Thread Rating:
  • 14 Vote(s) - 3.14 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Fıkıh Ansiklopedisi P Harfi İle Başlayanlar
#1
Oku-1 
Fıkıh Ansiklopedisi P Harfi İle Başlayanlar


Erkeğin parmağı hanımının fercine girerse, gusletmesi gerekir mi?

Kadının fercine erkeğin kamışından başka bir şey, mesela parmak, insan dışındaki canlıların kamışı, odun, plastik âlet, yani yapay orgân sokulması halinde, seçkin görüşe göre, kadın şehvet duymus, ya da bundan şehveti kastetmiş ise, yıkanması gerekir, aksi halde gerekmez. (bk. Hanımlara Özel Ilmihal) Parmağın erkeğin parmağı olması ile kadının kendi parmağı olması arasında fark yoktur.



Kullandığı kokunun erkek tarafından duyulması halinde kadının gusül abdesti alması gerekeceği doğru mudur?

Bilindiği gibi güzel koku Rasûlüllah Efendimiz tarafından övülmüş ve hem kadının hem de erkeğin kullanmaları tavsiye edilmiştir. Ancak kadının kullanacağı kokunun yabancı erkekler üzerinde doğuracağı tepki hesaba katılarak, kadınların koku sürerek çıkmaları yasaklanmıştır. Işin buraya kadar olan yönü ayrı bir konudur. Zaten sağlam duygu ve karaktere sahip bir erkek, kendi karısınınyayâcağı tahrik edici kokudan, başka erkeklerin uyarılmasını aslâ arzu etmeyeceği gibi, edepli ve sağlam karakterli bir kadın da, yabancı erkekler için tahrikkâr ve uyarıcı olmak istemeyecektir. Şimdi bu konudaki bazı hadîs-i şeriflerin mealleri söyledir:

1 - "Bir kadın güzel kokular sürünür ve kokusunu duysunlar diye erkeklerin yanından geçerse, şöyle şöyle dir" (Tirmizîdeki ilâveye göre, yani zaniyedir) (Ebû Dâvûd, teraccul 7; Tirmizi, edep No: 2787

2 - "Kokulanarak mescide çıkan bir kadının namazı, evine dönüp gusül için yıkandığı gibi yıkanmadıkça kabul olmaz."( Ebû Dâvûd, teraccul 7)

3 - "Kadın mescide gitmek istediğinde, kokusundan cünüplükten yıkandığı gibi yıkansın."( E1 Hindi VI/415) Ikinci ve üçüncü hadiselerin zahir (kelimelerinin) manalarına bakıldığında, koku sürünerek camiye giden ya da gitmek isteyen kadının tam bir gusül abdesti alması gerekeceği anlaşılır.( Azımâbâdi, Avnü`1-Mâbûd XI/231) Halbuki yine hadis-i şeriflerden öğrenilen gusül sebebleri, (guslü farz kılan haller) bellidir ve kokulanmak onlardan birisi değildir. Öyleyse bunu ya Alî el-Kârî`nin dediği gibi anlamak ve: Koku bedeninin her tarafına sürülmüşse her yerini yıkamalı, değilse, sürülen yerleri yıkar, demek lâzım,ya da -Allahu a`lem- bunda bir mübâlaga vardır. Yani üstünü başını o kadar iyi yıkamalı ki, âdetâ gusül yapmış gibi olmalı, diye anlamak lâzımdır. Ama kokunun sonu itibariyle gusle sebep olacak durumlara götüreceğine, koku ile onların hemen hemen aynı şeyler olduğuna da işaret olmalıdır. O zaman da bu açıdan mübalağalı bir anlatım olmuş olur.


PAMUK KULLANMA VE ABDEST

Sürekli pamuk kullanmak sağlığı olumsuz yönde etkilıyor, ne yapmamız gerekir? ·

Önce pamuk kullanmak normal bir durum değildir, fıtrata aykırıdır; gerek yoksa kullanılmaması iyidir. Akıntı, abdest tutulamayacak düzeyde olursa, pamuk kullanmak müstehap olur. Dezenfekte edilmiş hidrofil pamuğun sağlıga zararlı olacağını sanmıyorum. Yine de bir tabibe sormak gerekir. Zararlı olacağı bir mütehassıs doktor söylerse, artık iki durum söz konusu olur:1. Akıntı zaman zaman gelmekle beraber her namaz vakti bir namaz kılacak kadar gelmediği oluyorsa, bu gelmediği zamanlarda abdest alıp namazları kılmak gerekir. 2. Bir namaz vakti o vaktin namazını kılacak kadar bir zaman bulamayacak şekilde geliyorsa, ondan sonra da her namaz vaktinde en az bir defa görülüyorsa, kişi özür sahibi demektir, her vakitte alacağı bir abdestle diledigi kadar namaz kılabilir: Ancak pamuk ya da tampon (kürsüf) zarar vermiyor ve akıntı onunla kesilebiliyorsa kişi özür sahibi olmaz. Akıntı pamuğun dışına çıkmadıkça da abdesti bozulmaz.

PAMUK KULLANMADAN ABDEST:

Her namaz vakti namaz abdesti almak şartı ile, hanımlar pamuk kullanmadan beş vakit abdestli sayılmış olurlar mı? Böylece Kur`ân-ı Kerîm okuma, tutma ve camiye gitme gibi şeyleri yapabilirler mi?

