Thread Rating:
  • 0 Vote(s) - 0 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Mektubati Şeyh Ahmed El-Haznevi 3.Bölüm
#1
Oku-1 
Mektubati Şeyh Ahmed El-Haznevi 21-22-23-24-25-26-27-28-29-30. Mektuplar

Yirmibirinci Mektub
Arap pınarlı olup, Cebel Abdülaziz’de mukim Molla İbrahim’e,
El-Kadı Hüseyni’in, fıkhın esası şu dört kaide üzeredir:
l— Yakin (kesin olarak bilinen şey) şek ile zâil olmaz.
2— Zarar zelil olunur (giderilir).
3—Adet, örf muhakkemdir (hakem kılınır, ona müracaat edi¬lir).
4—Meşakkat teysiri celbeder. (Zorluk, kolayhğı davet eder.) dediği kavlinin şerhi ve bazı alimler bu temellerin üzerine, işlerden maksad ne ise, hüküm ona göredir.» İlave eyledik¬Ieri sözlerinin, ibnu Abdüsselâm’ın bütün fıkh mes’elelerin hülasası, maslahatın önemine ve zararların def’ine binâendir. demesinin ve Sübkin’in de, «Bütün fikhi mes’eleler yalnız mas¬lahat için muteber olduğu» kavlinin illetinin ve mu’temel kavle göre, vâcib olan dört kısım kurban etinden yenmesinin câiz ol¬madığnın beyanları hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Bütün hamdler, Allah’a mahsustur. Salat ü selam, Allah’ın Resulü¬nün (Salllhlahü aleyhi ve sellern) ve evliyâ olan o Resülün âl ve ashâ¬binin üzerine olsun!
Mahsub ve mensublarımızdan Molla Ibrahim ile, oğlu Molla Muham¬med’e selâm edip din ve dünyalarının selâmetlerine dua ederâk, her iki¬sinin ahvalinden sual ettikten sonra, kendileri, akraba ve tâbileriyle ke¬mâl-i âfiyette, son derece sıhhatta olmalarının Allahü teâlâdan dileriz. Amin!
Tarafınızdan gönderilen her iki meâtübunuzu da aldık. İçinde yazı¬lanları anladık. Tarafınıza gelmenizin geciktiğine ve mümkün olmadığı¬na dair özrünüzü kabul ettik. Çünkü bütün şeylerin vücüda gelmeleri, onda icad olunacak zamanlarnın rehineleridirler. Buraya gelmenizin en¬gelleri çoktur. Öyle ise, gelmemenizin hiç bir zararı yoktur.
Her vakit hatırınızda olduğunuz için bizce yakın veya uzak olmanız birdir. Minnet ve keremiyle, râzı olduğu şey’e sizi muvaffaık eylemesini Allahü tealadan dileriz!
El-Kadı Hüseyin’in dediği fıkıh ilminin temelleri olan şeylerden su¬alinizin cevabına gelince: Bu konu uzundur. Alimler, bunu müstakil bir konu olarak yazmışlardır. Lâkin bu husustaki beyanın bâzısnı zikredi¬yoruz. Tâ ki size bu konuda bir nev’i bilgi hasıl olsun. Şöyle ki, El-Kadı Hüseyin fıkılı ilmi dört temel üzeredir, demiştir.

Birincisi: Yakin (kesin olarak bilinen birşey), şekk ile hükmü zail olmaz. Bunun delil: Peygamber (Sallallahü aleyhi ve sellem)
«Sizden biriniz karnında bir şey hisseder de ondan bir şey çıktı mı, yoksa çıkmadı mı Kendisine mtişkil olursa, bir ses işitmedikçe, yahut bir koku duymadıkça mescidden sakın çıkmasın.» (* ) diye buyurduğu kavlidir. Fıkıh ilmi bablarının ÇOğu bu kaideye dahil olurlar. Bu temelin dalları, fıkıh ilminin mes’elelerinin dörtte üçüne, hatta daha ziyade bir miktara ulaşır. Mesela: Tahâretteki kesinlik, hadesteki şekk’in hükmü gibi... Aynı şekilde hadesteki kesinlik, taharetteki şekli hükmünü kaldır¬maz. Demek ki, taharet ve hadesten hangisi kesinlikle bilinse, o mute¬berdir. Şekk’iu etkisi yoktur. İşte, baki kalan fıkıh temellerinin teferru¬atım da buna kıyas et!

İkincisi: Meşakkat teysiri (kolaylaşmayı) cel’beder. Bu kaidenin delili: Hak teala Kur’an-ı kerimde:
«Allah size kolaylık irade ediyor. Sizin için zorluk irâde etmez. » ( ). buyurduğu âyet ile Peygamber (Sallâlla’hü aleyhi ve sellem)
«Ben kolay müsamahakâr ve müstakim bir din ile gönderildim.»
buyurduğu hadisidir. Şeriatta, yolculukta, hastalık halinde yapılan iba¬detlerin, ikrah (zorlama) ve unutkanlıkla işlenen suçlann necaset husu¬sundaki mafuvvat ve diğer ruhsath hükümler hepsi bu temel üzere ku¬rulmuştur.

