetullahi aleyh) seni elinden atmaması için, Allah’tan rica et! Çünkü kamçı atıldıktan sonra durumu yanmaktır», Miirşidimiz Hazret (Kaddesallahü sirreh) bazı halifelerine buyurdular ki; ey kardeş! Müridlere hâsıl olan şevkten, halk tarikata dahil olduklarından dolayı ortada nefsini görmekten ötürü sana ârız olacak soğukluk ve gevşeklikten nefsini korkut. Çünkü nefs aldatıcıdır. Hile yapmasından emin olunmaz. Nitekim aziz ve yüce Allah, Kur’ân’da Yusuf (aleyhisselâm) dan (bizim peygamberimizin onun ve her ikisinin aline salat ü selam olsun!) hikâyetle:
«Ben nefsiıne iyidir demiyorum. Şüphe yok ki ,nefis kötülük yaptırmak ister» ( ) diye buyurmuştur. Öyle ise, mürşid, nefs ve şeytanın, kendisi hidâyete sebeb olduğına dair yapacakları hilelerinden korkması lazımdır. Halbuki hakikatta hidayet eden ancak yüce Allah’tır. Kur ‘ân-ı kerim’de «Habib-i Ekremine hitab ederek:

«Sen sevdiğini doğru yola getiremezsiu. Lakin Allah, diledğini doğru yola getirir» ( ) diye buyurduğunu işitip dinlemelidir. Mecaza naza¬ran üs’tâd-ı a’zam ile şeyh.-i Ekrem (Şeyh Fethullah) hidâyetçidirler. Fakat, bir hikmete binaen Allah hidayeti bir kimsenin vasıtasıyla belirtiyor. Burada Hazret (Kuddise sirruh) ‘un buyurduğu sözler sona erdi.
Şah-ı Nakşibend (Rahmetullahi aleyh) buyurdular ki, «Mum ol ve
mum olma». Başkasını doğru yola irşad et ona ışık tut Fakat kendini
başkasının menfaati için yakma (cezalandırma), kendi varlığını benimseyip bilmesiyle mürşid, cehennemde yanar (maneviyattan yoksun kahr) demek ki, mürşid, kendi mürşidinde, hatta Mevlası olan Cenab-ı Ha’k’ta fani olması lazımdır.
Kardeşim! Bu manevi ilerleme ancak nefsinin kusurunu, hilesini kemalini, halk tevbe ettiğinde onu Hazret (Kuddise sirruh) ve sadat-ı kiram (Allah onlardan razı olsım) hiınmetlerinden olduğunu bilinmesiyle mümkün olacaktır. Bunun hilafını tasavvur etmek, şeytan ile nefsin çirkin vesveceleridir. Halk tarikata dahil oldukları zaman tevbe ve istiğfar et ki, nefsin kendini görmekle seni aldatmasın! Rabıta etmekten Hazret (Kuddise sirruh) un himmetinden istim’dat etmekten parlak İslamın şeriat ve nükteleriyle, hatta yürüyüp duraklamada, oturup yaslanmakda, söz ve davranışlarında bile azimet olan hükümlerle amel ederek, şeriat ve tarikatta vaki olan bid’atlardan sakınmaktan ayrılma. Dinde me’kruh ve hilafül evla olan şeylerden korunmaya daha ziyade gayret et! Bu yüce taife hakkında ihlastan, işini onlara havale etmekten, onları sevmekten, emirlerine imtisal edip, nehiylerinden kaçınmaktan da ayrılma. Bid’ at yapan doğru yoldan sapmış, emirlerine muhalefet eden, utanmış, onlardan istifade eden kurtulmuş, gölgeleriyle gölgelenen kimse, selamete kavuşarak, ellerinden aşk şarabı içmiştir.
Sizin ,akrabanızın, yanında hazır olmayan tabi ve dostların üzerine selam olsun! Muhammed Ma’sum, Alauddin, İzzeddin ve Muhammed Said size selam edip, dua eder, duanızı dilerler. Bütün alim ve talebeler de keza... Bu mektub, şeâk ve muhabbetin iptaline sebeb olmasın! Bilakis artmasına dair bir sebeb olsun. Hazreti. (Kuddise sirruh) himmetiyle Allah’a tevekkül eyle. Ümitsizlerden olma ve şükredenlerden ol!
Alemlerin Rabbine hamdolsun. Allah, efendimiz Muhammed’in al ve sahabesinin üzerine salat ü selam eylesin!