Abdesti bozan, önden ya da arkadan herhangi bir şeyin çıkmasıdır. Abdestli olduğu süre içerisinde böyle bir şey çıkmadıkça, kadın da erkek de abdestli sayılır: Normal olan da, gerek yoksa pamuk vs. kullanmamaktır. Bu durumdaki bir kadın, beş vakit namazın tamamını dahî, başka şeyle abdesti bozulmadıkça, kılabilir. Ancak sürekli akıntı oluyor ve abdest tutulamıyorsa, pamuk vs. kullanmak

sünnet veya müstehap olmuş olur. Akıntı pamuk- la kesilebildiği takdirde abdesti bozulmuş olmaz. Pamukla da kesilemiyorsa bir anormallik var demektir; müslüman bir doktora görünmelidir.

PARA İLE MUKABELE OKUMAK

Ramazanda mukabele okuyup para almak, eve erkek hocanın gelip teravih namazı kıldırması ve buna para alması, yine eve erkek hocanın gelip mukabele okuması, para alması; kadınlarla aynı evde bulunması câiz midir? Bu parayı alanların %90`i fakirdir. Bununla ihtiyaçlarını gideriyorlar.

Kur`ân-ı Kerîm okuma karşılığında para almak haramdır, câiz değildir: Ibn Âbidîn alanın da verenin de günahkâr olduğunu söyler. Imam Birgivî, ihtiyaçlı iseler leş yesinler de bunu yemesinler, daha iyi olur, der. Bir erkeğin başka bir erkek, ya da kendi mahremi bir kadın (kendi karısı da olabilir) bulunmayan bir yerde başka kadınlarla bir arada bulunması haramdır.(163 Kadızâde, Netâic N/122 ) Içlerinde böyle bir yakını yoksa, onlara ev gibi bir yerde namaz kıldırması mekruhtur. (164 Serahsi, Mebsût I/166) Ramazanda bu yolla hayır yapmak isteyen kadınlar bir araya gelsinler. En iyi bilenleri Kur`ân okusun, diğerleri dinlesin. Iyi okuyamıyorlarsa,hatim yapmaları da şart değildir. Okuyabildikleri kadar okur, okuma bilmeyenlere öğretirler. Her oturuşta da okudukları yerin bir sayfası kadarının mealıni ve iki üç hadis-i şerif okurlar. Böylece mukabeleleri merasim olmaktan çıkarmış, Kur`ân`ın ne demek istediğini bir nebze görmüş ve müslümanca bir iş yapmış olurlar. Eğer söylediklerimize itiraz edenler olursa, evlerde kadınlara mukabele okuyan sanatkâr ya da artist hafızların günahlarından örnekler veririz ve sebep oldukları tek kuruşluk hayır var mıdır diye de onlara sorarız.

PARDÖSÜ-ÇARSAF

Daha önce genişçe anlattığımız üzere, kadınların evlerinden çıkarken "cilbâb" yani, hem olabildiğince vücut hatlarını gizleyerek bütün bedenlerini, hem de süslü elbiselerini örten üstlük, dışlık giymeleri gerekir. Bu Kur`ân`ın emridir. Ancak bunun sabit bir şekli yoktur. Genellikle tefsir kitaplarında yapılan tanımı daha çok bugünkü çarşafa yakındır. Ancak bazı tefsirlerdeki tanımı; başı ve göğüslerle beraber omuzları örten genişçe başörtüsünü ve kolu olsa dahi geniş, uzun ve sâde (süs unsuru taşımayan) pardösüvarı dışlıkları da içine alır. Ancak kadının erkeğe ve özel elbiselerinde gayr-i müslim kadınlara benzememesi de asıldır.

Buna göre:

a) Geniş olup kadının vücut hatlarını belli etmeyen,

b) Erkek pardösülerini ve gayr-i müslim kadınların özel kıyafetlerini andırmayan,

c) Kadının topuklarına kadar ayaklarını, yenleri açılmayacak, şekilde kollarını örten,

d) Rengi, nakış ve dikişleri ile çekicilik hedeflemeyen,

e) Üzerinden başın da yine sâde, süssüz ve geniş bir üstlük başörtüsüyle örtüldügü abâye ya da pardesüler de (Adına başka birşey de diyebilirsiniz) "Cilbâb" sayılabilir ve kadının dış elbisesi olarak kullanılabilir. Koltuk altının açık olması zarar vermez. Çünkü kolunu kaldırmasıyla görülen kısım, vücudu ya da iç elbiseleri değil, pardesünün oraya gelen kısımıdır. Bu açıdan "çarsaf` belki de daha olumsuzdur. ,Çünkü çarsaflı kadın kolunu kaldıracak olursa, kolunun çıplak yerlerinin yada iç elbiselerinin görülmesi muhtemeldir. Ama çarsaf bu olumsuzluğuna rağmen, Kur`an-ı Kerim`de istenen "cilbâb"a bazılarınca daha uygun görülmüştür. Zirâ kadın zâten dışarıda çok gezmez, onun karargâhı evinin içidir, zorunluluk olmadıkça dışarıda çalışmaz, elinde eşya taşımaz ki, kolu açılacaktır. Üstelik kolları dahî kapatmakla vücut hatlarını âzamî ölçüde gizlemis olur, istenen de budur... gibi bir espiri taşır.

PAZARLIK ETMEK

Malın fiyatı; satıcı ile alıcının anlaşması sonucunda, yani pazarlıkla ortaya çıkar. Pazarlık yapmak helâldir. Helâl olmayan davranış, bir mala aşırı fiyat istemek veya değerinin çok altında fiyat vermektir. Alıcı ile satıcı pazarlık yaparken ikinci bir alıcının pazarlık yapması caiz değildir. Abdullah b. Ömer, pazarlık üzerine ikinci bir şahsın pazarlık yapmasını Peygamberimizin yasakladığını söyler. (el-Buhârî, Büyû, 58, üslim, Büyû, 14). Malı alma niyeti olmaksızın fiyatı artırmak veya kırmak, böylece üçüncü şahıslara zarar vermek, kapalı veya açık artırmalarda yapılan hîle ve gizli anlaşmalar da haramdır. Bütün bu davranışlara dinimizde "necş: aldatma" denir ve Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. (el-Buhârî, Büyû, 64, Müslim, Büyû, 14).