Uçüncü temel: Zarar giderilir. Bu temelin delili, Peygamber’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) «Zarar verme, zarar ile karşılıkta bulun¬ma yoktur.» ( ) buyurduğu hadisidir. Bu temele, satın alınan ayıplı ma¬lın sahibine iadesi, şuf’a, nikâhın feshi, katil, zina edenlerin, içki icenle¬rin ve daha başka cezayı gerektiren hükümler ile daha başka bir çok fı¬kıh mes’eleleri bu temele dayanır.

Dördüncü temel: Adet ve örf muhakkemdir.
Bu temelin menşei, Peygamber’in (Sallâllahü aleyhi ve sellem):
«Müslümanların, güzelliğine karar verdikleri bir şey, AIlah’ın katında o şey güzeldir ve müslümanların, çirkin olduğuna karar verdikleri bir şey, Allah’ın katında da o şey, çirkindir.» ( )
buyurduğu hadis-i şerif¬dir, Kadınların hayzı (aybaşı halleri) mesafeler, bir şey’in çokluğu veya azlığâ, muamele akidlerindekj icab ve kabulün arasında vaki olan fasıla ve daha başka fiili meselelerin hükümleri örf ve adetin itibarına göre¬dir.
Bazı alimler, fıkıh için, beşinci temel olarak, bütün amelier, mak¬sadlara göredir, yani bütün amellerin hüküm ve neticeleri niyete göredir, diye bir temel daha eklemişlerdir. Bunun delili de Peygamber’in (Sallal¬lahü aleyhi ve sellem):
«Ameller, niyetlere göredirler.» ( ) buyurduğu hadis-i şerifdir. İba¬detler, muamelelerin çoğu ve daha başka fıkhi mes’elelerin çoğu niye¬te göre olduğu malümdur. Bunu kitablarda araştıran bulur. Öyle ise, pek uzatılmaya lüzum yoktur. Bütün şer’i emirler ve ilahi teklifler maslaha¬tın celbinden ve zararların def’inden hariç bir şey olmadıkları da açık bir gerçektir. Zira Allahü teala hikmet sahibidir. Kullarmın maslahatla¬rını bilir, görür. Kulları için maslahatı celb edip, onlardan zararı def edecek şeylerden başka onlara teklif etmemesi kerem, adalet ve hikme¬tine layıktır. İşte bunun için ibni Abdüsselam, yukarıda zi’kredilen fık¬hi beş temelini ele almayıp fıkhın temellerini, yalnız masla’hatın itibarı ile zararlarının def’ini kabul ederek kısaltmıştır. Zararların defi, haddi zatında yine maslahat olup, maslahat onun akla yatan bir illeti olduğunu da diişiiniirsek, Sübki’nin dediğine göre, bütün şer’i hüküm ve teklifler, yalnız maslahat itibarına racidir.
Bu konunun bazı tafsilatı bu kadar olup, tamamı uzundur. Hakika¬tinin bilinmesi yüce Cenab-ı Malik’in (Allah’ın) katındadır.
Vacib olan dört kısım kurban etleri sahibleri tarafından yenmesi meselesi ise, mutemed kavle göre, caiz değildir ve bundan başkasını da kimseye söylemedik. Mektübunuzda «caiz değildir» dediğiniz doğrudur. Fakat Şeyh Ömer El-Basri’nin kavlinden, kurban kesilmeden önce, sa¬hibi, adak maksadıyla değil, bu kurbanlıktır diye haber vermek niyetiyle muayyen ettiği kurbanın etinden yemesi caiz olduğu anlaşılmaktadır. Ve bu fetvada bir kolaylık vardır. İşte bunu anla: Selam ve Allah’ın rah¬met ve bereketleri sizin üzerinize olsun! Son duamız, (Elhamdülillahi Rabbilalemin.» dir.

Yirmiikinci Mektub
Suriye cumhurbaşkanı Şükrü Kuvvetli beye, cumhurbaşkanı ol¬duğu dolayısıyla tebriki, mutluluğu, Allah’ın emir ve nehiylerini nıemleketinde yayması ile buna benzer şeyleri muvaffakiyeti için duâ ettiği hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM
Bu mektüb, El-Cezire mıntıkasındaki, bütün alim ve din büyükleri namına, Suriye yüce cumhurreisine,
Parlak istiklalilinize cidden sevindik. Ebedi seadetinize ,kelime-i tev¬hidi yüceltmesine, ilâhi emirleri icra edip Rabbâni nehiylerine riayet et¬menize şeriati nebeviyyeye mütâbeatınıza, dini ve dünyevi yüksek de¬recelere ulaşmak üzere bütün milletinize şefkatli olmaya muvaffakıyeti¬nizi Allah’tan dileriz.