Altmışyedinci Mektub
Talebesi All’li El-Seyyid Molla Ramazan’a, ona beşbin vird olarak zikr-i celal (Allah) kelimesini çekmesine, rabıta edip Hazret’ten (El-Şeyh Muhammed Diyauddin’den) çokca bahs etmesine ve daha başka mes’elelere dair emri hakkındadır.
ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kullarından kendine seçtiği zatın Muhammedin (Sallallahü aleyhi ve
sellem) sadakat ve kalb temizliğiyle muttasıf olan al sahabelerinin üzerine selam olsun. Bundan sonra bu mektüb fakir köle,yüce kapı eşiğinin hizmetçisi kusur ve hatalar sahibi olan Ahmed’den en güzel ahlak sahibi, en şerefli dost ve en yüce dost olan Molla Ramazan efendiyedir. Mevla onu afetlerden korusun, âmin!



Ahmed, evvela size, akrabanıza, sizden istifade eden talebelerinize selâm eder, senden ve onlardan dua diler. İkincisi Faki Hüseyin mektubmuzu getirdi. Mektubu okuduk, içinde yazılanı anladık. Bütün işler kudretinin gücü altında olan Allah, irâde ederse, zamanında vasıflarında tek, zat, en şerefli mürşid bedendeki ruha benzeyen, yer ve gök ışığı, alemin kutbu, Hazret-i sâni (El-Şeyh Muhammed Diyâuddin) in Allah bizi onun sırlarıyla kutlasın.! Bizi ve sizi zümresi, etbaı, halifeleri ve ev halkıyla haşr eylesin! Sohbetine gideceğim. Ben gelinceye kadar bu talebeleri yanında bulundurup her gün Mevlânâ, Câmi’nin (Kuddise sirruh) kitabından okunacak bir ders kadar mütaleâ et! Metni olan Kâfiye kitabını ezberleyerek unutmaamanız gerekir. Şunu da tavsiye ederim ki, her gün beşbin defa vird olarak (zi’kr-i celali) Allah kelimesini çek İmkân dahilinde akşam namazı ile yatsı namazı arasında rabıtayı terk etme.

Hazret’den (Kuddise sirruh) çok bahset. Faki Osman ile kardeşi, Muhammed Selim, Faki Ali, Faki İbrabim, Nureddin ve daha başka talebeler bana geldiler. İbadet etmeden. bana manevi bir fayda hasıl olmadan, bütün ömrümü ilim talebinde geçirdiğim için biraz da ibadetle meşgül olmak üzere bu kış mevsiminde talebelerle meşgul olmayacağım, diyerek onları yanımda bırakmadım.
Uysal huylu kardeşimiz, Molla Yusuf ile Ali Arabu’ya selâm eder dualarım dilerim. Ömer ağa ile bizi soranların hepsine de selâm eder, beni duanızdan unutmamanızı rica ederim. Allah efendimiz Muhammed (Sallallahü aleyhi ve sellem) in âl ve ashâbının üzerine selât ü selam eylesin!


Altmışsekizinci Mektub
Bâzı tabilerine Ebu Hanife (Radıyallalıü anh) nezhebine göre, asaba’sı (baba tarafından erkek akrabası) olmayan dul ve küçük bir kızı, annesi tarafından evlendirmesinin caiz olduğu hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kâinatta hiç bir şey yok ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selâm Allah’ın yaratııklarmdan en hayırlısı olan Muhammed’in (Sallâl¬lahü aleyhi ve sellem) âl ve ashâbının üzerine olsun!
Hamd, salâvat edip, duâların tebliğinden, size, bütün talebe ve dostlara selam ve duâdan sonra ,şu arz olunur ki, Ebü Hanife’nin (Allahü tealâ ona rahmet eylesin). mezhebine göre ,küçük dul kızın asa¬bası olmazsa, anası onu birisiyle tezvic etmesi câizdir. Fakat kendisinden bahsedilen kız ihtilâm ile veya cinsi münâsebette bulunması veya aybaşı hâlinde kendisinden meni çıkması mümkün olduğu ihtimaline bi¬naen, (bu dıırumlardan hangisi kendisine hasıl olduğunun kızdan sorul¬masa lazımdır. Kız bu hususlarda edeceği yeminle doğrulanır. Kocası Hüseyin ise, nikâhını yeniden yapsın! Çünkü kendisi, Molla Ali, mezheb taklidinin şartlarını bilmediği halde, nikahını yapmış diyor. öyle ise, kız bâliğa (ergin) ise kendisinden, değilse anasından izin alıp yine nikah ettir.