PERUK KULLANMA:

Peygamberimiz (s.a.s.) aynı biçimde, saçına insan saçı takan ve taktıran kadınlara da lânet etmiştir. (Örnek olarak bk. Buhârî, libas 83, 85; Müslim, libas 115. ) Çünkü bu da Allah`ın beğendigi yaratılışı bozma ve karşısındakini aldatmak demektir. Islâm`da bunların her ikisi de yasaktır.

Kullanılan perukun, insan saçından başka bir şeyden olması halinde câiz olacağı söylenmiştir. (Ibn Âbidin VI/373.)Ancak peruku kadının bir başörtüsü gibi kullanması ayrı bir olaydır. Çünkü kadının başını kapatma emri, saçının câzibesiyle ftneye sebep olacağı içindir. Peruk ise bu câzibeyi çoğu zaman eksiltmez, tersine artırır. Bu yüzden bu konunun iyi araştırılması gerekir. Yani kadının insan saçından başka bir şeyden (ipek, yün sentetik elyaf vb.) peruk kullanması câizdir. Ama başörtüsü yokken, dışarıda bununla gezebilir mi? Bize gezemez gibi görünen bu konu iyi öğrenilmelidir. Çünkü bu günlerde başörtüsünü yasaklayanlara karşı böyle bir çare düşünenler vardır.



PERUK SATMAK VE ONU TAKMAK CAİZ MİDİR?

Peruk denilen takma saç, insanın saçından yapılmış ie kesinlikle haramdır. Onu satmak, satın almak haram olduğu gibi takmak da haramdır. Çünkü insan değerli bir varlıktır. Mübtezel bir hale getirilip onun saçını veya herhangi bir uzvunu "zaruret olmadıkça" satmak ve kullanmak haram olur. Peygamber (sav), Allah saçına ekleyen ve eklemek isteyen kadınlara lanet etmiştir, buyuruyor (Mecma`u`l-Enhur).

Ancak peruk deve tüyünden, naylondan veyahut sun`i herhangi başka bir şeyden yapılmışsa onu takmakta beis yoktur. Hakkında hiç bir şey varid olmamıştır. Mesela: Adamın başı keldir. Manzarası pek iyi görünmüyor. Çirkinliğini kapatmak için böyle sun`i bir peruk takmakta ne sakınca vardır. Hadisin lanetlediği şey, kadının saçına insan saçını eklemektir. Ama insan saçı olmazsa beis yoktur. Mesela bir kadının saçı kısadır, saçına deve tüyünden ilave edip örgülerini çoğaltırsa asla günah sayılmaz (Mecma`u`l-Enhur).

PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)`İN BAZI SÜNNETLERİNİ BUGÜN YAŞAYAMIYORUZ. BUNDAN NE ÖLÇÜDE SORUMLU OLURUZ? MESELÂ SAÇLARIMIZA ZEYTİNYAĞI SÜRMEK, YA DA SÜRME ÇEKMEK GİBİ. BUGÜNÜN SANAYİ ZEYTİNYAĞI VE ECZANELERDEKİ SÜRMEYLE BU SÜNNET YERİNE GETİRİLMİŞ OLUR MU?

Gerçekten de Allah Rasulü Efendimiz (sav)`in: "Zeytinyağı yiyin ve onunla yağlanın, çünkü o mübarek bir ağaçtandır" (Tirmizi, atime 43; Ibn Mace, at`ime 43; Darimi, at`ime 20) buyurduğu sahih hadis kitaplarımızda geçmektedir. Bazı kitaplarda: "Çünkü o hoş ve mübarektir... Çünkü onda yetmiş derde deva vardır, cüzzam da bunlardan biridir." "Basura iyi gelir" (Hindî, Kenz, X/48) gibi ilaveler de vardır. Sürme hakkında ise "Sürmenizin iyisi Ismid`den olandır. O gözü cilalar, tüyü bitirir" (Ebu Davud, libas 13, Tip 14; Tirmizi, libas 22,23; Ibn Mâce, tip 25) buyurulmuştur. Anlaşılacağı gibi, her ikisi de tibbî birer tavsiye niteliğindedirler. Yani zevâid sünnetten sayılırlar. Bu yüzden terkeden, eğer hafife alarak terkediyor değilse, günah işlemiş sayılmaz. Sadece tibbî faydalarını düşünerek kullanan, tibbî faydasından yararlanmış olur. Nitekim modern tıp, hem "ismid" denen taştan yapılan sürmenin göze faydalarını, hem de zeytinyağının saç dibi hücrelerini ve cildi besleyici özelliğini tesbit etmiş durumdadır. Bunları bir sünnet olarak düşünüp tatbik edenler ise hem tıbbî faydalarından istifade ederler, hem de sünnet sevabı alırlar.

Zeytinyağı tabi zeytinyağı olduktan sonra modern sanayı tesislerinde yapılmış olması bir şey değiştirmez. Sürmeye gelince, bugün bir kozmetik aksesuarı olarak eczanelerde satılan sürmeler "ismid" olmadığı ve göze ve cilde faydadan çok zarar verdiği için, ona aynı şeyi söyleyemeyiz. O safi bir süs aracıdır. Sağlıga zararlı ise mekruhtur. Değilse niçin kullanıldığına bakılır: Eşi için kullanmışsa müstehap olur (Al- lah`u a`lem).