Yirmiüçüncü Mektub
Kevir Allap köyünden Molla Abdiilcelil’e, bizâtihi maksud olan ve olmayan sünnetlerin bir niyyetle ikisini birden kılmak isteyen bir kimse, llkin hangisine niyet etmesi hususunda hiç bir fark olmadığının kendisini Şeyh Ahmed’in (Kuddise sirruh) eskiden beri bunu nasıl yaptığının, bizatihi maksud olmayan sünnetlerin sevâbı, diğer bazı sünnetlerin kılınmasıyla hâsıl olduğunun beyanı hakkındadır (* )
ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM
Kâinat’da hiç bir varlık yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam, efendimiz Muhammed’in al’inin, ashabının üzerine olsun! Kevir Allap köyünden faziletli âlim, yüce zat, Molla Abdüsselam oğlu MoIla Abdulmecid’e selam, Allah’ın rahmet ve bereketi onun ve akrabalarının üzerine nazil olmasına dua, hal ve hatırlarının sual ettikten sonra, kendisine şunu bildiriyoruz ki; bizde mevcud mutemed olan Tuhf e El-Muvtaç, El-Nihaye ile haşiyeleri ve şerh El-Ravd, El-Behcet ve diğer haşiyeler gibi kitapları mütalea edip onlara müracaat ettik. Onlardan, açıkça sualinizin cevabı olarak bir ibareyi bulamadık. Bizatihi ma’ksud ile biâztihi maksud olmayan sünnetlerin bir niyette beraber kılınmalarına ait niyete telaffuz edilirken, önce b.augisinin söylenmesinde fark olmadığım zan ederiz. Hatta her ikisine birden niyet edilse de güzeldir. Ancak çok eskiden şimdiye kadar niyet’te bizzat maksud olanı, maksud olmayanm üzerine takdim ediyoruz. Mesela: İki rek’at öğle namazmın sünnetiyle, abdest nama’zırnn sünnetini kılmaya niyet ettim, diyoruz. Bundan ancak abdest sünneti, ratibe sünnetine tabi olduğunu kasdederiz. Bu husustaki görüşünüzün muhalefetinin menşe’ine olduğunu bilmiyoruz. Yoksa, arapça kitabların ibarelerinde geçip (ile) eki manasını ifade eden «Maa» kelimesi, Nahiv ilmindeki kuralına göre, «vezir emir ile ‘bindi» denilince emir metbu, vezir onun. tâbü (uydusu) olduğu anlaşıldığı gibi, abdest sünneti metbü, ratibe sünneti ona tâbi olması niyetten anlaşılacak diye mi düşünüyorsunuz Bu mâna ise, nahiv ilmine ait bir mes’ele olup, niyet’te böyle bir manaya önem verilmez. Bununla beraber, kalbdeki niyet muteber olup telâffuz muteber değildir. Yoksa, başka bir sebeb mi düşünüyorsunuz Senin bu husustaki muhalefetinizin bir faidesini bilmiyoruz. Hem de bu dâvanız için hiç bir delil bize beyan etmediniz. Yaptığınız bir çok ilmi araştırmalardan sonra da bu iddiamza delil olacak hiç bir şey anlamadık. Maksadı olmayan bazı sünnetlerin, diğer maksud olmayan bazılarının kılınmasıyla beraber, sevabının hasıl olduğu, mesela; Abdest namazı uiyetiyle camide kılınan iki rek’at sünnet namazının sevabıyla, Tehıyyetü’l-Mescid namazı sünnetinin (cami adabı için kılınan iki rek’at sünneti) sevabı da hasıl olduğu mes’eleye gelince, bu fıkıh kitabların hepsinde, bizatihi maksud olmayan sünnetlerin kılınmasıyla, diğer başka bizatihi maksud olmayan süuınetin sevabı da hasıl olduğunu açıkça belirtmektedirler ve ibarelerinde geçen gayr (başka) kelimesini tabiri, bizatihi maksud olup, olmayan sünuetlere de şâmildir. Bu açık bir gerçek olup hatta fıkıh kitaplarından İkna kitabı hâşiyesi olan Büceyremi de, Tahıyyetü’l-Mescid sünnetinin sevabı, Kâbe tavafı için kılınan sünnetle hâsıl olduğunu gördük. Halbuki mezkür her iki sünuet de bizatihi maksud olmayan sünnetlerdir.
*1363 H. yılı.

Yirmidörtüncü Mektub
Bazı tabilerine, Ramazan ayının fazileti, onda sâlih amellerinyapılması, dini menhiyatlarm terk edilmesi hakkındadır.ALLAH´IN ADIYLA BAŞLARIM.Kâinatta hiç bir şey yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam, Allah´ın yaratıklarının en hayırlısı olan Muhammed´in (Sallallahü aleyhi ve sellem) âl ve sahaâbeleri üzerine olsun!
Sonra şunu derim ki; Ramazan-ı şerif ayında, Peygamberin (Sallallahü aleyhi ve sellem) adeti, esirleri serbest bırakmak, istedikleri şeyi onlara vermekti. Bu ayda, akşam olunca, orucu acele açmak, sahüru tehir etmek, teravih namazı kılıp Kur´an-ı Kerim okuyup hatim etmek, sünnet-i müekkedelerden olup bir çok iyi neticeler verirler.
Allahü teala bu ayda salih amelleri yapmayı başaran bir kimse, o senenin sonuna kadar da iyi işleri başarmış olur. Bu ayı, günah işlemekle geçse, ki (bundan Allahü teâlâya sığmıyorum!) o yılı sonuna kadar günah işlemekle geçirecektir.
Öyle ise, müslüman kimse, mümkün olduğu kadar, bu ayda aklını Allah yoluna verip çalışması, bu ayı kendine bir ganimet bilmesi, beş vakitte namazını cemâatle kılmasına dikkat etmesi gerekir. Bu ayın her gecesinde, binlerce cehennem ateşine müstahak olanlar, âzad edilir, Cen¬net kapılan açılır, Cehennem kapıları kapatılıp, şeytanlar (Allah´ın laneti onlara olsun) bağlanır, rahmet kapıları açılır.
Bu fakir sizi duadan unutmadığı gibi, siz de onu duâdan unutmayınız! Allah, bütün nebi ve resüllere salat eylesin!