Altmışdokuzuncu Mektub
Nakşibendi tarikatının sadatı (uluları), tarikatlarında olmayanların yaptıkları Hacegan hatmesinden çıkardıklarına dair itiraz eden bazı kimselerin itirazlarına karşı, nakli ve akli deliller ve çıkarılmasının caiz olmadığına dair delillerinin reddi ve Peygamber (Sallallahü aleyhi ve sellem) in:
«Aranızda garib (yabancı kimse) var mıdır» ( )•diye buyurduğu hadis-i şerifinde geçen garib kelimesinin manası, mürşidlere vaki ilhamların doğru olduklarına dair isbatı
ve bu konu ile ilgili mes’ele hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kainatda hiç bir şey yok ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü
selam, Allah’ın yaratıklarının en hayırlısı olan efendimiz Muhammed’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) in al ve ashabının üzerine olsun! Sonra şunu derim ki, şübhesiz Nakşibendiye tarikatmın sâdatı, tarikatlarından olmayanları hatmeden çıkardıklarma dair akli ve nakli delillerle sabittir. Nakli delil peygamberin (Aleyhisselam) «İçinizde garib kimse var mıdır»

diye buyurduğu hadis-i şerifidir. Bu konuya bu hadis-i delil getirilmesi
acayiptir» denilmesi, daha acayip bir şeydir. (Peygamberin, (Sallallahü aleyhi ve sellem):
«Sahabilerim yıldızlar gibidirler»
buyurduğu hadis-i şerifiyle garibden murad meclisinde hazır bulunan kâfir kimsedir denmesi de muteber manadan uzaktır. Zira hadis-i şerifteki garib kelimesinden murad, ya zikir adâbından veya imadan garib olan demektir. Çünkü bu iki mânadan başka üçüncü bir mânası yoktur. «Sahabelerim yıldızlar gibidirler» diye Peygamber (Sallallahü aleyhi ve sellem) in buyurduğu sözü, garib kelimesinin mezkur birinci manasına muhalif değildir. Zira Hazret-i Peygamberin maksadı, iman edip de yapılan zikrin âdâb ve şartlarına bilgisi olmayan bir sahâbe olduğu da muhtemeldir. Nitekim şeriattaki fıkıh kitablarında ittifakla yazıldığına göre, Mi’rac gecesinde beş vakit namaz peygamberimize farz olduğu halde, nasıl kılacağını bilmediği için Hazret-i Cebrail gelip onu öğretinceye kadar o gecenin sabah namazını kılmamıştır.
Hadis-i şeriae geçen galib kelimesinden murad «küfür ehli manasına olduğu mümkündür» denilmesi, ondan murad, henüz iman edip de zikir adabını öğrenmeye vakti müsait olmadığı içni kendisi zikretmekten garibdir. Mananın irade edinlmesi de mümkün olduğundan, küfür ehli mânası ile çelişmektedir. Binaeâaleyh, Nâkşibendiler, Allah, onların yüce sırlarını kutlasın! Bu hadisin mucibini tahakkuk ettirmek ve fıkıh usülü alimlerin «Amm (genle münası olan) kelimenin mânasını tahsis edecek bir şey yoksa, umum durumuııda kahr» diye kitablarında yazdıkları kaide ile de amel ederek galib kelimesinin her iki manasını da kabul etmişlerdir. Bir mes’ele için, müşriklerde hasıl olan ilhamla cevap verilmesinin caiz olmaz» denilen sözden maksad, ledünni ilmim inkarı ise, Kur’an-ı¬ kerim’in:
«Musâ ve arkadaşı kendisine ni’met verdiğimiz ve nezdimizden ona bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan birini buldular» ( ) âyet-i celilesi ile reddedilmiştir. Şayet mezkür kavilden ilhamm oluşu inkar edilse, Kur’an-ı Kerim’in:¬