PEYGAMBERİ ZİYARET İÇİN MEDİNE-İ MÜNEVVERE`DE SEKİZGÜN KALMAK İCAB EDER Mİ?

Peygamberi ziyaret için Medine-i Münevvere`de sekizgün kalmak icab etmez. Ziyaret, bir defa Ravza-yı Mutahhara`ya gidip Peygambere selam vermekle hasıl olur. Ancak Mescid-i Nebevi (Peygamberin Mescidi) nin fazileti hakkında bir çok hadis varid olmuştur. Ez cümle Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: "Mescidü`l-Haram (Mekke-i Mükerreme`deki mescid) müstesna, şu mescidimde kılınan bir namaz başka bir mescidde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır" (Buhari).

Bir başka hadiste de şöyle buyuruyor: "Ara vermeden şu mescidimde kırk namaz kılan kimse için ateşten ve azabdan beraet yazısı yazılır. Ve nifaktan da kurtulmuş olur" Ahmed bin Hanbel, Taberani,Tirmizi). Demek ki kırk namaz (ki sekizgünün namazıdır) ın fazileti meselesi Peygamberin ziyaretine değil, Mescid-i Nebevi`nin ehemmiyetine ma`tuftur.

PEYGAMBERİN (SAV) CENAZE NAMAZI KILINMIŞ MIDIR? KILINMIŞ İSE KILDIRAN KİMDİR?

Peygamberimizin cenaze namazı kılınmıştır. Ancak müslümanların halifesi olmadığı için cemaat halinde değil, münferiden kılınmıştır. Önce Hazret-i Ebubekir (ra) Peygamberin huzuruna girerek cenaze namazını kıldı. Sonra sıra ile Hazret-i Ömer (ra), arkasından Hazret-i Osman (ra) onun arkasından Hazret-i Talha, sonra Hazret-i Zübeyr, sonra peyderpey müslümanlar namazı kılmışlardır.

PEYGAMBERLERİNE İMAN

Peygamberler, Allah`ın insanlar arasından seçtigi ve özel olarak egitip yetiştirdigi seçkin insanlar ve elçilerdir. Peygamberlik çalışmakla elde edilecek bir makam değildir. Onlar eylemlerinin çoğunu Allah`ın emri ve özel mesajı (vahiy) ile yaparlar. Bir insan olarak kendiliklerinden yaptıkları işlerde yanıldıkları, ya da işin en doğrusuna isabet edemedikleri olursa, bunu Allah (c:c.) kendilerine derhal bildirir ve onlara mutlaka en doğru olanı yaptırır.

Peygamberlerin bütün yaptıkları Allah tarafından kontrol edilip düzeltildiği için, onların bütün hayatları din adına birer örnek haline gelmiş ve dinin canlı misalini oluşturmuştur.

Ilk insan, aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Adem(a.s.)`dir. Son Peygamber ise Hz. Muhammed (s:a.s.)`dir. Bu ikisi arasında sayıları yüzbinleri aşkın peygamber gönderilmiştir. Kur`ân-ı Kerîm, bunların hepsinin isimlerinin bize bildirilmediğini haber verdiği için, bizim onların sayılarını öğrenip ona inanmamız şart değildir. Sadece peygamber olarak gönderilen her insanın Allah`ın elçisi olduğunu söyler ve öyle inanırız.

Bazı peygamberlerin isimleri Kur`ân-ı Kerîm`de zikredilmekte ve hayat hikâyelerinden bölümler verilmektedir. Onları da anlatıldığı gibi kabul eder ve inanırız. Kur`ân`da isimleri zikredilen peygamberler şunlardır:

Âdem, Idris, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, Ibrahim, Ismail, Ishak, Yakub, Yûsuf, Şuayb, Hârûn, Mûsâ, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, Zülkifl, Yûnus, Ilyas, Elyesa, Zekeriyya, Yahya, Isâ ve Muhammed (Allah`ın salât ve selâmı üzerlerine olsun).

Bütün peygamberler Allah tarafından gönderildiği için hepsi aynı temel inanç esaslarını getirmiş ve öğretmişlerdir. Hepsinin öncelikle yaptıkları iş; "Tevhid" e, yani yalnız Allah`a inanıp O`nun dışındaki ilâhları inkâra çağırmak olmuştur. Onların hepsi bu işi yapmış ve insanları canlı veya cansız ilâhlara kul olmaktan kurtarmaya, yani özgürlüğe çağırmıştır.

Peygamberler, peygamberliklerini mûcizelerle isbatlarlar. Mûcize; peygamberlerin, Allah`ın gücüne dayanarak başkalarının yapamayacağı harika işler yapmalarıdır. Allah her peygambere özellikle kendi zamanında çok ileri giden bilim ve tekniğe göre bir mûcize vermiştir. Meselâ Hz. Mûsâ zamanında sihirbazlık çok gelişmiş ve Allah ona mûcize olarak sihirleri boşa çıkaran bir asa (baston) vermiş, Hz. Isâ zamanında tıp çok ilerlemiş, Allah da ona mûcize olarak körleri gördürme, alaca hastalığını iyileştirme, hattâ ölüyü diriltme kabiliyeti vermiş Hz. Muhammed zamanında da edebiyat çok ilerlemis, Allah da ona mûcize olarak Kur`ân-ı Kerim`i göndermiştir. Öyle ki, en büyük edebiyatçılar bile onun en küçük sûresine dahi benzer bir metin yazamamışlardır. Önceki peygamberlerin, peygamberlikleri gibi mûcizeleri de geçici iken, Hz. Muhammed`in en büyük mûcizesi olan Kur`ân-ı Kerîm`in mûcizeliği de onun peygamberliği gibi süreklidir. Peygamberlere verilen mûcizeler böyle birer taneden ibaret değildir. Onlar her istendiğinde Allah`ın yardımıyla mûcize gösterebilirlerdi. Meselâ, Hz. Muhammed`in daha yüzlerce mûcizesi vardır.