Yirmibeşinci Mektub

MolIa Ubeydullah’m kardeşi Molla Fethullah’a, kendisini inkâr edip, halkı tarikatına girmekten men ettiğiıüu sebebi,, kıskanç¬lıktan başka bir şey olmadığı, mürşidlere itirazda bulunan kimsenin füli âkıbetinin kötü olacağına bir alamet olduğu, kıskanç¬lığın hakikati, Allah sübhânehü ve teâlâ’nın işlerine itiraz et¬mek olduğu konu ile bununla ilgili ınes’eleler hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kâinat’da hiç bir varlık yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin! Salât ü selâm, Allah’ın yaratıklarının en hayırlısı olan Muhammed’in, (Sallâlla¬hü aleyhi ve sellem) âl, ve ashâbının üzerine olsun! Sonra bu mektub, noksan ve kusurunu, itiraf eden köleden, halk arasında ilim ve manevi imdadiyle meşhur, Molla Fethullah’adır. Allah ,onu razı olduğu şeylere muvaffak eyleyip, nefsinin ayıplarını ve doğru yoldan sapıklığını kendi¬sine bildirsin. Senâ ve bir çok selâmları size hediye eder, beş vakit na¬mazda duânızı dileriz. Yamnızdaki talebe ve kardeşlere de selâm eder, dularını diler, durumlarına göre, onlara dua. ederiz. Çocuıkların hepsi duânızı diler hürmetle ellerinizden öperler. Sonra, şu arz olunur ki, de¬falarca bu fakire, keza Molla Übeydullah’ın bütün tâbilerine yaptığınız gıybet, inkar ve itirazını işitti. Halbuki bu miskin, kendine Allah onu seçtiği Peygamberimiz Mustafa (Sallallahü aleyhi ve sellem) ve kendi¬sine tabi olup ilimleriyle amel eden âlimlerin üzerinde bulundukları hak dinden başka bir din davranışını iddia edememektedjr. Şâyet bu fakire karşı inkârımz tarikatı cihetinden ise, Nakşibendi tarikatmın ondan ön¬ce kurulmuş, meşhur olup, Gavs-ı A’zam ve en yüce üstadın (El-Şeyh Abdurrahman El-Tagi) ile mürşidimiz (Hazret-i Allah bizi ve sizi onla¬rın sırlarıyla kutlasın) vasıtalarıyla kendisine vasıl olmuş ve Ahmed bin El-Hacer El-Fetâvâ, El-Hadisiyye kitabının sonunda, «tarikatlar arasında cahil sofuların hurafelerinden sağlam olan tarikat, âk yüce nakşibendi tarikatıdır», diye övmüştür.
Bu tarikat, Peygamberden (Sallâllahü aleyhi ve sellem) sonra insanların efdali olan Ebü Bekir El-Siddik (Radıyallahü anh) in meşrebin¬den alınmıştır. Şayet bu fakire olan inkar ve itirazınız, halleri ve adabı
cihetinden ise, siz onunla kallkıp oturmadınız, onunla arkadaşlık etmedi¬niz ki bilesuniz. Belki biz mürudlere, şerefli bu şeriatin emirlerunin hep¬si yapmak ve bütün nehiy eylediği şeylerden sakınmalarını. emrederiz. Bilhassa, bu tarikat, şeriattan hariç değil, belki Allah’a giden doğru yol¬da sülük etmektir.
İbnu El-Hacer, mezküi kitabında, mürşidlere itiraz kapısı açıp du¬rum ve işlerini gözetleyerek onlardan kötülükle bahsedenler, şübhesiz onların bu halleri, hayırdan mahrumiyetlerine ve akibetlerinin çirkinli¬ğine bir alamettir ve yaptıkları bu işleri, onlara asla netice vermez.
Mürşidlerin hareketlerini iyi te’vil edip hallerini araştırmayıp işleri¬ni Allah’a havale ederek, önemle kendi hali ile uğraşan takatma göre, nefsiyle mücadele eden kimsenin, emellerine, muradına nail olacağı umu¬lur.
Şayet inkarnız, itirazınız kıskançlıktan ise, kıskançlığın hiç bir ila¬cı yoktur. Şu da ilave edilir, ki, kıskançlık, Allah’ın kaza ve kaderine iti¬raz etmektir. Çünkü kıskançlığın hakikati, sizin gibilerin malümu oldu¬ğu üzere, Allah, sübhanehü tealaya itiraz etmek demektir. Allah’ın ha¬ram kıldığı gıybeti yapmak değil de, bu işimizde bir noksanlık veya şeri¬ata, tarikata muhalif bir işlem veya bir bid’at gördüğünüzde, hemen bize ‘bildirmek üzere yazmamız umulur. Tâ ki, ondan tevbe edip dönelim. Ni¬tekim bu Allah’ın haram kıldığı gıybeti değil, bu söylediğim şey’i yap¬manız lazımdır. Sonra bu fakirden bu gibi kelimelerin söylenmesi, haddi değilse de, lakin Peygamberin (Sallallahü aleyhi ve sellem) «din nasi¬hattır» diye buyurması üzerine, bu fakir ondan bir çok merhalelerle on¬dan uzak olan bu sözleri size karşı sarfetmek cesaretinde bulundu.
Be¬yit:

«Kusurların afvı, şeref ü olanlar nezdinde makbuldür. Her ayıp afvın eteğiyle örtülüdür.»
Ben şeyhlik ve irşad merteb’esinden uzağım, bu tarukattaki iddisın¬da yalancıyım. Çirkin fiillerim, hallerim, dünyaya olan düşkünlüğüın ah¬iretten yüz çevirdiğini için tarikattan beriyim. Sâdatın emirleri olmasay¬dı, bendeki bu kusur ve ayıblarımdan dolayı, irşad gibi büyük işe giriş¬meye, bu yüce tarikattan konuşmaya cesaret edemezdirn. Halkı tevbe etmekten men etmek değil de, bu işte bana yardım edip tevbe erbmeleri için, halka emretmeniz lâzımdır. Çünkü halka iyi yolu emretmek vâcib¬dir. Peygamber (Sallallahü aleyhi ve sellem) «Başkasını hayra delâIet eden kimse, (ecir bakımından) onu işleyen kimse gibidir.» ( ) buyur¬muştur.

Allah, efendimiz Muhammed’in, (Sallallahü aieyhi ve sellem) al ve ashâbının üzerine salat ü selam eylesin!

Yirmialtıncı Mektub
Mekke-i Mükerreme mutavvıf-ı El-Şeyh Hüseyin Meymiş´e, kendisinden dua taleb etmesi, ona karşı olan sevgisini açıklaması ve bu konu ile ilgili şeyler hakkındadır.ALLAH´IN ADIYLA BAŞLARIM.Kainatta hiç bir şey yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü selam, Allah´ın yaratıklarının en hayırlısı olan efendimiz Muhammed´in (Sallâllahü aleyhi ve sellem) al ve sahâbesinin üzerine olsun! Sonra bu mektüb, yaptığı günahlann esiri, çok ayıblı olan Ahmed´;den, efendisi faziletli, düşüklerin yardımcısı, Beytullah El-Haram’ın (Kâbe’nin) komşusu, El-Şeyh Hüseyn’edir. Hacılar cemaati devamlı olarak etrafında bulunup bizim gibi günahkarların ihtiyaçları kendisinde temin edilsin!
Bu fakir köle, faziletli, halkın harınağı olan efendisinin sağ elini öpmekle müşerref olur. Kendisinden duasını, güzel manevi kokusunu, hüsnü teveccüh ve bereketini rica eder. Güzel, kıymetli, yüce zatın afiyeti ile bütün hane halkının ve iyi dostların afiyetlerini diler. Allah, bizleri ve onları afetlerden korusun! Hepsinden salih dualarını dilerim. Size ve onlara hususan peder ve kardeşlerinize, güzel selam ve senaalr hediye ederiz. Sizden ayıldığınuzdan beri, sizi unutmadık, o makamla müşerref olmamızı çok arzu ediyoruz. Şu arz edilir ki, bu mektübu getiren kimse ile, Yusuf Ahmed oğlu Muhyeddun’in. Hacc ve umresinin yapılmasına bedel olarak üç Osmanlı altını gönderdik ve getiren adamı vekil ettik. Sen dahi mutlak vekilsin. Lanetlenmiş hırsız (şeytan) ile çirkin nefis kendisini iyi yoldan saptırmamalan için bu fa’kiri duanızdan unutmayıp onu hayalinizun hazinesinde muhafaza etmeniz umulur.
Çocuklar, kardeşler ev halkımızın hepsi sizden dua dilerler:Ey efendim! Bize karşı yaptığınız eski ihsanınıza teşekkür ederim. Her sene hacılarlâ bize gönderdiğiniz teberrük şeyler ile geçen sene gönderdiğiniz emanet, yani bohça da bize ulaşmış; şimdiye kâdar da açmadık. -
Allahâ efendimiz Muhammed’in, (Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün ve ashabınm üzerine salat ve selam eylesin. 27/Şevval.