«Rabbin bal arısına, dağlarda, ağaçlarda kendilerine ev yapmaları¬nı ilham etti, bildirdi> ( ) diye ayet ve peygamber’in (aleyhissellam):

«Bir kimse, illmiyle amel etse, Allah ona bilmediği şey’i öğretir» hadis-i şerifi ile de reddedilir. Çünkü eğer peygamber (Sallallahü aleyhi ve sellem) in hadiste bahsi geçerki amel üzerine terettüp eden ilimden maksadı, kitap ve satılara yazılıp, ilham suretiyle olan ilim olma¬saydı, ilmin amel üzerine terettüp ettiğinde, tereddüt edilirdi. Zira ilmiyle amel etmeyenlerin çoğunun ilimleri, satırlarda yazılı ilimlerle amel edenlerin ilmlerinin daha çok olduğunu müşahede ediyoruz. Buna Ebu-Yezid El-Bistami’nin, ilimleriyle amel etıneyenlere: «Sizler ilminizi teselsül yolu ile ölüden ölüye aldınız. Bizler ise (tasavvuf ehli), ölmeyecek olan diriden (Allah’tan) aldık, buyurduğu sözü ile, Şeyh-i Ekber El-Şeyh Mııhyiddin El-Arabi’nin «Yazı ve harf alimleri (ilimleriyle anıel etmeyenler) kıyamete kadar, halef~selef olarak biribirlerinden ilim alırlar. Dolayısıyla nesebleri, uzak olur. Veliler ise, ilimlerini Allah’tan alırlar. Allah; nezdinden onlara bir rahmet ve inyate olarak kalblerine atar. Bu rahmet ve inayet, onlara Rableriııden öncelikle gelmiştir» buyurduğu sözleri, doğru bir delildir.
Şunu ilave edelimki, Nakşibeııdi tarikatının (Allah yüce sırlarını takdis eylesin) evliya ve ulema olduklarına inanıyoruz. Gerçekte peygamber (Sallallahü aleyhi ve sellem)t
«Alimler peygamberlerin varisleridir» buyurmuştur. Varis kendisine miras olarak bıraktığı ölü kimsenin malında itirazsız istediği gibi tasarruf eder. öyle ise, Nakşibendi alimleri, hem fıkıh usulü alimlerinin yukarıda geçen kaideleriyle amel etmek, hem hadisin manası tahakkuk etmek için «Garib» kelimesiııden genel anlamıyla temessük ettiklerin¬de hiç bir beis yoktur. Nitekim şeriatın fıkıh alimleri sabah namazından önce kılınan iki rek’at sünnette, fatihadan sonra, okunan zamm-ı süre hakkında rivayet olunan çeşitli hadislerin hepsiyle amel edilmesi için, Kafirun, İhlas, Elem neşrahleke ve Elem tere keyfe sürelerinin hepsinin okunması sünnet olduğuna ittifak etmişlerdir. Nevevi dahi, bu gaye ile, teşehhüdden sonra okunması sünnet olan «Allah’ım şübhe yok ki, nefsine zulmettim» (günah işledim) diğer bir rivayette de, «büyük zulüm ettim» manasına olan duaların hepsinin okunmaları sünnet olduğunu geçen ikinci manası olan imandan garib diye irade etsek, Hazret-i Peygamberin (Sallallahü aleyhi ve sellem)

«Sana şübhe veren şey’i şübhelendirmeyene terk et ( ), yani şübhe vereni bırakıp, şübhe etmediğin ile amel et!» hadisine muhalefet etmiş oluyorıız. Çünkü ikinci mananın irade edilmesi şübhelidir.