Peygamberleri diğer insanlardan ayıran bazı özellikler vardır:

a) Onlar Allah tarafından yetiştirilir ve terbiye edilirler, insanlar ise akılları ve çabalarıyla bilgi edinirler,

b) Peygamberlerin gayesi Allah`ın emirlerinin yerine getirilmesidir, insanlar ise bilgi ve becerileriyle başka şeyler, meselâ şöhret isteyebilirler,

c) Peygamberler Allah`tan getirip öğrettiklerini kendi hayatlarında tastamam yaşayan insanlardır.

Peygamberler hiç yalan söylemeyen, yaratılıştan, üstün anlayış ve ahlâk üzere olan, son derece güvenilen, hiç günah işlemeyen ve Allah`tan aldıkları bilgileri tastamam insanlara aktaran ve ulaştıran insanlardır. (Ismet, emanet, fetanet, sıdk, tebliğ)

Peygamberler`in peygamberlikleri arasında bir fark yoktur, hepsini peygamber olarak kabul eder ve inanırız. Ancak yerine getirdikleri görev bakımından aralarında derece farkı vardır ve Hz. Muhammed, hem bütün peygamberlerin hem de bütün insanların en üstünüdür. Ondan sonra diğer peygamberler, sonra büyük melekler, sonra diğer insanların iyileri, sonra da diğer melekler gelir.

Hz. Muhammed son peygamberdir. Peygamberlik zinciri onunla tamamlanmıştır. Onun getirdiği din bütün insanlığa gelmiş son dindir. Artık ne başka peygamber, ne de başka din gelecektir. O, cinlerin de peygamberidir. Halbuki, ondan önceki peygamberler belli bölgelere ve belli milletlere gönderilen ve getirdikleri din, dünyada bulunan herkesi ilgilendirmeyen peygamberlerdi.

Hz. Isâ Allah`ın büyük peygamberlerinden biridir ve Hz. Adem`in topraktan yaratıldığı gibi, o da Babasız olarak Allah`ın dilemesiyle Hz. Meryem`den doğmuştur. Annesi de iffetli bir kadındır. O, -hâşâ- hiristiyanların dediği gibi Allah`ın oğlu değildir. Onların iddia ettikleri gibi öldürülüp çarmıha gerilmemiştir. Allah onu öldürüp kendi katına çıkardığını haber vermektedir. Indirilişi nasıl olacaktır, bilmiyoruz ama, sonra da dünyaya indirilecektir.

Aklımıza, peygamberlerin gönderilmesine ne lüzum vardı? diye bir soru takılabilir. Aslında bunu,.Allah`ın büyük bir lûtfu ve iyıliği saymamız gerektiğini hatırlamalıyız. Sonra:

l. Insanlar hem dünyaları, hem de sonları için, kendi çıkarlarına ve faydalarına olan şeyleri sırf akıllarıyla bulamazlar. Bunu çok basit konularda bile insanların, çok değişik şeyler düşündüklerinden anlıyoruz. Işte peygamberler akılların çözemediği ya dâ çözmekte zorluk çektigi noktalarda, Allah`ın öğretmesiyle insanlara rehberlik yaparlar.

2. Daha önce muazzam bir makineye benzettiğimiz insanların, nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildiren broşürler durumundaki kitapların anlaşılmalarını sağlar ve deyim yerinde ise, bu konuda bir teknisyen görevi yaparlar.

3. Allah`ın gönderdiği emirlerin canlı bir uygulayıcısı olmakla, yanlış anlayış ve uygulamalara yer bırakmazlar.

Bütün bunları Allah bizzat kendisi yapsaydı, doğru ve eğriyi herkese kendisi söyleseydi de, bir takım insanları peygamber yapmasaydı ne olurdu? diye de düşünülebilir. Buna cevap olarak denilebilir ki, o zaman herkes Allah`ı duyularıyla hisseder ve algılardı. Böyle algılanan bir şeyin, meselâ Güneşin olup olmadığı konusunda tartışmaya girmek anlamsız olduğu gibi, onun varlığını kabul etmenin de hiçbir özelliği olmazdı, kimse güneş vardır dediği için bir değer kazanmış olmaz. Allah da herkesle konuşsaydı, inanma-inkâr etme mücadelesi olmazdı. Kısaca imtihan, özelliğini kaybederdi. Dolayısı ile Cennet ve Cehennem anlamsızlaşırdı.

PEYNİR MAYASI VE İTHAL PEYNİRLER

Dış ülkelerden peynir ithal ediliyor. Bu peynirlere domuz yavrularının mayası katıldığı söyleniyor. Bunlara karşı tavrımız ne olmalıdır. "Başkalaşım" var diye yiyebilirmiyiz?