Yirmiyedinci Mektub
Arappınar beldesinde mukim Molla Müslim’e şeriate mütabeat etmesi, Hac farizasının edâsı ile Peygamber Efendimiz (Sallâllahü aleyli ve sellem) Ravza’suu ziyaret ettiğine dair şükretmesi için tavsiyesi ve nasıl şükür edileceği ve hallun nazarında dünyayı soğutuması için sohbet etmesine dair emri hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kainatta hiç bir varlık yok ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ve selâm, Allah’ın en hayırlı yaratığı olan, efendimiz Muhammed’in, (Sallallahü aleyhi ve sellem) al ve sahâbesinin üzerine olsun! Bundan sonra bu mektüb nefs ani şerlerin hevesine dalmış kimseden, Allah yolundaki kardeşi, Allah için dostu, El-Hacc- El-Haremeyn Molla Müslim’e, Allah, onu dünya ve âhirette afetlerden korusun. Mezkur kimse, size, dost ve tabilerin hepsine, Hacı Müslim’e, oğlunuz Mahmud’a, sena ve çok selamları hediye eder. Size ve onlara dua eder, ahvalinizden sorar. Allah ile aranızı ıslah etmenizi şeriatın mütabeatı üzere olmanızı tavsiye ederiz. Çünki matlüb ve maksüd olan da, ancak budur.
Sonra şu arz edilir ki, Allah, sizi, Peygamberin (Sallallahü aleyhi ve sellem) ziyareti Kabe’nin (Allah onun şerefini çoğaltsın) tavafıyla minnet ederek nimetlendirdiği için, Allah’a (Celle ve ala) şükretmen lazımdır ki, o da, salih amellerden ibarettir. Yani Allah’ın emr eylediği bütün şeyleri yapmak ve nehiy eylediği şeyleri yapmamak, bedendeki bütün organları yaratıldıkları taatta kullanılmalıdır. Şöyle ‘ki: işletme organı, va’z, sohbet, Kuran okunmasını dinlemesine, gözü, Kur’an okunmasına, salih kişilerin yüzlerine bakmaya sarf edilip onu el, ayak organı gibi camiye gitmeye sebeb edinmek, onlarla Allah’ın ehline hizmet etmektir. Organları Allah’ın (Celle ve ala) razı olmadığı şeylerde sarf edilmemelidir ve bunun Allah’dan (Celle ve ala) bir nimet olduğunu, bunları yapmakla birlikte şükrünün Hakkını da yerine getirilmediği bilinmelidir. Nimetlere karşı şükretmeyen, o ni’metlerin zevâlinin cihetine gidip şükreden kimse, o nimetleri bağlama ipiyle onları bağlamış olur, denilmiştir.
Bu zamanda, yapılacak sohbet, halkın nazarında dünyanın soğutulması hakkında olsun. Böylece âhiret işlerinin tatlılaşması umulur. Çünkü ikisi de (dünya ve âhiret) iki kuma’ya benzerler. Birisi razı olunca, diğeri kızar. Allah bizi ve sizi, kendi muhabbetine ve Resülünün (Allah, onun, al, ashâbının ve dünürlerinin üzerine salât ve selam eylesin) mütabeatına muvaffak eylesin! Amin.

Yirmisekizinci Mektub
Molla Cüneyd’e, tarikatta hatmenin taşlardan başka şeylerle de yapılmasınm caiz olduğu ve yatsı namazından sonra da yapılsa bir mahzuru olmadığı, edeb bakmınıdan hatmede çocuk bulunmaması, ümitsiz olmamak şartıyla, her zaman Allah’a yalvarıp nefsin kusurlu olduğu bilinmesi hakkındadır.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kâinatta hiç bir şey yok ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salât ve selâm, Allah’ın Resüllerinden en şereflisi ve Peygamberlerin sonuncusu olan efendimiz Muhammed’in, (Sallâllah’ü aleyhi ve sellem) bütün al ve sahâbesinin üzerine olsun!

Sonra, bu mektub, yüce kapı eşiğinin hizmetçisinden Allah yolundaki kardeş ve dostu Molla Cüneyd’edir. Dünya ve âhirette Allah’a yaklaşma mertebesi arttırılsın! Kendisi ve ev halkı afetlerden selamette bulunursun!.

Hizmetçi, size selâm edip, size ve ev halkınıza dua eder. Çocuklarımız, hepsi size selam edip size ve halkımıza dua ederler. Alimlerin, talebelerin hepsi de... Allah’a hamdolsun! Hepimiz selâmette olup, size duacıyız. Tarafımızdan gönderilen iki mektüb, bize ulaşıp yazılan soruları anladık. Hatmede yapılan zikirler tesbih ile yapılması da caizdir. Zira, maksad, onda okunan salâvat ve yapılan diğer zikirlerin sayılarının bilinmesidir. Gerçi ufak taşlar evlâdır. Hatmenin yapılması, yatsı namazımn sonuna kadar da tehir edilse, bir mahzuru yoktur. Mürşidimiz Hazret (Allah onun yüce sırlarını tâkdis eylesin!) bir ma’ni olduğu zaman, yapılmasını yatsı namazının sonuna bırakır ve işi gücü olanlara yatsı namazından sonra, yapılmasını emr ederdi.

Hatmede, çocuğun bulunması mes’elesine gelince, bunu bilmiyorum. Çünkü büyük mürşidlerimizin katında böyle bir şey’e tesadüf etmedim ki, caiz olup olmadığı hakkında size bir cevab vereyim. Fakat bu fâkirin zannına göre, terbiye ve edeb bakımından bulunmaması evlâdır.
Mektubda yazmış olduğunuz, yalvarma ve afvın talebi ve nefsinizi kusurlu bilmeniz ise, Allah’ın rahmetinden ümitsiz olmayıp, noksaniyetinizi Allah’ın faziletine ve Sadâtının (Kaddesallahü sirrehüm) himmetlerine isnad etmemek şartıyla iyi bir halet olup bu halet daimi olsun! Farsça şür:

«Her ne noksanlık ve suç ki vardır, bizim düzensiz ve yakışıksız olan kaınetimizdendir (boyumuzdandır). Yoksa senin hediyen kimsenin boyu¬na kısa değildir.> ( )

Seyyid Tâhâ. (Kuddise sirruh) bazı tabilerin’e, «Eğer nefsani kafirden de daha çirkin ve kötü görmezsen, sana yazıklar olsun!» diye buyurdu. Bir çok s’ena ve s’elamlar Şeyh Salih’e, Şeyh Malımüd Cezü’ye hediye ederek, onlara dua eder, dualarını dileriz. Hacı Abdülcelil, Abdurrahman oğlu Muhammed ve diğer dostların hususen Molla Ramazan ile Molla Abdülmecid’den keza dua taleb ederiz. Selamımızı Diyarbakırlı Hacı Yusuf’a iletiniz. Annesinin ve kızının yanına gelsin! Allah, onun rızkını çoğaltıncaya kadar ondan borç istemiyeceğiz ve mümkün olduğu kadar halk dahi onu borçları için snkıştırmalarına da mani olacağız. Allah, efendimiz Muhammed’in, (Sallâllahü aleyhi ve sellem) al ve sahâbesinin üzerine salat ve selam eylesin!