Mektub’da: «Hadis’deki garib’in manası, kafir kimse olmazsa, bu hadis ikinci manaya sarahaten delalet etmez» dediğin sözün de reddedilir. Çünkü bu hadis, iman edip lakin zikrin adabını öğrenmeyen kimse olduğuna sarahaten delalet eder. Bundan maksad, küfür, şekavet, ni¬fak ehli olan kimse değildir. Bu manalar kasa edilirse Kur’an-ı kerim’in:


«Müşridlerden bir sana (ey Habibim) sığmacak olursa, kabul et ki, Allah’ın sözünü işitsin» ( ), ayetinin manasıyla nakz olur (manası bozulur).
«Hacegan hatmesine girmek isteyen kimse ,fazıl ise, hatmeye girsin. Fasık kimse dahi fıskından vazgeçip hidayetlenmesi için dahil olmalıdır» kavlinizden anlaşılıyor ki, biz fazıl, salih kimsenin salahatı için hatmede bulunmasına, fasık kişinin de fıskı için bulunmamasına razıyız. Halbuki ma’ksadımız bu değil, maksadımız sırf aldığımız emre intisal etmektir.
Allah, yukarıda geçen Kur’an-ı kerimin «Eğer müşriklerden birisi sana sığınsa kabül et!» buyurduğu ayeti ile, Habibine (onun üzerine salât ü selam olsun) müşriklerden Allah’ın kelâmını (Kur’an’ın sözlerini) dinlemek isteyeni kabul etmesine emr buyurur», dediğin kavlin, hadisteki garib kelimesi kafir manasına hamlettiğinden dolayı davanızın aleyhine dair bir delil olur. Zira Peygamber (Sallallaıhü aleyhi ve sellem) emr olundugu şey’in hilafına emretmez. Öyle ise, Allah, ayet-i celile ile kendisine eğer ehl-i şirkten Allah’ın kelamını işitmek isterlerse, onları kabul etmekle emreder ve kendisi hâdis’inde garib kimseyi (yani senin dediğine göre ehl-i küfrü) meclisinden çıkarmasına nasıl emreder
«Hatmeye dahil olmak isteyen kimse, ret’a’yı kasdetti» iddia da yersizdir. Çünkü mezkür kimse Ret’a’yı ( ) bilmediği halde nasıl ret’ayı taleb edecek ki, o zaman hakikatını bilmeyen bir şey’e talib olur, bu mu¬haldir olamaz.

Hadis’teki garib’ten murad, şirk ehli olmadığına dair akli delil ise,
bir cemaatın halkından olmayıp da onların adabını tamamen anlamayan kimse yaptıklarını anlayınca onlarla alay etmesi muhtemeldir. Dolayısıyla Allah da ona gazab eder.

Yetmişinci Mektub
Durziye tâifesi askerlerinin komutanlarına, kendisi ve erleri Allah’a karşı takvâlı olmaları, Allah’ın kulları arasında adaleti yaymaları ve diğer bazı mes’eleler için tavsiyesi hakkındadır.
ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kainatta hiç bir şey yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam, Allah’ın yaratıklarının en hayırlısı olan Muhammed’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) al ve ashâbının üzerine olsun! Sonra, bu mektub, Rabbinin kölesi Ahmed’den, dürzi taifesi askerlerinin komutanınadır.
Allah kendisini temenni ettiği şey’e ulaştırıp dünya ve âhirette kendisine yaklaşmasını arttırsın!
Selâmların en kâmili, en çok senaları size hediye edip size dua etmekle sizi unutmayacağız. Sonra siz şu arz edilir ki. muhabbetten haber veren mektubumuz. Ahmed’e ulaştı. Dolayısiyle gayet sevindi. Çünkü ulemâ ve Nakşibendiye mürşidlerine (Kuddise sirruhüm) muhabbetinizin olduğunu anladı.

Hadis-i şerifte «Kişinin haşri, (kıyâmet günü hesaba gitmesi) (dünyada) sevdiği kişiyledir», diye geçer. Bütün askerlere selâm ve dua ederiz. Sizin ve onların, Allah’a karşı takvâlı olmanızı, ona taat etmek, kulları arasına adaleti yaymak, yaratıklarma şefkatli olmanızı tavsiye ederiz.

Peygamber (Sallallahü aleyhi ve sellem) «Hepiniz çobansınız, (yani görüp gözetmek, idare ve muhafaza etmekle mükellef olduğunuz) el altında olanlardan mes’ulsünüz» buyurmuştur. Allah bütün peygamberlerin ve resüllerinin bilhassa bütün mahlukatın efdali üzerine salat ü selam eylesin!





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)