Islâm ümmeti domuz etinin her parçasının haram olduğunda ittifak etmiştir. (Ibnü`l-Arabî, Ahkâm I/54) Dolayısı ile domuzdan bir şeyin karıştığı bilinen hiçbir şey yenmez, ya da içilmez. Ancak pis olmayan kimyevî maddelerden elde edilen, ya da ehli kitabın (Yahudi ve hiristiyanların) boğazladığı eti yenen hayvan yavrularının kursaklarından yapılan maya ile mayaladıkları eti yenen hayvan sütünün peyniri yenebilir. Hatta Hz. Ömer`e ölmüş hayvan (meyte) kursağı mayası katılarak yapılan peynirin durumunu sorduklarında : "Siz Bismillah deyip yiyin" demiştir. (Ibn Kudâme, el-Mugnî VNI/6l2; Kal`acî, Mevsü`atü-fıkhı Ömer 616 ) Aynı kaynakta vaktiyle müslümanların, mecûsilerin yaptığı peynirleri de yedikleri anlaşılıyor. Ebu Hanife de ölü (meyte) yavrunun mayasının temiz olduğu kanaatindedir. Ancak Şafiî "Meyte (ölü hayvan) size haram kılındı" (K. Bakara (2) 173) ayetinin şumûlüne bakarak bu tür mayaların pis olduğunu söyler. (Her iki görüş için bk. Kurtubî I/220)

Gerçi; Rasulûllah Efendimizin (s.a.) ve ardından gelen müslümanların Acem diyarından gelen peynirleri yedikleri, halbuki mecusî olan bu acemlerin kestiklerinin meyte (ölü) olduğu, buna rağmen ilk müslümanların yedikleri peynirlerin mayasının boğazlanmış ya da meyte olan hayvan kursağından kurutulduğuna aldırmadıkları rivayeti vardır (Bk. Kurtubi I/221). Ancak bu iki şekilde izah edilmiştir. Bir: Peynir yapılan süte katılan kursak mayası, peynire oranla çok azdır. Bu kadar az bir pislik ise "çok sıvı" içerisinde bağışlanmıştır. Ya da bu İslam`ın ilk yıllarında olan bir durumdur. Yoksa sahabenin, Acem Diyarından gelen peynirleri yediklerini kimse söyleyemez. Çünkü peynir Arapların gıda maddelerinden değildi. Müslümanlar Acem beldelerini fetihle bunu öğrendiler. Binaenaleyh, Rasulüllah`ın (sa) ve sahabenin değil Acemlerden gelen ve onların boğazladıkları hayvanların mayalarıyla yapılmış peynirleri yediklerini, herhangi bir peynir yediklerini dahi söyleyemeyiz. (agk; Kurtubi böyle diyor ama Ibnü`l-Kayyim Rasülullah`a (s.a) Tebük`te peynir taktim edildiğini onun da bir bıçak isteyip besmele ile kesip yediğini kaydeder. (Zâdü`1-me`ad IV/296. Terc. V/28) Sahebenin de Irak ve Şam`da yediklerini söyler. (agk))

Hatta Ebu Ömer: "Putperestlerin, mecusilerin ve diğer kitapsızların boğazladıkları dışındaki yemekleri yenir. Peynir şeri boğazlamaya ihtiyaç duyurur, çünkü o kursaktan yapılan maya ile mayalanır" der. (agk.)

Keza bir başka rivayette de Hz. Ömer; ehli kitabın yaptığından başka peynirlerin yenmemesini, çünkü peynirin kuzu kursağıyla mayalandığını, onun da ancak ehli kitabın ya da müslümanın kesmesiyle temiz olacağını, başkası keserse pis sayılacağını söyler. (Kal`acî, agk. (Beyhakî, Sünen X/6; Nevevî, Mecmû. IX/96`dan))

Netice olarak :

1. Domuz mayasından olduğu bilinen peynir yenmez.

2. Yahudi ve Hiristiyanların dinlerine uygun olarak boğazladıkları eti yenen hayvan kursaklarıyla, ya da pis olmayan kimyasal maddelerle mayalanan peynirler yenebilir. (Ibn Abbas`ın görüşü de budur. bk. Kal`acı, Mevsûatü fıkhı A.b. Abbas I/306 (Abdurrezzâk IV/547; Nevevî, Mecmû IX/70`ten)) Ancak özellikle gıda konusunda müslümanlar titiz davranmalı ve başkalarına bağımlı olmamalıdırlar. İç alemleri (letaifleri) ancak bu sayede duyarlı olabilir.

3. Eti yenen hayvanların meytelerinden (boğazlanmadan ölenlerinden) alınan maya ile yapılan peynirler de Imam Azam`a göre temizdir, Imam Şafiî`ye göre ise pistir.

4. Içerisine çözücü olarak alkol katılan sun`i peynir mayaları da şuruplar hükmünde olduğundan Hanefilere göre (Allah`u a`lem) kullanılabilirler. Tâ müslümanlar bunun alternatifini buluncaya dek.


PİSLİKLER VE TEMİZLEME YOLLARI

Temizliği ve temizlenmeyi kanunlaştıran, İslâm`dan başka bir sistem tanımıyoruz. Islâm, temizliği bütün ibadetlerin şartı saymış ve temizliğin imandan olduğunu söylemiştir. Bu gün sadece teknikte gelişen Avrupa bile, daha çok yakın zamana kadar, ne helâ, ne de hamam tanıyordu. Avrupa`nın bazı şehirlerinde, kenarlarında evler bulunan yolların üzerine konan trafik işaretlerinden biri de, ters çevrilmiş kova idi. Bu "dikkat! camdan pislik boşaltabilirler" anlamını veriyordu. Onlar birçok şey gibi, hamamı da müslümanlardan öğrendiler. O aralarda bize rehavet çöktü. Bildiğimizi de unuttuk. Sonra geri kalışımızın, Islâm`dan olduğunu zannettik. İslam`ın önce bizi, bütün dünyada öne geçirdiğini düşünmedik. Nankörlük de ettik.