Yaz?c? Sürümü
Yirmidokuzuncu Mektub
Kendisine karşı bazı inatçılara,«Risâlet, Peygamberle ölmüştür. Lakin onun bir gölgesi müslümanlarla kalmıştır.> denilen kavlin manası hakkında göndermiştir.

ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM
Kâinatta hiç bir şey yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salât ve selam, efendimiz Muhammed’in, (Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün âl ve sahâbesinin üzerine olsun!
Bundan sonra, bâzı inatçılar, «Risliet, Peygamberle ölmüş, ancak onun bir bölgesi (kadar) müslümanlarla kaldı.» denilen kavun manâsını benden sordu: Cebrail (Aleyhisselam) vasıtasıyla aziz ve yüce Allah ile Peygamberi arasında vâ’ki olan risalet (vahiy) olayı, Peygamberin (Sallallahü aleyhi ve sellem) vefatıyla kesilip, ondan ancak müslümanlar arasında tek bir gölgesinden başka bir şey kalmadı ki, o da, peygamberlerin vârisleri olan âlimlerin ellerindeki, Peygamberin (Sallâllahü aleyhi ve sellem) şeriatıdır.

Otuzuncu Mektub
Telşair köyünden Molla İbrahim’e, Şeyh’in (Kuddise sirruh) kendisinden darılmasının sebebleri, hususan mürşide karşı hürmetin fazileti, kötü alimlerin alâmeti, köylerde çadırda yaşayan göçebeler nerede olurlarsa, orada fitre vermeleri câiz olduğu ve bu konu ile ilgili şeyler hakkındadır.ALLAH’IN ADIYLA BAŞLARIM

Kâinatta hiç bir şey yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Allah’ım!
Biz sana yakışmayan şeylerden seni tenzih ederiz.. Bize öğrettiğin ilimden başka bir ilmimiz yoktur. Muhakkak sen her şeyi hakkıyla bilir, üstün hikmet sahibisin Allah’a hamd ve Allah’ın Resulü efendimiz olan Muhammed’e (Sallâllahü aleyhi ve sellem) âl ve ashâbına saIât ü selam eyledikten sonra, size şu arz edilir ki, Fakat (Talebe) Muhammed bize gelip sizden darılmamızın sebebini sordu özel olarak sebebi: Üstadmıza karşı az hürmetin, sizi iyiye delalet eden hocanın hukukunun muhafaza etmeyişin, ilim ve tarikatta ona mütabeatsizliğin, oturduğun mecliste kendini çok tezkiye ederek, onu ve müslümanları gıybet edip, hocanız hakkındaki aşırı tecâvüzünüzdür. İşte Molla Ava’da da işaret ettiğimiz üzere, darılmamızın sebeblerinin hülsası budur. Tafsilen beyan etmek, bize münasib ve layık değildir.
Ey kardeş! Sen bu haller üzerine devam edersen, çok pişman olacaksın, din ve dünya işleriniz bozulacaktır. Çünkü mürşidimiz (Hazret) Allah, onun yüce sırlarını kutlasın! Büyük bir mürşid olup tabilerinden vâki olan böyle ahlaka râzı olmaz. Zira bunlar, ahiret alimlerinin ahlakı değillerdir. Bunlar ancak dünyalık olan alimlerin ahlâkıdır. Sonra, şu husus dahi arz edilir ki, alimlerin bâzısı dediler ki, yüce manevi makamlara ulaşanlar, ancak, mürşidlerine karşı olan hürmetleri sayesinde ulaşmış ve bu yüce mertebeden aşağı düşenler de, ancak hürmeti. terk ettiği için, düşmüştür. Rivayet olunur ki İskender, Zülkarneyn’e, niçin hocana pederinden daha çok ta’zun edip onu yüceltiyorsunuz diye sorulduğunda, pederim beni gökten yere indirdi, üstadım ise, beni yerden göğe yükseltiyor demiştir.
Talim El-Müteallini kitabının müellifi mezkür kitabında ,«Hakların en büyüğü hocanın hakkıdır. Çünkü, seni öğreten kimse, dinde pederindir.» demiştir. Yukarıda bahisleri geçen diğer kötü ayıplar ise, çirkinlikleri belli olduğundan delil getirilmeye ihtiyaç yoktur. Nasıl çirkin olmasınlar Ki, Allah’ın Resülü (Sallallahü aleyhi ve sellem)

«Ayıbı, onu başkasının ayıbını görmekten meşgul eden kimseye ne mutlu!» diye buyurdu. Salih bir adam, kardeşine şöyle yazdı: Gerçekten sana ilim verilmiştir. İlmin ışığını günahların karanlığıyla söndürıne! Ta ki alimler ilimlerinin ışığında çalıştığı gün karanlıkta kalmayasm!
Peygamberden (Sallallalıü aleyhi ve sellem) rivayetle buyurdular ki:

«Kişi kendi ilmiyle amel etmedikçe, alim olamaz.» Gazali de İhya-i Ulümiddin kitabında şöyle buyurur: Dünyalık ve kötü ilimleri, okuyup, okuttukları ilimlerinden maksadları şöhrettir, dünyanın rütbe ve makamlarına ulaşmaktır. Dünya halkı nezdinde şeref kazanmak, ilimleriyle emsallerine karşı böbürlenip sefihlerle mücadele etmektir.
Fudayl bin İyad, Allah ondan razı olsun. Demiş ki, (Kıyamet günü)
putlara tapanlardan önce, dünyalık için çalışan Alimlerin cehenneme
gönderilmesiyle başlanır.
Kötü Alimlerin alameti: Kendisine sorulan fetvalara acele cevab vermeleridir. Allah sübhanehü ve tealaya şükür olsun ki, Hazretin (Kuddise sırruh) himmetiyle ben şu hasletle muttasıfım: Çünkü Kuran-ı kerim ve hadis-i şerifin nassı ile icma veya kıyas-ı celiden muhakkak bil¬diğim bir meseleden sorulduğunda fetvasını veririm. Onda şekk veya zanlı olduğum şeyden sorulsam, «Bilmiyorum» kelimesi alimlerce ili¬min yarısıdır denildiğinden «Bilmiyorum» derim. Ki, kıyamet günü ba¬na: Hangi kaynaktan sorulduğun mes’eleye cevab verdin denilmesin.
İbrahim El-Teymi’den (Radıyallahü anh) bir mesele sorulduğu zaman, ağlayıp: «Benden başkasını bulamadınız da ki müracaat ettiniz.» diyordu.
Gazali de buyurmuş ki fukaha zümresinde, sorulan soruların ceva¬bında, «bilmiyorum» diyenler, «biliyorum» diyenlerden daha çoktu. Süfyan El-Seyri, Malik bin Dinar, Ahmed bin Hanbel, Fudayl bin İyad ile Bişr bin El-Haris, (Rıdvanullah teala aleyhim ecmain) «Bilmiyorum» diye cevab veren zatlardır.
Dini fetvaların bu önemi dolayısıyle, Resülüllah’ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) sahabesinden birisinden dini bir fetva ya da Resulüllah’ın. (Sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifi veya herhangi bir mes’ele sual edildiği zaman, illa arkadaşı cevab vermesini isterdi. Bir mesele birine arz edilirken, kendisi, o meseleyi arkadaşına, o da diğerine, diğeri de bağa arkadaşına havale eder, ta ki yeniden evvelki adama gelirdi.
Sizin, fetva vermesini çok sevdiğinizi zan ederim. Zira daima gizli ve aşikar olarak bir adamla veya bir mektubla dini bir meseleyi gönderiyorsun. Ben de cevabını göndermekteyim.
Çadırlarda yaşayan göçebeler, bulundukları yerde, fitre zekatı ver¬meleri caizdir. Çünkü Şafü ulemasının çoğu, Şafü mezhebinde zekatın nakline fetva vermişlerdir. Ebü Hauife mezhebi de böyledir..
Ramazan ayında efendisi bir yerde bulunan bir kölenin, kocası bir başka beldede bulunan bir hanımın çıkarılacak zekat-ı fitresinin cinsi:
Köle ve hanımm bulunduğu yerin zahiresinin cinsinden itibar edilir, diye fıkıh kitablarında gördüğün ibarelerin esası zekatın nakli caiz olmadığı kavle göredir..
Kardeşinin ayıplarmı açığa vurma, sakla! Ki kendi ayıplarını bilesin. İnsanın selameti dilini muhafaza etmesindedir. Edebi olmayan bir şahıs ruhsuz bir cesede benzer. Başkasında çirkin bildiğin şeyi kendin için de çirkin bil! Yalnız kendi fikrini beğenen kimse, doğruluktan sapar. Nefsinin arzusu aklına galib gelen kimse, helak olur. İşlerin sonucunu düşünen kimse belalardau kurtulur. «İnsanlara, derecelerine göre, muamele ediniz!» ( ) Kişinin tcvazu, (alçak gönüllülüğü) kendisine ikram eder. Tevazü şerefin bir çoğalmasıdır. İlim ve edeb köleyi efendi yapar. Fazilet, akıl ve edebledir. Nefsinden razı olan kimsenin küskünleri çok olur. Cevabda acele eden, doğru cevab vermekte hata eder. Bir şeyi seven kimse, o şeyden çok bahseder. Şür: «Kişi tememıi eylediği her şeye nail olmaz. (Zira) rüzgarlar, vapurlarm istemediği istikamete seyrederek beraber götürür.» Sükut etmekten dolayı hasıl olan pişmanlık, söz etmekten dolayı hami olan pişmanhktan daha hayırlıdır. Sırrını gizleye kişi muradına erer. Çek konuşan zeli olur. Kul olsun, Rab olsun, ni’met edenin şükrü ni’met edilenin üzerine farzdır. Halkın kendisine iyilik ettiğinden dolayı şükür etmeyen kimse, Allah’a da şükür etmemiş olur. İyi ilk yapanın ni’metini inkar edip teşekkür etmemek büyük bir günahtır. Kendisine iyilik ettiğin kimsenin şerrinden korun! Aşırı hareket etme sefihliktir, akılsızlıktır. 22/Ramazan.





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)