Islâm`da pislikler hakikî ve hükmî, yani gerçekten ve hükmen olmak üzere ikiye ayrılır. Hakîkîlerin neler olduğunu ileride görecegiz. Hükmen olan ise, abdestsizlık ve cünüplük halıdır. Yani ibadet yapmak isteyen insanın, yıkanmak ve abdest almak suretiyle, sanki manevî pisliklerden de temizlenmesi istenmiştir.

PİS OLAN BİR YERDE HAPSEDİLEN KİMSE TEMİZ BİR SERGİ BULAMAZSA NAMAZINI NASIL KILACAKTIR?

Müteneccis bir yerde hapsedilen kimse dinen temiz sayılan bir sergi bulamazsa namazını kılmaz, terkeder, bilahare kaza eder. Yalnız Şafii mezhebinde göre vaktin hürmeti için namaz kılar, bilhare namazını iade eder.

PİYANGO BİLETİ ALMAK CAİZ MİDİR?

Piyango, kumarın bir çeşidi olduğundan, piyango biletini alıp oynamak kesinlikle dinen haramdır. Onun yoluyla kazanılan mal da gayr-i meşru`dur. Cahiliyye döneminde piyango kumarına benzer bir kumar vardı. Şöyle ki: Kumar oynayanların onbir tane okları vardı. 1-Fesben üzerine bir işaret. 2-Tev`em üzerine iki işaret, 3-Rakib üzerine üç işaret, 4-Hils üzerine dört işaret, 5-Nafis üzerine beş işaret, 6-Müsbil üzerine altı işaret 7-Mu`alla üzerine yedi işaret .Bir işaret birer paya işaret ediyordu.Kalan dört okun üzerinde ise işaret yoktu.Bunlar da; musaddar,muzaaf ,menih ve sefih`tir.Oynayanlar bunları boş torbaya kor ve karıştırırlardı,sonra her ikisi birer ok çekerdi,ok üzerindeki işarete göre pay alırdı.Üzerine işaret olanı çıkmasa üzerine oynadıkları şeyin parasını oyuncu verirdi.

PSIKO-SOSYAL AÇIDAN AVRUPA TOPLULUGU

Örf ve adet bir toplumun kültür birikimi ve ruh yapısından kaynaklanan yazılı olmayan hukuk anlayışıdır. Bir bakıma ruh yapısında, şahsiyette, onurda tek kelimeyle manevî varlıkta bağımsızlığı ve sağlamlığı ifade eder. Müslümanın en ufak detaylarda dahi başkalarını taklid etmemesi, başkalarına benzememesi istenmiş ve "Kim kime henzerse ondandır"(Ebu Davud, libâs; Müsned, N/50), "Kalıplar benzeşince kalpler de benzeşir"(E1-Hafâcî, Nesîmu`r-Riyâz, I/590) buyurulmuştur. Bu gerçek Avrupa Toplulugunun esasını teskil eden ve az önce işaret edilen Roma Antlasmasının daha başında Fransizca ‚Commünaute` (Almancasi gemeinschaft) teriminin ihtiva ettiği "Gerçekten sevenler arasındaki ortaklık" manasında da görülüyor olmalıdır: Al-i Imran Suresi 118. Ayet-i Kerimesi Müslümanlar için hukukî olduğu kadar psikolojik bir kurali da bildirir: "Ey iman edenler, kendinizden başkasını sirdas edinmeyin. Onlar size kötülük ve fesat yapmada hiç fırsat kaçırmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isterler. Kin ve nefretleri ağızlarından tasmaktadır. Içlerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık, eğer anlarsanız." Bu ayetin açıklaması sadedinde tefsirciler iki ilginç hadis de naklederler:

"Müşriklerin ateşiyle aydınlanmayın"(Nesâî, zinet 51; Müsned, N/99). "Müşriklerle beraber (aynı iskân bölgesinde) oturmayın ve onlarla bir arada bulunmayın. Kim onlarla bir arada bulunursa bizden değildir"(Tirniizi, siyar 42; Hakim, el-Miüstedrek, N/141-142; Beyhakî, sünen,(K.)IX/142). Birinci hadisin anlamı için: Yani işlerinizde müşriklere danışmayın, onlarla aynı bölgede oturmayın, onların olduğu yerden hicret edin (bk. Ibn Kesir, age) gibi şeyler söylenmiştir. Ama ihtiva ettiği kelimelerin karakterine bakılırsa bundan, başka manalar anlamak da mümkündür. Enerji ve silah konusunda müşriklere bağımlı olmayın, onların inayetine muhtaç bulunmayın gibi. Bunu destekleyen başka hadis-i seritler de vardır: "Biz müşriklerden hiçbir şey kabul etmeyiz." "Biz bir müşrikten yardım talep etmeyiz"(Suyuti, el-Câmi`us-sağîr (Feyzu`1-Kadîr ile) N/550).

"Her kim (bir rivayette, hangi müslüman) (Ibnü`l-esîr, en-Nihaye, V/125) müşriklerin arasında oturursa ben ondan beriyim. Dediler ki, o da niçin, ya Rasûlüllah? Buyurdular ki, müslümanla müşriğin ateşleri birbirini görmez"(Ebu Davud, cihad 9; Tirniizi, siyer 42; Taberanî, kebir, N/343 H. 2264; Nesâi, kasâme 45). Üstü kapalı bu son ifade, hadis sarıhlerini, bununla ilgili şu yorumları yapmaya sevketmiştir: l.) "Nâr" (yani ateş) aydınlıktan ve ışıktan, o da görüş ve fikirden kinayedir. Buna göre mana şöyle olur: Müslüman ile müşrik, birbirlerinin görüşü doğrultusunda hareket etmezler, müslüman böyle davranmamalıdır(bk. Ibnü`1-Esir, en-Nihâye, V/125). 2.) Müslümanla müşrik, biri diğerinin ateşini görecek şekilde yan yana bulunmazlar (agk.). Allah (cc) İslam`ın ve küfrün diyarlarını ayırmıştır. Artık bir müslümanın küffar diyannda, onlarla beraber oturması caiz olmaz (el-Muharrar, N/441). 3.) Müslüman müsrigin belirtileririi üzerinde taşımaz, hal ve gidişte ona benzemez (agk.). Beraberlikten doğacak şahsiyet, inanç ve görüş transferi, benzeşme ve aynilesme esprisine binaendir ki, Rasulüllah Efendimiz (sav), değil müşriklerle, Kaderci müslümanlarla dahi beraber olmayı yasaklamıştır: "Kader Ehli ile (yani kaderi inkar edenlerle, Kaderiyye fikrini benimseyenlerle) beraber oturmayın, onlara açılmayın" (yani onların hükmünü kabul etmeyin), selâma siz önce başlamayın (Münavî VI/384).

"Yahudi ve Hiristiyanlara selâma siz önce başlamayın, onlarla yolda karşılaştıgınızda, onlara yolun en dar yerini ayırın" (Münavî VI/386). Bu ve benzeri naslardan hareket etmiş olacak ki, Ebu Yufus, devrinin halifesine bir nevi bilirkişi raporu olarak hazırladığı "Kitabu`1-Harac"ında şu tenbihlerde bulunur:

"Zimmîlerden hiç birinin, elbise, binek hayvanı ve kiyafetinde müslümanlara benzemesine müsade edilmeyeceği kendilerine anlatılmalıdır. Onlar Müslümanların bellerine bağladıkları kuşak yerine, kalın iplikten yapılmış kemerleri bellerine bağlamaya mecbur edilmelidirler. Keza başlarına çizgili kalensüveler giydirilmelidir. Atlarının eğerlerindeki tümsegin tahtadan yapılması, papuç bağlarının ikili olması, elbise ve kiyafetlerinde müslümanları taklit etmemeleri tavsiye olunur... Ey Halife! Vali ve amillerine tamimler gönder. Zimmîlere bu kiyafetleri emretsinler. Hz. Ömer vali ve amillerine, zimmîlerin bu kiyafetlerle dolaşmasını emrederdi. Bundan maksat müslüman ile zimmînin birbirinden tefrik edilmesidir, yoksa maksat sadece zimmîlere muayyen kiyafetleri mecbur etmek değildir"(Ebu Yusuf, Kitabu`1-Haraç (Terc.), 207-8).

Yukarıdaki hadis-i şeriflere benzer bir hadis de şudur: "Mü`minden başkası ile arkadaş olma, senin yemeğini de ancak takvalı olanlar yesin"(Münavî, VI/404). Allah (cc)`da: "Sadıklarla (yani ilahi ölçülere göre doğru olanlarla) beraber olun"(K. Tevbe 9/119) buyurmuştur. Bütün bu ayet ve hadislerin yanında Tarih Felsefecisi Ibn Haldun`un şu tespitlerini de göz önünde bulundurursak, Türkiyeli müslümanlar olarak AT karşısındaki konumumuzu daha iyi belirleyebiliriz ve sosyo-psikolojik açıdan hangi derekeye itildiğimizi görebiliriz:

yenilmiş kavimlerin giyim ve kuşam, mezhep, diyanet ve başkaca hal ve itiyadlarında kendilerini yenen kavim ve hükümdarları örnek edinmelerine dair.

Bunun sebebi şudur: Nefis ve kalp daima kendi kavimlerine galebe çalmış ve kendi kavmine boyun eğdirmis olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır. Bu da kendisine galabe çalanı ululamak, kalbinde yerleşmiş veyahut kendisinin ona boyun egmesinin tabî sebeplerden olmayarak kendisini yenen kimsenin kemâl ve fazilet sahibi olmasından ileri gelmiş olduğu inancında olmasından ve bu hususta yanılmasından ileri gelir. Yenilen kimse bu hususta yanlış fikre kapılarak, buna inandıktan sonra, bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır. Yahut kendisine üstün gelen kimsenin galebesinin asabiyyetten, şeceat ve kuvvetten ileri gelmeden onun alıştığı âdet, mezhep ve mesleğinden ileri geldiği vehmine kapılır, bunu da galebesinin sebepleri ile karıştırır. Yenilgiye uğrayanın bu karıştırması bundan önceki karıştırması kabilindendir. Işte bu gibi sebeplerden dolayı yenilgiye ugrayan kimse giyim ve kuşam, hayvana binmek, silahlanmak ve bütün diğer hal ve işlerinde kendisini yeneni örnek edinir. Oğulların babalarına benzemeleri hususundaki hallerine dikkat eder isen, oğulların daima babalarını kendilerine örnek edinmekte olduğunu görürsün. Buda ogulların babalarının olgunluk ve üstünlüklerine inanmalarından ileri gelmektedir. Bütün etraf ve ülkelere baktığında, ahalisinin giyim ve kuşamlarında çoğunlukla, kendilerini koruyanların ve hükümet askerinin giyim ve kuşamını kendilerine örnek edinmiş olduklarını görürsün. Çünkü onlar kendilerini yenmişlerdir (Ibn Haldun, Mukaddime (Terc.), I/374-75).





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)